• Sonuç bulunamadı

SULARDA BULUNAN MİKROORGANİZMALAR VE OLUŞTURDUĞU HASTALIKLAR

TİP II DİYABETİKLİ KİŞİLERDE SERUM GAMA-GLUTAMİL TRANSFERAZ AKTİVİTESİ

SULARDA BULUNAN MİKROORGANİZMALAR VE OLUŞTURDUĞU HASTALIKLAR

Adı-Soyadı: Mahir NERGİS

Danışmanın Adı-Soyadı: Yard.Doç.Dr. Erkan RAYAMAN Yılı: 2014

ÖZET

Su yaşam için en zorunlu maddelerden biridir. Canlı organizma ağırlığının % 60-70’i sudur. Bu suyun 2/3’ü hücreler içerisinde, geri kalanı dokular arasında ve kanda bulunur. Canlı organizmayı meydana getiren hücrelerin yaşamlarını ve faaliyetlerini sürdürebilmeleri ancak su ile mümkün olur. Organizmada, besin maddelerinin su aracılığı ile doku ve hücrelere nakledilmesi, yani hücrelerin beslenmesi, hücreler içindeki metabolizma artıklarının su ile dışarı atılması suyun insan hayatındaki önemini ortaya koymaktadır.

Su aynı zamanda birçok mikroflora ve mikrofaunaya ortam oluşturur. Suda yaşamakta olan mikroskobik hayvan ve bitkilerin oluşuturduğu yaşam sistemi sucul yaşam olarak tanımlanmaktadır. Sucul yaşam biyolojik açıdan ileri derecede önem taşımaktadır. Ancak günümüzde çok az ilgi çekmektedir. Günümüzde insanların etkilemediği habitat kalmamış gibidir. Gözle görünür habitatların yanında mikroflora ve mikrofaunaların yaşadığı habitatlar da yok edilmekte, nitelik değiştirmekte ya da zarar görmektedir.

187

Su mikrobiyolojisi ve ekolojisi, suda yaşayan canlı organizmaların metabolizma tipleri, onların sudaki yaşam koşullarını ortaya koymaktadır. Sularda yaşayan virüsler, bakteriler, mantarlar, aktinomiçesler, algler, protozoonlar ve yüksek canlılar ayrı ayrı incelenmiştir.

Su aracılığı ile bulaşabilen hastalıklar; su kaynaklı enfeksiyöz hastalıklar, yıkama suyu vasıtasıyla suların aracı olduğu hastalıklar, yaşam sikluslarının bir kısmını suda geçirmek zorunda olan paraziter etkenlerin neden olduğu hastalıklar, su ile ilişkili insekt vektörlerin neden olduğu hastalıklar, gelişmiş ülkelerde su ile ilgili görülen hastalıklar olarak gruplandırılır.

Anahtar Kelimeler: Su, hastalıklar, tedavi, bakteriler, viruslar, parazitler.

Helicobacter pylori ENFEKSİYONU VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Adı-Soyadı: Musa AKDOĞAN

Danışmanın Adı-Soyadı: Yard.Doç.Dr. Erkan RAYAMAN Yılı: 2014

ÖZET

H.pylori ilk kez 1983 senesinde patolog Robin Warren ve gastroenterolog Barry Marshall

tarafından Campylobacter pyloridis ismiyle tanımlanmıştır. Bu iki bilim insanınada, ile ilgili yaptıkları çalışmalar sayesinde, tıp dalında “2005 yılı Nobel Ödülü’’ verilmiştir. Geçen zaman zarfında, H. pylori’nin insanlarda gastrit ve peptik ülserin en önemli sebebi olduğu anlaşılmış, çocukluk çağında kazanılan enfeksiyonun ileri yaşlarda MALT lenfoma (mucosa-associated lymphoid tissue lymphoma) ve gastrik adenokarsinoma neden olabileceği gösterilmiş ve WHO tarafından “Tip 1 kanserojen” olarak kabul edilmiştir. Dünyada, insanların yaklaşık yarısından fazlasının ile enfekte olduğu tahmin edilmektedir. Eradikasyonu için bir çok antibiyotik kullanılmasına karşın, hiçbiri %100 etkili değildir ve zaman içinde büyük bir çoğunluğuna direnç gelişmiştir. ile ilişkili en çok çalışılan hastalık peptik ülser hastalığı olsa da, gastrointestinal sistem dışı bir çok hastalığın patogenezinde de rol aldığı görülmektedir.

