• Sonuç bulunamadı

1.5. İş-Aile Çatışmasına Etki Eden Faktörler

1.5.4. Sosyo-kültürel Faktörler

İş-aile çatışmasına neden olan faktörler daha geniş bir açıdan incelendiğinde sosyokültürel faktörlerin etkisi dikkat çekmektedir. Çalışmalar, içinde bulunulan toplumun kültürel özellikleri ve bireylere yüklediği roller bağlamında çatışmayı ele almışlardır. İş-aile çatışmasının oluşmasında kültürel farklılıkları incelemeye yönelik olarak yapılmış olan çalışmalar, Hofstede'in (1984: 83) toplumların kültürel özelliklerini sınıflandırarak dört temel değişkenle ele aldığı çalışmasını esas almışlardır. Bireycilik- toplulukçuluk, yüksek-düşük güç mesafesi, belirsizlikten kaçınma düzeyi, erillik-dişilik olarak sınıflanan kültürel özelliklerden bireycilik-toplulukçuluk özelliği iş-aile çatışmasını kültürel açıdan inceleyen çalışmalara konu olan özelliklerin başında gelmektedir (Wang vd., 2004: 392; Pal ve Saksvik, 2006: 311; Malach-Pinesa vd., 2009: 229; Galovan vd., 2010: 647; Özutku ve Altındiş, 2013: 361).

Hofstede (1983: 79-80), bireylerin birbirleriyle olan bağlarının güçlü olmadığı, herkesin yalnızca kendisi veya ailesinin menfaatleriyle ilgilendiği, toplumun bireylerin özgürlük alanlarını daha geniş tuttuğu toplumları bireyci toplumlar olarak tanımlamıştır. Toplulukçu toplumlarda ise bireyler arasındaki bağların oldukça sıkı olduğu, bireylerin doğduğu köy, kabile ya da geniş ailelerle yakın ilişkiler içinde bulunulduğu ve bireylerin içinde bulundukları grupların menfaatlerini öncelediği ifade edilmektedir. Buna göre; bireyciliğin nispeten düşük, toplulukçuluğun ise nispeten yüksek olduğu milletimiz toplulukçu kültürler sınıfına girmektedir.

İş-aile çatışması ile bireylerin işe karşı olumsuz tutumları sonucunda oluşabilecek örgütsel sonuçlar arasında anlamlı ve pozitif yönlü ilişkiler olduğu sonucuna ulaşan pek çok çalışma mevcuttur. Ancak bu çalışmaların genellikle bireyci bir toplumu barındıran Amerika'da yapılmış olduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla, toplulukçu bir toplumda bireylerin iş-aile çatışmasına ne gibi tepkiler verdiği ve hangi sonuçların doğduğu konusundaki bilimsel boşluğu doldurmak üzere çalışmaların yapılması gerekmektedir. Kültür ve davranış arasında direkt bir ilişki olduğu kesin olarak söylenemese de kültürün insanların düşünceleri, duyguları ve eylemleri üzerinde oldukça etkili olduğu bilinmektedir. Farklı kültürlerdeki insanların işe ve aileye bakışlarının farklı olması sebebiyle iş-aile çatışmasının sebeplerinin ve etkilerinin bireyci ve toplulukçu kültürlerde farklılık gösterebileceği ifade edilmektedir (Wang vd., 2004: 393).

Pal ve Saksvik (2006: 309-310), toplulukçu kültüre sahip olan Hindistan ve bireyci kültüre sahip olan Norveç'te çalışmakta olan doktorlar ve hemşireler üzerinde yaptıkları çalışmalarında, Hindistan'da çalışan doktorların ve hemşirelerin Norveç'te çalışanlara göre neredeyse iki kat daha uzun çalışma saatlerinin olmasına rağmen daha az iş-aile çatışması yaşamakta olduğu bulgularına ulaşmışlardır. Bu durumun sebebi olarak ise sıkı aile bağları dolayısıyla Hindistanlı çalışanların daha fazla sosyal destek almakta olduklarını ve bu sebeple işlerine yoğunlaşmalarının daha kolay olduğunu belirtmişlerdir. Benzer şekilde, Galovan ve diğerleri (2010: 653), Singapurlu ve Amerikalı çalışanlar üzerinde yaptıkları araştırmada uzun çalışma saatlerinin Amerikalı çalışanların iş-aile çatışması yaşamasına sebep olurken Singapurlu çalışanlar için uzun çalışma saatleri ile iş-aile çatışması arasında anlamlı bir ilişki olmadığı sonucuna ulaşmışlardır. Toplulukçu bir kültüre sahip olan Singapurlu çalışanlar için çalışmak, kendileri ve aileleri için bir onurdur ve bu sebeple çalışanlar, işleri için kendilerine ayıracakları zamandan fedakarlık edebilmektedirler.

