• Sonuç bulunamadı

2.1.3 Türk Sineması ve Türk Sinemasında İşlenen Göç Olgusu

2.1.3.1 Türk Sinemasının Oluşumu

Sinema, izleyiciye gündelik yaşama dair anlamlı perspektif sunmaktadır. İçinde bulunduğu toplumsal koşullardan hareketle oluşturulacak olan filmin içeriği de biçimlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında sinema ile ilgili olarak toplumsal gerçeklik ile bir bağlantısı olduğunu ve mevcut bulunan toplumsal gerçekliği yansıttığını söylemek yanlış olmayacaktır (Güngör, 2017: 105).

Doğduğu toplumun yapısını hem etkileyen hem de yapısından etkilenen sinema, aynı zamanda var olan o kültürün edilmesine ve yaygınlaşmasına yardımcı olan en güçlü toplumsal araçlardan biridir (Güngör, 2017:104).

1895 yılında Louis Lumiere ile başlayan film gösterimi, Türkiye özelinde de 1896 yılında II. Abdülhamit döneminde Türkiye’de ilk film gösterimi gerçekleştirilmiş olup, 1908 yılında Türkiye’de ilk sinema olan “Pathe Sineması” kurulmuştur. Aynı zamanda 1914 yılında Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos’taki Ruh Abidesinin Yıkılışı” ilk Türk filmi olarak tarihte yerini almıştır (Güngör, 2017: 101-102).

Türkiye’de sinema sektörü diğer ülkelerin aksine devlet desteğiyle kurulmuştır. Sinema alanındaki gelişmeler döneme hakim olan atmosfere paralel bir çizgide ilerlemiştir. Öztürk’ün ifade ettiğine göre, askeriyenin sinemayı belgeleme aracı olarak kullanması sinema sektörünün Türkiye’de çok sığ bir alana hapsolmasına yol açmıştır. Türkiye’de sinema sektörünün yoğunlaşmaya başladığı yıllar ise I. Dünya Savaşı’nın gerçekleştiği döneme denk gelmiştir. Bu filmlerde yoğun olarak işlenen konular ise askeri ögelerden oluşmaktadır (Öztürk, 2013: 5).

Hem filmdeki hem de oyunculardaki acemilik bu dönem sinemasının gelişmesine ve nitelikli sinema filmlerinin ortaya çıkışına engel olmuştur. Bunun yanı sıra sinema sektörünün gelişmesine engel olan bir diğer durum da içinde bulunduğu dönemle ilişkilendirilmesidir. Savaş durumu, Türkiye’deki siyasal, toplumsal,

39

ekonomik vs. gibi boyutları doğrudan ya da dolaylı yoldan etkilediği gibi sinema sektörünün de gelişmesine engel olmuştur. Ayrıca Türkiye toplumuna yerleşmesini geciktirmesine sebep olmuştur (Öztürk, 2013: 8). Savaş durumun devam etmesi sebebi ile filmde işlenen temaların askeri kaynaklı perspektifte seçilmesi aynı zamanda sinemanın çekildiği dönemi yansıtma durumu arasında bir bağlantının kurulması da mümkün olabilir.

Modernleşme sürecinde Türkiye toplum yapısının Türk sinemasında yansıtılması hususunda sorunlar söz konusudur. Türk sinemasında işlenen toplumsal konuların bir düşünce olarak kalması ve filmde işlenen konu hâkimiyetinin eksikliği, Türk sinemasının toplumsal sorunlarını yansıtmada eksikler olduğunu söyleyebilmeyi olanaklı kılar (Takış, 2015).

Türkiye’de sinema, modernliğin bir göstergesi olarak yeniliğe ayak uydurma çabası olarak gelişmiştir. Ancak Türkiye’de sinemanın yerleşmesi ve gelişmesi sadece modernleşme çabası olarak kabul edilmemelidir. Sinema aynı zamanda toplumsal bir ihtiyacı da temsil eder. İçinde bulunduğu toplumu aktarma açısından sinema alanına ihtiyaç duyulmaktadır. Güngör (2017: 95), sinema ile ilgili olarak ortaya çıktığı toplumdan bağımsız ilerleyemeyeceğini, toplumdan parçaları bünyesinde barındırma ve yansıtma gibi niteliklere sahip olduğunu belirtmektedir.

