• Sonuç bulunamadı

Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden itibaren, medeni hukuk kaynağını dinden almıştı. İMK’nin kabul edilmesi ile ilk kez, kaynağını insan aklından ve iradesinden alan bir medeni hukuk uygulamasına geçildi. Böylece hukuk ve din birbirinden ayrılmış oldu.

Yeni bir medeni kanunun kabulü ile TMK, daha demokratik, sosyal ve özgürlükçü bir eğilim kazandı. Bir medeni kanunda olması gereken; kişiliğe saygı ve kişiliğin korunmasının yanında, kişisel özgürlüğe geniş bir alan bırakan, uygulamada hakime kanun koyma yetkisi ve geniş taktir yetkisi tanıyan özellikleri de kabul etmiş oldu. Akılcı ve hürriyetçi bir nitelikte olan TMK eşitlik ilkesini esas aldığı için, imtiyazlı üstün sınıf veya sınıfları kabul etmemiştir. Böylece Türk hukukuna çağdaş hukuk kurumları ve kavramlarının getirilmesi sağlanmıştır.

İsviçre Medeni Kanunu ile Borçlar Kanunu, yerli kanunlardan, örf ve adetlerden meydana geldiği için İsviçre için tamamen yerli, milli ve muhafazakar bir kanundur. Fakat Türkiye için yerli ve milli olmayıp, inkılapçı ve devrimci bir kanundur. Çünkü İsviçre halkının bildiği, benimsediği hukuk anlayışından oluşmuş, dili sade ve açık bir medeni kanun iken; tamamen farklı bir hukuk çevresinde yaşayan Türk toplumuna, dini gelenekler ve İslam’i hukuktan tamamen ayrılmak için meydana getirilmiş olan Atatürk Devrimlerinin bir eseri olarak girmiştir.

Medeni Kanun’un hükümleri, eski kanunlardan farklı olarak, dini esaslara dayanmayan laik bir karakter taşımaktadır. Hangi dine mensup olursa olsun, şahıslar eşit bir muamele göreceklerdir. Bu durum, hukuk farklılığı ve çokluğuna son verecek ve herkes için aynı hukuk kuralları geçerli olacaktır.

Medeni Kanun, Türkiye’nin eski hukukuna yabancı olan bazı kavram, müessese ve uygulamalar getirmiştir: Kadın-erkek eşitliği, resmi nikah zorunluluğu, tek eşle evlilik, boşanmada hakim/mahkeme kararı, mirasta kadın-erkek eşitliği… Şuna da dikkat etmek gerekir ki, İsviçre Medeni Kanunu alınırken mutlak bir kadın erkek eşitliği sağlandığı söylenemez. Çünkü toplumdaki bazı uygulamalar ve anlayışlar buna engel olmuştur. Örneğin evlilik birliğinin korunması ve düzeni için koca evlilik birliğinin başkanı sayılmış, kocanın/babanın soy isminin kullanılma zorunluluğu, kadının çalıştığı işten kocası tarafından menedilebileceği kabul edilmiştir. Bazı durumlarda da kadını korumaya yönelik kanunlar kabul edilmiştir.

Türkiye İsviçre Medeni Kanunu’nu çok küçük bazı değişikliklerle aynen alıp uygulamıştır. Yapılan değişikliklerde ise toplumsal, ahlaki ve biyolojik etkenler dikkate alınmıştır.

3. TÜRK MEDENİ KANUNU’NA YÖNELİK ELEŞTİRİLER VE KARŞILAŞILAN TEPKİLER

Türkiye’de 1920’den itibaren gerçekleştirilen Atatürk devrimi veya Kemalist devrim olarak adlandırılabilecek köklü reformların özellikle 1924’ten sonraki aşaması; yöntemleri, amaçları ve sonuçları bakımından sorgulanmış ve eleştirilmiştir. Yöntemleri bakımından bu inkılaplara kopyacılık, aktarmacılık, tepeden inmecilik, otoriterlik gibi çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir.1

Bu süreçte 24 Anayasası ile birlikte doğal olarak, 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu da eleştirilmiştir. Konumuz, 24 Anayasası veya devrim inkılaplarının felsefesine yönelik eleştirileri kapsamadığı için bu eleştirilere kısaca değinerek geçmek uygun olacaktır.

Kendisine özgün bir karakter taşıyan Türk devrimi; Fransız devrimi ve Avrupa’daki diğer gelişmelerle, Osmanlı reformları ve meşrutiyet hareketlerinin etkisiyle ortaya çıkan demokratik birikimlerden etkilenmiştir. Fakat bir devrim süreci olan bu dönemin “yöntemlerinin otoriterliği” konusu tartışılmaz bir gerçektir. “Bu yolda

kullanılan araçların otoriterliği ve yer yer de keyfiliği söz götürmese bile, ana amaç şu üç odakta toplanabilir: Uluslaşma (ulusal toplum ve ulusal devleti oluşturma), laikleşme (devleti ve toplumu dinsel ideoloji ve kurallar baskısından kurtarma) ve bu çerçeve içinde demokratikleşme (ulusal-laik devlet ve toplum sınırları içinde millet egemenliği rejimini kurmadır). Bu amaçları topluca en iyi anlatabilecek başlığın “çağdaşlaşma” olduğu açıktır.”2

1926 yılından itibaren Türkiye’de gerçekleştirilen hukuk reformunu toplumun tabanından gelen bir baskı ve istekle açıklamak mümkün olmadığı gibi, dış telkinlerin doğurduğu etkilere bağlamakta gerçeği yansıtmakta yetersiz kalacaktır. Daha çok, yöneticilerin seçimleri ve bilinçli çabaları hukuk reformunda başlıca rolü oynamıştır. Batılılaşma ve çağdaşlaşma amacı, laik kanunlara sahip olma fikri, Atatürkçü reformun temel öğeleri sayılabilir.

Yeni kurulan ve Avrupa tarzı bir laikliği uygulamaya çalışan genç Türkiye Cumhuriyeti, toplumu genel anlamda değiştirebilmek ve şekillendirebilmek, bunun

1Bülent TANÖR; Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 14. Baskı, Yapı Kredi Yayınları,

İstanbul 2006, s. 325.

yanında sosyal yaşamı kolaylaştırmak ve aynileştirmek için İsviçre Medeni Kanunu’nu topluca kabul etti. Bu durum, içeride çeşitli eleştirilere sebep oldu. Kimisi Medeni Kanunu destekleyen, kimisi Medeni Kanuna karşı olan cenahtan gelen bu eleştirileri- daha iyi anlaşılabilmesi açısından- bir başlık altında değerlendirmeyi daha faydalı telakki ettik. Bu eleştirilerin bir kısmı MK’nin yöntemiyle alakalıdır. Nitekim eleştirileri anlamak ve değerlendirebilmek için o dönemin şartlarını, yöneticilerini ve amaçlarını bilmekte ve dikkate almakta fayda vardır. Cumhurbaşkanı Mutafa Kemal’in 1925’te Ankara Hukuk Okulunun açılışında söylediği “her devrimin kendine özgü kuralları

bulunmasının bir zorunluluk olduğu”3 ifadesi yukarıda anlatmaya çalıştığımız durumu özetlemektedir.

Daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi bu araştırmanın konusu MK’nin kabulünün tarihsel süreci olduğu için, eleştirilerde MK’nin ilk halini konu edindik ve sonraki değişikliklere değinmedik. Ayrıca araştırma sürecinde alan bilgisi ve uzmanlığı gerektiren madde içeriklerine ve maddelerle ilgili eleştirilere girmedik.