Bir başka çalışmada ise özel bir şirketin İngiltere, Amerika ve Hong Kong'taki çalışanları ele alınmıştır. Beklenildiği üzere, bireyci kültüre sahip olan İngiltere ve Amerika'da iş-aile çatışmasına ilişkin sonuçlar birbirine yakın çıkarken, Hong Kong'taki çalışanların diğer çalışanlardan farklı olarak daha fazla iş-aile çatışması yaşamakta oldukları ortaya çıkmıştır. Hong Kong toplumunda ailelenin bireylerden beklentilerinin fazla olması bireyleri aileleri için yeterli zaman ayıramama kaygısına düşürerek uzun çalışma saatlerini olumsuz bulmalarına ve iş-aile çatışması yaşamalarına yol açmaktadır (Wharton ve Blair-Loy, 2006: 432).

İş-aile çatışmasının yaşanmasına etki eden bir diğer sosyokültürel faktör ise toplumsal cinsiyet algısıdır. Günümüz toplumlarında cinsiyet algısı, erkekleri evin geçimini sağlayan ve evde karar verici konumunda olan aile reisi olarak kadınları ise evdeki duygusal durumları yöneten, ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu olan, eşlerine tabi bireyler olarak nitelendirmektedir (Trachtenberg vd., 2009: 472). Kadınların üretim ve tüketim nesnesi olarak kullanılması, ezilmesi, sömürülmesi biyolojik olarak erkeklerin daha üstün olduğundan değil sosyal, siyasal ve ekonomik düzenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. “Erkek egemen” ya da “ataerkil” ifadeleriyle vurgulanmaya çalışılan “sorun erkeklerden kaynaklanıyor” yargısında yanılgılar mevcuttur. Gerçekte erkek egemen yerine “haz egemen” ya da “kâr egemen” düzenden bahsetmek kadınların günümüzde neden bu denli sömürülmekte olduğunu daha iyi ifade edebilmektedir (Şahin ve Gültekin, 2013: 32).

Batı toplumlarına paralel olarak Doğu toplumlarının da uyum sağlamaya çalıştığı yeni dünya düzeninde birtakım sosyodemografik değişiklikler oluşmaktadır. Yaşam şartlarının gün geçtikçe zorlaşması ve kadınların eğitim düzeyinin yükselmesi gibi sebeplerle kadınların işgücüne katılımı artmaktadır (Karimi, 2009: 125). Kadınların işgücüne katılımı olumlu bir gelişme olsa da çalışan kadınlara karşı mevcut geleneksel değerlere dayalı tutumların sürdürülmesi, zorlukları da beraberinde getirmektedir. Geleneksel aile yapısının gereği olarak çalışan kadınlar, aile içi beklentilerle iş yaşamının beklentileri arasında kalmaktadırlar. Bu iki sosyal yapı arasında denge kurmakta zorlanan kadınlar kimi zaman çalışma yaşamından çekilmektedirler. Kadınların daha önce evde oturan, çocukların, eşin ve bazen de ebeveynlerin sorumluluğunu üstlenen rollerinin dışında artık iş hayatında da aktif roller üstlenmeleri, diğer taraftan evin sorumluluğunun da büyük ölçüde kadınların omzunda devam etmesi, bütün bunlara yetişebilmek için kendilerini aşırı zorlamalarına neden olmaktadır. Bu sebeple, yapılan çalışmalarda kadınların iş-aile çatışması, stres ve tükenmişlik gibi

olumsuzlukları erkeklere oranla daha fazla yaşıyor olabilecekleri öngörülmektedir (Negiz ve Tokmakçı, 2011: 4049).