• Sonuç bulunamadı

TÜRK DIŞ POLİTİKASININ TEMEL İLKELERİ VE

Atatürk Devrimi tarihte ilk defa bir grup ya da zümre için değil bütün Türk ulusu için bir vizyon, bir ideal ortaya koymuştur. Bu ideal kısaca 'çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak' olarak özetlenebilir.

Yeni Dünya konjonktürü çerçevesinde aynı ideale ulaşmak için farklı bir strateji geliştirmek zorunda olduğumuz ortadadır. Nitelik açısından bu stratejinin geçmişten en önemli farkları şunlar olmalıdır:

- Duygusal, hayalci ve statükocu değil akılcı, gerçekçi ve sürekli değişime açık olması

- Konu ile ilgilenen bütün vatandaşların katılımıyla oluşturulması - Ekonomi, ticaret ve kalkınma odaklı olması

- Sadece Silahlı Kuvvetler ve Dışişleri Bakanlığı değil uzman sivil toplum örgütlerinin katkılarından da yararlanılması

- Farklı siyasi görüşlerdeki vatandaşların dış ilişkiler alanında üzerinde birlikte çalışabilecekleri bir ortak payda oluşturulması240

239Cemalettin TAŞKIRAN a.g.e 240 Ümit KUMCUOĞLU,

Bir ülkenin 80 küsur yıllık dış politikasını yalnızca bir-iki ilkeye indirgemek zor olduğu gibi, onda tutarlı bir süreklilik unsuru bulmak da kolay değildir. Bununla birlikte, TDP’nin sürekli olarak 2 temel direği olduğu söylenebilir: Statükoculuk ve Batıcılık.241

2.3.1. STATÜKOCULUK

Statüko (staius quo), kurulu düzen demektir. Dolayısıyla, statükoculuk da, mevcut durumu bozmama politikasıdır.

Daha önce de sözü edildiği üzere, denge taşlarını oynatmanın tehlikeli olduğu bu hassas bölgede daha önce kurulmuş devletlerden miras bu politikanın Türkiye için ikili bir anlamı oldu.

Statükoculuğun Türkiye uygulamasındaki anlamlarından birincisi; mevcut sınırları sürdürme, onlardan memnun olma, onları değiştirmek istememe, bunun bir sonucu olarak da dış azınlıklarla ilgili olarak irredantizm politikası gütmeme anlamına geldi. (İrredantizm, bir devletin, kendi sınırına bitişik soydaşlarının yaşadığı yerleri kendi ülkesine katma politikasıdır).

Bu politikanın, ulu önder’in sözlerine yansımasının en belirgin 2 örneğinden biri 192l’de yaptığı bir konuşma, diğeri de 29 Ekim 1933’te Roosevelt’in kutlama mesajına cevabında yazdığı ve statükoculuğun “düsturu” sayılabilecek “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sloganı oldu.

M.Kemal, TBMM’de I Aralık 1921’de, yani Kurtuluş Savaşı devam ederken ver- diği ünlü söylevde şu sözleri söylüyordu: “Efendiler (...) büyük hayaller peşinden koşan (...) insanlardan değiliz. [Koşmak yüzünden) bütün dünyanın (...) garazını (...) bu

milletin üzerine celbettik. Biz Panislamizm yapmadık. Belki ‘yapıyoruz, yapacağız’ dedik. Düşmanlarımız da ‘yaptırmamak için bir an önce öldürelim’ dediler,: Pan- turanizm yapmadık! ‘Yaparız, yapıyoruz’ dedik, ‘yapacağız’ dedik, yine ‘öldürelim’ de- diler (...) Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız [kavramlar] üzerinde koşarak

[düşmanlarımızı çoğaltmak yerine] haddimizi bilelim (...) biz hayat ve istiklal isteyen

milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı [harcarız] .“ 242

241 Baskın ORAN,a.g.e, s. 46

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sloganı ise artık yeni düzenin kurulduğu bir dö- nemde ortaya konmuştu ve şu demekti: “Yurtta gerek iktisadi bakımdan (devletçilik), gerek ideolojik bakımdan (tek parti), gerekse siyasal açıdan (Kürt ayaklanmalarının bastırılmasının yarattığı tek millet duygusu) Batıcı bir düzen kurduk, artık bu tartışma konusu olmasın. Yurt dışından ise, bağımsızlıktan sonra bir talebimiz yoktur, kendi ülkemiz sınırları içinde yaşamımızdan memnunuz, sınırlarımız dışına müdahalede bulunmak gibi bir arzumuz yoktur, başkalarının da bizim sınırlarımıza ilişkin bir talebi olmaması durumunda çatışma çıkmadan yaşayacağız.” demekti.