Türk sineması, başladığı noktadan devam ettiği süreç dahilinde çeşitli değişimlere uğramıştır. Sinema gerek işlevselliği gerekse ele alınan konular açısından, toplumsal gerçekliği ortaya çıkarma konusuna göre tarihsel çerçevede sürekli olarak farklılıklar yaşamaktadır. Bu noktada Türk Sinema tarihini Nijat Özön’ün dönemsel ayırımından yardım alarak parçalara ayırmak konunun anlaşılabilirliği açısından yardımcı olabilir. Özön’ün ayrımını referans alarak Türk Sinemasını dönemlere Aslan (2004: 95-95) belirli dönemlere ayırmaktadır:

1923-1939 Dönemi: Tiyatrocular Dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönem adından da anlaşılacağı gibi tiyatro kaynaklı yönetmenler ve oyuncular sinemada alanında yer almaktadır.

Öztürk, ordunun sinemayı belgeleme amacı olarak kullanılsa da zamanla tiyatro etkisinden kurtulamamış olduğuna işaret etmektedir. 1940’lara gelene kadar toplumdan bağımsız bir çizgide ilerlemiştir. Toplumsal gerçekliği yansıtma konusunda işlevsiz olduğu bir dönem söz konusudur. İzleyici ile gerçekliği buluşturamayan

40

Tiyatrocular dönemi sineması, Türk sineması tarihinde etkili bir yere sahip olmadığını söylemek mümkündür (Öztürk, 2013:13).

1939-1950 Geçiş Dönemi: II. Dünya Savaşı’nın vermiş olduğu sıkıntılar sonrasında yaşanan dönemdir. Siyasal, ekonomik, toplumsal bunalımın hakim olduğu bu dönemde sinemaya gereken önemin ve yatırımın yapılamaması sonucu sinema eserleri açısından verimsiz bir dönem yaşanmıştır.

Bunun yanı sıra sinema alanında eğitimli insanların konuya hâkimiyeti ile niteliği artırıcı gelişmeler de yaşanmıştır. Özellikle tiyatro etkisinin azalması nedeniyle kendi varlığını uygulayan sinema sanatı, yerli filmlerin çekilmesi ile amaca uygun olarak etkin olmaya başlamıştır (Öztürk, 2013:14). Yerli filmlerin çekilmeye başlanılması aynı zamanda ulusal karakterler içerisinde de önemli aşamaların kaydedilmesini sağlamıştır. Ulusal karakterler, izleyici kitlesinin isteğinden hareketle oluşturulmuştur. Bu bağlamda izleyicinin talebini dikkate alarak filmlerin var edilmesi, sinema ile izleyici arasında bir bağ kurulduğunun önemli bir göstergesidir.

1950-1960 Sinemacılar Dönemi: Bu dönem sinemaya gereken değerin verildiği ve yatırımların yapıldığı döneme işaret etmektedir. Dönemi ayrıcalıklı yapan ise, Yeşilçam Sineması olarak adlandırılmasından kaynaklanmaktadır. Adını film yapım şirketlerinin yoğun olarak Yeşilçam Sokağında toplanmasından dolayı almıştır. Bu dönemde sinema adeta eğlence ve hoş vakit geçirmeyi sağlama aracı olarak kabul edilmiştir. Özellikle köyden kente göç olgusunun yoğunlaştığı bu dönemde sinemada hâkim olan konular; kan davaları, aşk ve namus gibi konulardır.

Yukarıdaki dönemsel ayrımdan hareketle Türk sinemasının başlangıcından gelişimine bakıldığında dönemlere göre farklılık sergilediği söylenebilir. Toplumsal dinamiklerden hareketle biçimlenen Türk sineması, izleyici ile konu bütünlüğü açısından bir denge sağlamıştır.