H.pylori insanların mide mukozasında bulunan gram negatif spiral bir mikroorganizma olup

188

Günümüzde duedenal ülser yokluğunda gastritinin kronik tekrarlayıcı karın ağrısına yol açıp açmadığı tartışma konusudur. Son veriler peptik ülser yokluğunda enfeksiyonunun kronik karın ağrısı için ciddi bir neden olmadığı yönündedir. Peptik ülser yoksa tedavi edilmeli midir sorusunun cevabıda yapılan çalışmalar ışığında gereksizdir şeklinde verilmektedir. Ancak bu mikroorganizmanın hem erişkinler hem de çocuklarda duodenal ülser hastalığının etyopatogenezinde önemli bir rolünün olduğu bilindiği için peptik ülser tedavisinin en önemli kısmını eradikasyonu oluşturmaktadır.

Özel bir alt başlık açılarak çocuklarda enfeksiyonun nasıl geliştiği nasıl yayıldığı şikayetleri ve güncel tedavi yöntemleri üzerinde durulmaya çalışılmıştır gastritinin çocuklarda büyük ölçüde asemptomatik kalabileceği kabul edilmiştir. Klasik klinik tablo gastritis, tekrarlayan karın ağrısı ve nonülser dispepsidir. Çocuklarda tedavi yaklaşımları net olmamakla birlikte peptik ülser ve pozitifliği saptanan hastaların tedavi edilmesi önerilmektedir. Çocuklarda yeğlenen güncel tedavi; geniş spektrumlu ikili antibiyotik ve proton pompası inhibitörlerinin 1–2 hafta süreyle uygulanmasıdır.

H.pylorienfeksiyonu yașla ve bașka bir gastrointestinal hastalık varlığıyla artar. Ayrıca

ısınmak için yakıt olarak kömür kullanımı doğal gaz kullanımına göre enfeksiyon riskini arttırır.

Birçok tedavi edilemeyen gastro-duodenal hastalık H.pylori’nin eradikasyonu sonucu önlenebildiği için, tanısı gastro-enterolojik yaklaşımda önemlidir. Bu çalışmada infeksiyonunun epidemiyolojik ve klinik özellikleri, patogenezde rol oynayan mekanizmaları, tanı ve tedavisi irdelenerek özel hallerde gelişen enfeksiyonun değerlendirilmesi yapılarak bu özel hallerde neler yapılabiceği anlatılmıştır. Aşılama ve destekleyici tedavinin genel tedavideki rolü ve payı üzerinde durularak örnelemeler yapılmıştır. Klasik tedavinin yanı sıra günümüz çalışmalarına ışık tutularak güncel tedavi yöntemleri incelenmiştir. Eğitimin sosyodemografik ve sosyoekonomik durumun bu enfeksiyonun yayılmasındaki rolü ve tedaviye etkisi araştırılmıştır.

Standart üçlü tedavi H.pylori infeksiyonunda birinci basamak tedavi olarak kabul edilmektedir. Epidemiyolojik çalışmalar antibiyotik direncindeki belirgin artış nedeni ile standart tedavinin eradikasyon başarısının düştüğünü bildirmektedir. Bu nedenle son yıllarda denenen ardışık tedavi yüksek eradikasyon oranları ile umut vaat etmektedir. eradikasyonunda ardışık tedavi ile standart tedavi yöntemlerinin etkinliğini karşılaştırılmış

189

ve klaritromisin (KLA) dirençli suşlarda eradikasyon başarısı açısından değerlendirme yapılmıştır.

Klaritromisin direncinin yüksek olduğu bölgelerde standart tedavinin eradikasyon başarısı oldukça düşüktür ve ardışık tedavinin KLA dirençli suşları eradike etmede standart tedaviye çok az bir üstünlüğü mevcuttur. Araştırmalar ışığında eradikasyon oranları her iki tedavi ile de hedeflenenden çok daha düşük düzeyde bulunduğu için yüksek KLA direnci olan bölgelerde mevcut tedavi yöntemlerinin gözden geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır

Anahtar Kelimeler: Helicobacter pylori, enfeksiyon, tedavi, antibiyotik.

Benzer Belgeler