• Sonuç bulunamadı

2 2 SPĠNOZA’DA DĠNĠ, AHLAKĠ VE SĠYASĠ HOġGÖRÜ

3. SPĠNOZA’DA SĠYASETĠN KAYNAKLAR

Spinoza‟daki demokratik temanın merkezini toplum sözleşmesi düşüncesi oluşturur. Toplum sözleşmesi fikri genel olarak bireylerin siyasal düzenin

öncesindeki güvensiz ortamdan çıkıp güvenilir bir toplumsal düzene kavuşmak için

sözlü ya da sözsüz olarak kendi rızalarıyla ve kendi yararları adına ortak bir

anlaşmaya varmalarına dayanır. Toplum sözleşmesiyle belli bir bölgedeki insanlar

bireysel haklarını koruyacak bir egemen güç belirlerler. İnsanların aktardığı bireysel güçlerin taşıyıcısı bir kişi de, birkaç kişi de, halkın tümü de olabilir.

Spinoza‟da toplum sözleşmesi kavramı, doğa yasasının Grotius, Locke,

Hobbes gibi kuramcılarında görüldüğü kadar belirgin değildir. Öbür doğa yasası kuramcıları, özellikle de Grotius ve Locke kaynağı aşkın bir Tanrıda olan hakları ve

sorumlulukları belirlerken saptadıkları ahlak kurallarını pozitif hukuka

uygulanabilecek biçimde ortaya koyarlar. Oysa önceden de söz edildiği gibi Spinoza

normatif tarzda bir etik kuramını siyasete uygulayacak bir biçimde doğa yasası anlayışı oluşturmaz. Spinoza‟da insanların doğal hukuku takip etmesi Tanrının aşkın

gücünden değil, insanın büsbütün hem kendi yapısına hem de evrenin yapısına aykırı

davranamamasından gelir. Spinoza öbür doğa filozofları gibi insanın temel kaygısını

kendini korumada ve güvenlikte görür, bu nedenle Spinoza‟ya göre hiç kimse insan

olmaktan vazgeçecek biçimde kendini savunma gücünden yoksun da bırakmaz.

İnsanın kendini korumasız bırakması zaten doğal hukuka göre kendi doğal hakkına

aykırı davranmasıdır (Spinoza, 1965a, s. 27); bu açıdan insanın yapısının ve Doğanın

111

kavrayışının kaynağında yer alan en önemli noktadır. Hatta Spinoza Jarig Jelles‟e

mektubunda Hobbes‟la siyaset konusundaki farklılığının doğal hukukun sürmesine

dayandığını söylerken, doğal hukukun sürekliliğinin göstergesini de gücü ölçüsünde

egemenin uyruklar üzerinde hakkı olduğu fikrine dayandırır (Spinoza, 1966, s. 283).

Önceden de söz edildiği gibi Spinoza, Hobbes‟ta da olduğu gibi gücü hakla

buluşturur. Ancak Spinoza normatif bir doğal hukuk anlayışına sahip olmadığından,

toplumsal sözleşme öncesi kurgusal olarak düşünülen doğa durumunda, Locke‟un doğal durum anlayışının tersine insanı bağlayıcı yasalar yoktur. Aslında Spinoza

Hobbes‟un düşüncesiyle15

de bir ölçüde uyuşacak biçimde egemen güç olmadığında insanların genelinin ussal olarak değil duygulanımlarına göre bireysel çıkarlarının

savunusu içinde olduğunu düşündüğünden böyle bir ortamda iyi kötü gibi

değerlendirmeleri uygun bulmaz. Ama insan doğal durumda her an tehlike altında

olduğundan sonuçta daha güvenli koşulları toplumsal yaşamda bulur ve insanlar

toplum sözleşmesi çerçevesinde insanların güvenliğini sağlayacak olan egemen gücü

belirleyip medeni hukuku kurarlar.

