• Sonuç bulunamadı

Türk Tarihi Açısından Önemi

2.2. İBN BATUTA SEYAHATNAMESİNİN ÖNEMİ

2.2.3. Türk Tarihi Açısından Önemi

İbn Batuta’nın yaşadığı dönem Türk-Moğol asrıdır. Moğollar epey zamandır Türklerle kaynaşmış, birçok bölgede kendi dillerini unutarak Türkçe konuşmaya başlamışlardır. Deşt-i Kıpçak’ta yani Altın Ordu hükümdarı Uzbek Han’ın ülkesinde de durum böyledir. İbn Batuta, Avrupa dışında eski dünyanın neredeyse tümünü gezmiştir ve dolaştığı ülkelerin çoğunda Türkler egemendir. “İbn Battûta “dünyanın yedi büyük hükümdarı”nı sayarken ilk sırayı kendi hükümdarı Ebû İnan Merinî’ye verir ve diğerlerini şöyle sıralar:

45

-Memlûk Türklerinden Mısır ve Suriye bölgesinin hükümdarı Nâsır, -İlhanlı soyundan gelen Moğol asıllı Irakayn hükümdarı Ebû Saîd, -Deşt-i Kıpçak hükümdarı Uzbek Han,

-Türkistan ve Mâverâünnehir’de halk ve kültür bakımından Türkleşmiş Çağatay Hanlığı’ının başında bulunan Tarmaşirin,

-Hindistan’da Horasan asıllı Türk memlûklerden Muhammed Tuğluk Şah, -Moğol hanedanından olan Çin hükümdarı.

Anadolu’da ise Osmanlı henüz yeni doğmuştur. Bu tablo Cengiz sonrası İslâm dünyasında, hattâ Avrupa dışında tüm eski dünyada siyasî erkin genellikle Türklerin ve Moğolların elinde olduğunu gösteriyor. Moğolların dehşetengiz yıkıcılığının izleri Buhara gibi şehirlerde hâlâ mevcuttur ancak hızlı bir imar ve kültür hareketine girişerek Türk, Fars ve Arap üstatların eliyle medeniyet tarihine geçecek olgun eserler vermeye başladıkları da görülmektedir. İbn Battûta, Türklerin siyaset, bilim, ticaret ve şehircilikle ilgili üstünlüklerini hiç gocunmadan anlatır. O kendi toprağını, kendi sultanını çok sever ama buradan yola çıkarak topyekûn bir Arap veya Berberî üstünlüğü iddiasını hiç gütmemiş; hattâ şehirleşememiş Arapları –emir bile olsalar– kıyasıya eleştirmiştir.

Rıhle’de Anadolu’nun o günkü durumu hakkında zengin bilgiler vardır. Beyliklerin iç anlaşmazlıkları, Umur Bey’e karşı düzenlenen Haçlı saldırıları, Alanya’nın uluslararası bir liman oluşu, Germiyanoğullarına karşı hissedilen güvensizlik, Eretna Devleti’nin refahı, Sinop’un stratejik önemi, Erzurum ve Erzincan’da birbirleriyle çarpışan Türkmen oymakları, Anadolu’da Hanefî mezhebinin yaygın oluşu, İlhanlıların Anadolu siyaseti; Emir Çoban ve Çobanoğlu’nun siyasî ihtirasları, son olarak Ahılığın yükselişi hakkında İbn Battûta birinci el kaynaklardandır. Rıhle’nin kaydettikleri, başka kaynaklarla yeterli derecede karşılaştırılarak incelenmemiştir. Gerçi o devirde İbn Fadlullah Ömerî ve Kalkaşandî gibi Arap kaynaklarında da Anadolu hakkında kayda değer bilgiler vardır ama bunlar İbn Battûta kadar derli toplu değildirler ve doğrudan kendilerine yapılan nakilleri aktardıkları için ikinci elden kaynak sayılırlar.” (Aykut, 2004:15).

İbn Batuta’nın seyahatini gerçekleştirdiği 14. yüzyılın dünyasını anlayabilmek için İslam Dünyasının ve Türklerin tarih sahnesindeki yerini de bilmek gerekmektedir. İbn Batuta 1333 yılında Anadolu’ya gelmiştir ve bize Türk yurtlarındaki durumu anlatmıştır. İnançlardan, toplumun yaşayışından, adetlerinden, doğal güzelliklerinden, mimari yapısı ve kurumlarından söz etmiştir. 14. yüzyıl daha çok Türklerin ve Moğolların hem siyasi hem de sosyal alanda damgasını vurdukları bir zaman dilimidir. “Toluy Han’ın diğer oğlu Hülagu Han, 1256’da Amu- Derya’yı geçip, İran ve Kafkasya’daki beğleri çağırarak hakimiyetini

46

onlara kabul ettirir ve İl-Hanlı İmparatorluğu kurulur.” (Köseoğlu, 1997: 88). İl- Hanlı imparatorluğundan İbn Batuta söz etmekte ve Hülagü Han’ın devlet yöneticiliğine de değinmektedir. İl- Hanlılar 14. yüzyılda Müslüman olduktan sonra Moğol tahribatının izleri silinmeye, iktisadi ve kültürel hayatı canlandırmaya çalışmışlardır. Bu devirde Cüveyni, Reşidüddin ve Vassaf gibi ünlü tarihçiler yaşamaktadır. Birçok eser Türkçe’ye çevrilir ve önemli kitaplar yazılmaya başlanır.