1960 askeri cuntanın ardından, Türkiye’de sinema alanı da yakından etkilenmiştir. Tugen (2014: 160), döneme hâkim olan siyasal hareketlerin yoğunluğunun siyasal sinema türünün oluşmasına yol açtığını belirtmiştir. Siyasal sinemada, askeri olayların sıkça görülmesi neticesinde siyaset ağırlıklı konular işlenmiştir. Siyasal dalgalanmalar, köyde yaşanan endüstriyelleşmeden kaynaklı köyden kente göç, bu iç göçe bağımlı olarak ortaya çıkan ekonomik sorunlara da sinemada yer verilmiştir.

41

1970-1980 Dönemi: Bu dönem Türk sinemasında en çok işlenen konu olarak iç göç ele alınmıştır. Kırdan kente göç ile yaşanan toplumsal aksamalar sinema yardımı ile izleyiciye aktarılmıştır. Köyde yaşanılan işsizlik durumdan dolayı kente göç eden köylüler kentin demografik yapısını değiştirmiştir. Bu duruma bağlı olarak yaşanan kültürel boyuttaki değişimler beraberinde getirdiği çatışmalar filmlerde konu edinen diğer temalardandır (Şimşek, 2013: 47). Sinema üzerindeki sansürün kalkması ile dil ve anlatım noktasında gerçeklik akımını kullanmaya başlayan sinema sanatı, içerik açısından daha çok toplumsal sorunları ele alan eserler meydana getirmektedir. Böylece eğlence aracı olarak görülen sinema, sansürün kalkması ile aktarım aracı olarak görev değiştirmektedir. Sinemanın bu anlamda toplumsal gerçekçi tarzı anlatım ile içerisinde bulunduğu toplumun sorunlarını yansıtma imkânını gerçekleştirdiğini ifade etmek olanaklıdır.

1990’lı yıllara gelindiğinde ise, Türk sineması “Yeni Popüler Türk Sineması” olarak adlandırılan bambaşka bir döneme yerini bırakmıştır. Yeni Popüler Türk Sineması, konu açısından zenginliğe sahiptir. Yeni ve alışılmadık konular ele alınarak film çekilen bu dönemde de Türk sinemasına farklı bir bakış açısı kazandırılmıştır (Aslan, 2004: 96). 1990 sonrası özellikle Zeki Demirkubuz, Türk sinemasına damga vurmuş yönetmenlerden biri olarak yer almaktadır. Demirkubuz’un sinemanın sanatsal boyutuna dair çektiği filmler ile dikkat çekmesi söz konusudur. Bu dönemde hakim olan sinema düşüncesi olarak “sanat sineması” ile yerli filmlere olan ilgi tekrar kazanılmıştır (Şahin, 2014: 1-2).

2000’li yılların sinema algısı ile 1980’lerin işaret ettiği sinema fikri üzerinde ise çeşitli farklılıklar söz konusudur. Bu farklılıklar ilk olarak filmdeki karakterlerde kendini hissettirmektedir. Yeşilçam Sineması’nın hâkim olduğu tip ve karakterler 2000’lere gelindiğinde alışılmışın dışında bir duruş sergilemektedirler. İdeal bir tip fikrinden kurtularak oluşturulan bu dönemde kadına atfedilen rollerde de bir dönüşüm yaşanmıştır. Daha güçlü bir kadın profilinin hakim olduğu 2000’lerin sineması bu bakımdan kendine yeni bir çerçeve çizerek izleyici ile buluşmaktadır (Sevinç, 2014: 98).

Genel bir değerlendirme yapılacak olunursa, Türk sinemasında sürekli bir dalgalanma halinin var olduğu söylenebilir. Türkiye’de ilk zamanlar anlaşılmadığı ve gerekli özenin gösterilmediği çıkarımı yapılabilir. Sinemanın bir çeşit eğlence

42

göstergesi, zaman geçirme aktivitesi olarak kullanılması sinemanın esas değerine ilişkin olumsuz bir izlenim bırakmaktadır. Bunun yanı sıra sansür yasağının kaldırılması ile toplumsal gerçekçi anlatım ile özünü bulan Türk sineması, Türk toplumunun toplumsal sorunlarına değinerek aynı zamanda izleyiciye de gerçeklik perspektifinden sorunların neler olduğu bilgisini de sunmuştur. Özellikle izleyici ile olan bağı açısından karşılıklı bir ilişkisel ağı ve geri bildirim alma durumu da mevcuttur.