Balibar Spinoza‟nın Jelles‟e mektubundaki belirlemelerinden ve Dinbilimsel

Siyaset İncelemesi‟ndeki XXXIII. nottan yararlanarak Hobbes‟tan farklı olarak

“doğal hukuk” ve “medeni hukuk” arasında bir ayrım yapmadığını söyler ve bununla

birlikte “toplum sözleşmesi” ve “temsil” kavramlarını da açıkça reddettiği

belirlemesini yapar (Balibar, 2010, s. 75). Spinoza‟daki insanın yapısına aykırı bir medeni hukuk kuramayacağı düşüncesi bir ölçüde doğal hukuk-medeni hukuk

ayrımını kaldırır. Buna göre Spinoza‟nın düşüncesinde insanın tutkularına teslim

olması olağandır ve insanın tutkularını dizginleyen ve tutkularını olumlu yöne çeken

15 Hobbes‟a göre insan doğal durumda yalnızca tutkularıyla hareket ettiğinden bireylerin eylemlerini günah diye

yargılama olanağı yoktur. Yasalar yapılıp onlar yasaları tanıyana kadar ve bir egemen üzerinde uzlaşana kadar suçlu görülemezler. İnsanlar siyasal egemenlik kurulana kadar herhangi bir yasa fikrinin uzağındadırlar (Hobbes, 1985, s. 87).

112

ussallığı da kendi yapısının bir parçasıdır. Spinoza önceden söz edildiği gibi, birçok

insanın özellikle ilk toplumsal yapıların kuruluş dönemlerinde ussallığın uzağında

olduğunu düşündüğünden, toplumsal düzeni sağlamak için peygamberler gibi bir

önderin belirleyiciliğini önemli görür. Spinoza‟nın Dinbilimsel Siyaset

İncelemesi‟nden yansıyan toplum sözleşmesi fikrinin kökeninde Musa örneğinde

görüleceği gibi peygamberlerin toplumsal yapının kuruluşundaki önderliği

üstlenmeleri vardır. Böylece Spinoza‟nın düşüncesinde toplumların ilk

kuruluşlarında elbette iktidara sahip olandan öncelikle demokratik bir reform

beklenmez: “(…) Spinoza kahraman-kurucuyu var olan toplumun olası bir

reformcusu gibi düşünmez; onun tek işlevi ulusal özyapının yaratılmasıdır”

(McShea,1968, s. 96). Ancak Spinoza önceki bölümde de vurgulandığı gibi medeni hukuka yer açmak zorundadır. Çünkü Spinoza‟nın siyasetinde her toplum kendi

ulusal özelliklerine bağlı olarak kendine özgü alışkanlıklar taşır. Ayrıca insanların

gelişim olanaklarını da içeren birtakım özgürlük temelli ayrıcalıklarını korumadıkça

toplum sözleşmesinin içinde yer almaları beklenemez. Spinoza‟ya göre “(…)

uyruklar doğal hukukla devlet için büyük tehlike oluşturmadıkça ellerinden alınamayan belli ayrıcalıklarını korurlar ve ayrıcalıkları üzerinde ya sözsüz olarak anlaşırlar ya da özel olarak egemen buyurucuyla koşulları koyarlar” (Spinoza,

1965a, s. 27). Spinoza‟da öbür sözleşmeci filozoflara göre toplum sözleşmesi fikri bulanık da olsa yukarıdaki açıklamalarında ve hatta başka açıklamalarında da

görüleceği gibi, bir toplum sözleşmesi fikri vardır. Ancak Spinoza yine de

demokrasiyi insanın yapısına en uygun yönetim biçimi olarak belirleyince ve

doğrudan yönetime katılan halkın kendi zararına çalışması usa aykırı olacağından

toplum sözleşmesi fikri öbür toplum sözleşmesi fikrine sahip düşünürlere göre daha

113

fikrinin olmadığını göstermez. Çünkü halkın güvenliğini sağlayacak olan temsil

gücünü elinde bulunduran egemen yetkedir. Sonuç olarak demokratik yönetimin

kuruluşunda da Spinoza sözleşmeci anlayışı sürdürür. Ayrıca Spinoza‟ya göre

demokrasilerde de temsil eden-temsil edilen ayrımı korunur. Yine de önemli olan

demokrasilerde de toplumun kuruluşunda kurumsal yapıyı iyi kurmaktır. Böylece

halkın özgürlüğünün dayanağı sağlam bir yasa düzenine bağlı bir demokrasidir: “Böylece yasaları sağlam bir ussallıkla kurulan bu devlet en özgürdür, çünkü bu

devlette her bir insan istediği anda özgür olabilir, yani usun yol göstericiliğinde bütün rızasıyla yaşayabilir” (Spinoza, 1965a, s. 268). Spinoza toplumların

kuruluşundaki kaynağı bir ölçüde toplum sözleşmesi fikrinde görse de hangi yönetim

biçimi olursa olsun, önemli olan kurumsal düzeni en iyi işleyecek biçimde kurmak ve

olabildiğince daha demokratik anlayışla kurumları çalıştırmaktır.