• Sonuç bulunamadı

Saltanat, mecliste yapılan görüşmeler neticesinde 1 Kasım 1922 tarihinde kaldırılmıştır. Mustafa Kemal’in yeni devletin kuruluşunda yasal organ olarak gördüğü Birinci Türkiye Millet Meclisi (Çeçen, 2007, s. 45), her ne kadar büyük çoğunluğu millet egemenlinden yana olan temsilcilerden oluşmuşsa da, bu durum Saltanatın Kaldırılması’yla gelen bir takım tartışmaların ve muhalefetlerin gelişmesini engelleyememiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, saltanatın yeni kurulan Türk Devleti için kabul edilebilir bir durum olmadığı üzerinde önemle durmuşlardır. Bu nedenle, tek kişinin egemenlikte söz hakkına sahip olduğu altı asırlık monarşi ortadan kaldırılmış ve yerine millet egemenliğine dayalı bir meclis kurulmuştur (Çeçen, 2007, s. 86).

İstanbul Hükümeti, gerek meclisin toplanmasını engellemek gerekse mecliste alınan bu karara karşı çıkmak için bir takım girişimlerde bulunmuşsa da herhangi bir netice alamamıştır. Mustafa Kemal, yasama ve yürütme organlarının mecliste toplandığını ve egemenliğin artık hiçbir suretle bir kişiye bağlı olamayacağını belirterek çalışmalarına devam etmiştir. Sonuç olarak, meclisin kurulması ile padişahın artık görev ve sorumluğu

53

ortadan kalktığı gibi, Saltanatın Kaldırılmasıyla da artık egemenlik hakkı padişahtan alınıp ulusa, yani hakla verilmiştir (Çeçen, 1998, s. 214).

4.1.2.Cumhuriyetin İlanı

Mevcut anayasaya göre bakanları seçmek ve devamında hükümeti kurmak bir hayli zor ve zaman alıcıydı. Dönemin içinde bulunduğu şartlar altında düşünüldüğünde, yeni kurulmuş devletin yapması gereken tüm işleri aksattığı için ve dolayısıyla da sık sık tartışmalara neden olduğu için bu durum artık değiştirilmeliydi. Mevcut anayasaya göre, her bakan meclisten tek tek oy birliği ile seçilirdi. Ancak yeterli oy birliği sağlanamadığı için hükümet krizleri meydana gelmekteydi. Mustafa Kemal meclisteki bu durumu gözlemleyip değerlendirdikten sonra, şartların olgunlaşmasını beklemiştir. Meclisin içinde bulunduğu bunalımı ve yaşanan hükümet krizlerini sonlandıracak en sağlıklı yolun cumhuriyet olduğunu düşünmüştür. Çünkü Cumhuriyetin İlanı ile bakanların seçiminde yaşanan problemlerin ve hükümet krizlerinin ortadan kalkacağına inanılmıştır. Bu sistemde, meclis tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı vardır. Cumhurbaşkanı bakanlar içerisinde bir başbakan seçer ve başbakan da milletvekilleri arasında bakanları seçip hükümeti kurar. Böylece kabine kurma sistemindeki aksaklık akılcı bir şekilde çözüme kavuşturulacaktır (Mumcu, 1996, s. 108-109).

Mustafa Kemal, arkadaşları ile yaptığı görüşmelerden sonra 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyeti ilan etmesiyle birlikte artık Türkiye Devleti bir Cumhuriyet olmuştur. Meclis kararıyla bu yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Mustafa Kemal ise ilk başbakan olarak İsmet İnönü’yü seçmiştir (Mumcu, 1996, s. 109).

4.1.3.Halifeliğin Kaldırılması

Mustafa Kemal, yeni kurulan Türk devleti için her anlamda çağdaş olmaya önem gösterdiği için Halifeliği kabul etmemiştir. Nitekim halifelik de saltanat gibi yönetimde çift başlı bir anlayışı sürdürmeye yönelik, çağdışı bir olgu olarak ele alınmıştır. Ona göre din merkezli imparatorlukların varlığı son bulmuş ve gücünü milleten alan çağdaş ulus devletler varlığa gelmiştir. Ayrıcı Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinden

54

çıkardığı derslerin neticesinde, İslam dünyasında halifelik gibi bir makamın artık çok anlamlı olmayacağına inanmıştır (Kongar, 2006, s. 165-166).

Saltanatın kaldırılmasına yönelik meydana gelen tartışmalar gibi, halifeliğin kaldırılmasına yönelik tartışmalarda sıklıkla gündeme gelmiştir. Her ne kadar Mustafa Kemal ile milli mücadeleyi beraber yürüttüğü yol arkadaşları arasında fikri olarak birçok noktada benzerlik olsa da bazı noktalarda farklılıklar da mevcut olmuştur. Halifelik konusu, bu farklılık yani görüş ayrılığı arz eden noktalarından biri olmuştur. Meclis içinden ve dışından birçok kişi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan halifelik makamının gerek ülke içinde gerekse tüm İslam aleminde liderlik gücünden yararlanmak adına kalmasını istemişlerdir. Yapılmak istenen şey; İslam dünyası liderliğini garanti altına almaya çalışmaktır (Özçelik, 2010, s. 32).