Statükoculuk, dünya sisteminin altüst olduğu 1990 sonrasında terk edildiği yo- rumlarının yapılmasına rağmen, TDP’nin bugüne kadar devam eden temel politikası olmuştur. Türkiye’nin statükocu politika uygulamasının ikinci anlamı, kurulu düzen içinde dengeleri sağlamak ve/veya sürdürmek oldu. Bu da iki farklı türden denge uygulamasına yol açtı: 243

1) Aşağıda incelenecek olan Batıcı politikaya rağmen Türkiye, jeostratejik konumunun gerektirmesi sonucu, Batı ile onun karşısındakiler arasında her zaman bir tür denge kurmaya çalıştı;

2) Aynı nedenle, Batı’yı oluşturan öğeler arasında da bu dengeyi sağlamaya uğraştı.

Türkiye’nin birinci tür dengeyi sağlaması kolay olmadı. Çünkü Batı, uluslararası politikada zaman içinde hızla büyük bir başatlık kazandı ve sonunda, 1990 sonrasında Soğuk Savaşı kazanarak tek kutup haline geldi. Bununla birlikte Türkiye, seçeneklerini çoğaltmak ve hatta yaratmak için, dönem dönem bu dengeye oynadı. 1923-39’da, 1939- 45’de ve 1960-80 dönemlerinde SSCB’den bir denge öğesi olarak başarıyla yararlandı.

Türkiye ikinci tür dengeye; 1919-23, 1923-39 ve son olarak da 1939-45 dönem- lerinde; batı Avrupa ülkelerini birbiriyle dengelemek anlamında, başarıyla oynadı. ABD dünya sahnesine çıktıktan sonra ise bu dengecilik ABD ile batı Avrupa arasında olabilirdi, fakat olamadı. Çünkü İkinci Dünya Savaşı ertesinde batı Avrupa çok zayıftı; 1960-80 döneminde Türkiye AET’yi benimsemeye bir türlü karar veremedi; 1980 sonrasında, günümüze kadar süren dönemde ise, 12 Eylül rejiminin yarattığı tepki AB’nin Türkiye’yi ciddi biçimde dışlamasıyla sonuçlandı.

Türk statükoculuğunun bu anlamından da 3 sonuç çıkarmak mümkündür:

Birincisi; kurulu düzenin başat öğesi daima Batı olduğundan, statükocu politika ile Batıcı politika aslında aynı madalyonun iki farklı yüzü olmaktadır.

İkincisi, her iki tür dengenin kurulabildiği dönemlerde Türkiye’nin statükocu politikasını sürdürmesi kolaylaşmış, aksi durumda ise zorlaşmıştır. Nitekim, Türk dış politikasının yalnızca ABD’ye dayandığı Menderes (Bağdat Paktı) ve Özal (Körfez Savaşı senaryoları) dönemlerinde statükocu dış politikadan sapmalar görülmüştür. Bu dengelerin kurulabildiği 1923-39, 1939-45 ve 1960-80 dönemlerinde ise statükoyu korumak daha kolay olmuştur.

Üçüncüsü, her iki tür denge durumunda da Türkiye’nin dışta göreli özerkliği artmış, aksi durumda ise azalmıştır. Nitekim, bu göreli özerklik Menderes, Özal ve 1990 sonrası dönemlerinde azalmıştır; yine 1923-39, 1939-45 ve 1960-80 dönemlerinde artmıştır.

2.3.2. BATICILIK

Batı; altyapı açısından kapitalizme; üstyapı açısından da, iman yerine insan aklının üstünlüğüne dayanan bir uygarlık biçimidir Yanı Batı, bir coğrafi alan değildir

Bu kavram, Türkiye’nin 1923’te kurulmasından bu yana değişlik geçirmiştir. Altyapısı, işçi sendikalarına hayat hakkı tanımayan bir düzeyden bugünkü sosyal devlet düzeyine gelmiştir. İki savaş arasında monoblok liberal niteliğini yitiren ve Hitlerin ağırlıklı olduğu bir düzenden çok etkilenen üst yapısı, bugün insan ve azınlık hakları tarafından temsil edilen demokratik bir düzende karar kılmıştır. Yani, zaman içinde oluşan bu iki Batı, birbirine taban tabana zıttır ve Türkiye her dönemde hangi Batı kavramı başlatsa, o Batı’dan daha çok etkilenmiştir. Neden Batı?

1- Tarihsel Boyut: Anadolu’nun coğrafi, dinsel vb.. yapısı daha imparatorluk kurulmadan Türkleri hep Batı’ya yürümeye zorlamıştır.

2- İdeolojik Boyut: Türkiye’nin yakın tarihine damgasını en güçlü biçimde vurmuş siyasal kuruluş olan İttihat ve Terakki milliyetçi ve Batıcıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelde ittihatçılar tarafından kurulmuş olduğu ve esas olarak aynı Batıcılık uygulamasını devam ettirdiği bir gerçektir.

3- Toplumsal Boyut: Gerek sınıfsal yapısı gerekse seçtiği kalkınma modeli Türkiye’yi Batıya doğru götürmüştür.

4- Kültürel Boyut: Batı’nın kültürel etkisi Türkiye’de büyüktür. Devlet katının yanı sıra Türk insanı da, büyük ölçüde, Doğulu değil Batılı olarak anılmak ister. 244

2.4. SSCB’NİN DAĞILMASI İLE TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA

Benzer Belgeler