On üçüncü yüzyıl Anadolu’nun olağanüstü hareketli, büyük bir kaynaşma ve oluşma dönemidir. Türkler Anadolu’ya sadece siyasi hakimiyetlerini değil, içtimai yapılarını da getirirler (Köseoğlu, 1997: 100). Moğol istilasının Anadolu Selçuklu Devleri üzerinde yarattığı yıkıcı etki ile ortaya çıkan toplumsal sancılar, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde kurulan zaviyelerle giderilmeye çalışılmıştır (Akdağ, 1995: 40).

“13. yüzyıl, imar faaliyetleri bakımından da zengin geçer. Camiler, medreseler, imaretler, hastahane, kervansaray, çeşme, hamam ve köprüler Anadolu’nun her yanını süsler. Bu yüzyılda yapılan cami ve medreselerin sayısı binleri geçer. İmaretler ise, medreselerin yanında yapılır ve fakirlere yemek verilir. Bimaristan, Dârüssıhhâ ve Dâruşşifâ gibi isimler altında yapılan hastahanelerin en ünlüleri ise Divriği, Tokat, Sivas, Amasya, Kayseri, Çankırı, Kastamonu ve Konya’dır. Celaleddin Karatay’ın Kayseri Bünyan’da yaptırmış olduğu hanı gezen bir Arap seyyahı, hanın büyüklük ve mimari güzelliğinden, kapılar ve oymaların zevk yüksekliğinden bahseder.” (Köseoğlu, 1997: 102). Buradaki Arap Seyyah’ın kim olduğunu bilemiyoruz. Fakat İbn Batuta’da Mısır’ı gezerken Bimaristan’dan bahseder1“Melik Mansûr Kalâvûn’un türbesi civarında iki konak arasında bulunan hastaneye gelince, bunun güzelliklerini tarif etmede yazarın kalemi âciz kalır.” demiştir (Seyahatname, sayfa 46). Aynı şekilde Kudüs’ten Hama’ya yolculuk ederken Beyrut’ta Ebû Ya’kûp Yusuf’un kabrini ziyaret eder. Hükümdar Ebû Ya’kûp Yusuf’un hikâyesini anlatırken Dımaşk’ta Melik Nureddin’in kendi adına yaptırdığı bilinen en meşhur ve en büyük Maristan’ı (:hastane) yaptırdığını, yeryüzünde bu kadar güzel yapılmış hastanenin olmadığını söyler (Seyahatname, sayfa 72).

Refah dönemlerinde diğer İslam ülkelerinden alimler ve sanatkârlar Türkiye’ye gelirlerdi. İbn Batuta da Türklerin ve Müslümanların büyük topraklara hakim olduğu vakitte Anadolu’ya gelmiştir. Bu zaman dilimi içerisinde dini ve tasavvufi hayatta da gelişmeler yaşanmıştır. “Türkiye’nin şehir ve köylerinde hayatın merkezi camiler ve çevresindeki medrese ve tekkelerdir. Halkın çok büyük bir kısmı sunni Hanefi mezhebindendir. Halkın

1 Bimâristan-ı Kalâvûn: Sultan Melik Mansûr Kalâvûn tarafından yaptırılan bu muhteşem hastaneden geriye kalanlar minareyle beraber giriş avlusu ve birkaç duvardır (Aktaran: Aykut, 2015: 46).

47

her sahadaki rehberleri, medreselerden kuvvetli bir klasik görerek yetişen müderrisler, imamlar ve vaizlerdir. Devletin bütün müesseseleri en ince noktalarına kadar İslam Hukuku ve gelenekler tarafından kurallara bağlanmış olduğundan, devlet yönetiminde hakim olanlar, bu bilgilere sahip olan medreselerden yetişenlerdir; medreselerin nüfuzu yüksektir.” (Köseoğlu, 1997: 104). İbn Batuta da İslam Hukuku üzere eğitim aldığı için Anadolu topraklarında, Türkler arasında saygı ve sevgi duyulan bir şahsiyet olmuştur. 13. ve 14. yüzyıllar boyunca kadıların ve müderrislerin, İslam alimlerinin önemli sayıda müridleri vardır ve onlara zümreleri şeyh gözü ile bakarlar. Her alanda itimat edilirler ve görüşlerine başvurulup, fikirleri alınır. Türklerin tarihinde büyük önemi olan olaylar ve şahıslar, İbn Batuta seyahatnamesinde titizlikle işlenmiştir. Bu sebeple Türk tarihi açısından tarihi ve ciddi bir vesika niteliği taşımaktadır. Anadolu halkının yaşayışı, Türklerin örf ve adetleri, yeme biçimlerinden kadının ve hükümdarın özelliğine dair, hem sosyal hem siyasal hem de toplumsal çözümlemelere kaynaklık etmektedir. Türklerin özelliklerini diğer halklarla da karşılaştırarak ikili okuma yapan İbn Batuta toplumbilimsel açıdan bir boşluğu doldurur. Hem dönemin şartları hem de insanların bu şartlar altındaki tutumları bizler için önemlidir. Sosyoloji kıyas yapabilmenin de bilimidir. İbn Batuta gezdiği coğrafyalarda bunu özenle sergilemiştir.

Benzer Belgeler