Halifeliğin kaldırılmasına dair tüm fikir ayrılıklarına rağmen, halifenin ülke bütünlüğünü tehlikeye sokacak davranışlarda bulunması, milletin iradesinin temsili niteliğinde olan meclisi görmezden gelmesi, başka ülkelerden gelen Müslüman kişilerin soruları için fetvalar yayınlanması, ekonomik sorunlar ve bütçe ile ilgili konularda Osmanlı hanedanına kışkırtıcı nitelikte öğütler vermesi gibi faaliyetleri neticesinde Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve diğer yol arkadaşlarının görüşleri doğrultusunda 3 Mart 1924 tarihinde Halifelik kaldırılmıştır (Akkoyun, 1997, s. 140).

4.1.4.Laiklik ile İlgili Düzenlemeler

Teokratik bir yapıya sahip olması nedeniyle Osmanlı’nın devlet işlerinde, din önemli bir yere sahip olmuştur. Din kuralları, devlet yönetimi için belirlenen normlar üzerinde büyük etkiye sahip olmuştur. Devlet ile ilgili alınacak kararlarda ve sorunların çözümünde din adamlarının görüşleri alınmıştır. Din adamları, yapılan eylemin dine uygun olup olmadığı hakkında fetva vermişlerdir. Ancak dini konulara yeterince haiz olmayanların fetva verecek mevkilere gelmesi ve çıkarları için dini araç olarak kullanmaya başlamaları, devlet için büyük tehlikeleri meydana getirmiştir (Angı, 1983, s. 120).

Bu sorunların ortadan kaldırmanın en sağlıklı yolu, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak düşünülmüştür. Böylece devlet işlerinde dini kurallar yerine, aklın temel alındığı kurallara görev verilmesi düşünülmüştür. Bunun gerçekleştirecek olan şey, laiklik ilkesinin uygun bir şekilde devletin her alanında yer edinmesini sağlamaktır. Mustafa

55

Kemal ve arkadaşları laikliğin yeni Türk Devleti’nce tam olarak benimsenmesi için birçok faaliyette bulunmuşlardır. Yukarıda bahsedilen ve 3 Mart 1924’te kaldırılan halifelik, laiklik için atılan ilk önemli adımdı. Halifelikle beraber yine aynı gün, din işlerini devlet adına düzenleyen ve denetleyen Şer’iye ve Efkaf Vekaleti kaldırılıp yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Böylece laiklik için temel adımlar atılmıştır (Angı, 1983, s. 121). Yapılan bu çalışmalar, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde tanımlanan laikliğin toplumun tüm alanlarına yayılıp kalıcı bir şekilde varlığını sürdürmesi için yeterli olmamıştır. Yapılanların aynı zaman anayasal güvence altına alınması gerekiyordu. Bunun için öncelikle 1924 Anayasası’ında yer alan; “devletin dini İslamdır” şeklindeki ibare kaldırılmalıydı. Nitekim bunu gerçekleştirmek için 1924 Anayasası’nın 1928 yılında yapılan değişikliği ile bahsedilen ifade anayasadan kaldırılmıştır. Laikliğin anayasal güvence altına alınması için yapılanlar elbette bununla sınırla kalmamış ve artık laikliğin kesin olarak anayasada yer alması için devlet şekliyle ilgili ibarede değişikli yapılmıştır. 1924 Anayasası’nın 1937 yılında gerçekleştirilen değişikliğiyle; “Türkiye Devletinin, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçı” olduğu maddesi kabul edilmiştir. Böylece laiklik, anayasal olarak güvence altına alınmıştır (Özçelik, 2010, s. 34). Cumhuriyetin kuruluş yıllarında meydana gelen bu düzenlemeler ile Mustafa Kemal’in de yukarıda belirttiği üzere; modern, çağdaş ve olgun toplum idealine kavuşulmaya çalışılmıştır. Yaklaşık altı asır boyunca varlığını monarşik ve teokratik olarak sürdüren Osmanlı’dan sonra siyasi alanda inkılaplar yapmak elbette hem tarih kaynaklarında anlatıldığı kadar hem de yukarıda ifade edildiği kadar kolay olmamıştır. Yaklaşık yüzyıl önce gerçekleştirilen bu düzenlemelerin günümüzde bile yeterli olgunluğa kavuşup kavuşmadığı bir tartışma konusu olarak varlığını sürdürdüğü düşünüldüğünde, durum daha da netleşmiş olacaktır.

Yukarıda yapılan açıklamadan sonra siyasi alanda yapılan inkılaplar kısaca toparlanacak olunursa, öncelikli olarak belirtilmesi gereken şey; siyasi alanda yapılan inkılapların burada anlatılanlarla sınırlı olmadığıdır. Bununla beraber devletin siyasi ve ideolojik yapısında büyük değişikler meydana getiren; Saltanatın Kaldırılması, Cumhuriyetin İlanı Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik ile ilgili yapılan çalışmalar ele alındı.

Saltanatın Kaldırılmasıyla ülkede çift başlı yönetim ortadan kalmış, halk egemenliğini pekişmiş ve monarşinin resmi olarak ortadan kaldırıldığı kabul edilmiştir; Cumhuriyetin İlanıyla yeni kurulan devletin yönetim biçimi belirlenmiş, hükümet krizlerine çözüm

56

bulunmuş ve demokratik hayatın önü açılmıştır; Halifeliğin Kaldırılmasıyla Yavuz Sultan Selim döneminde elde edilen halifelik makamı lağvedilmiş, devlet işlerinde ikiliğe neden olan ve dolayısıyla karışıklığa neden olan bir makam ortadan kaldırılmış ve laiklik için temel adım atılmıştır; Laiklik çalışmalarına gelindiğinde, gerek toplumsal alanda gerekse anayasal alanda düzenlemelerin birbirini pekiştirdiği görülmüştür.

Benzer Belgeler