• Sonuç bulunamadı

Siyasi Otorite: İktidar

1.5. TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM ARACI: MODERNLEŞME

1.5.5. Siyasi Otorite: İktidar

Modern ulus devletler 1648 yılındaki Westfalya barışı ile siyasal sınırların ve bölgesel düzenlemelerin belirlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla modern ulus devletler, coğrafi sınırlarının belirlenmesi ve meydana getirilen uluslar üzerinden tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır. Burada üzerinde durulması gereken nokta, geleneksel yapıdan farklı olarak meşruiyetin kaynağının nasıl olması gerektiği hususudur. Zafer Durdu’ya göre,

‘’Modernliğin siyasal kültürü devletin biçimini değiştirdiği gibi, devlet ile toplum arasındaki dikey ilişkileri de yatay hale getirme vaadini içeriyordu. Bu vaade göre devlet topluma yukarıdan bakan, dediği, yaptığı sorgusuz sualsiz doğru

22

olan bir kurum olarak işlemeyecek, aksine toplumdan beslenen, aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir mekanizma ile çalışacaktı’’ (Durdu, 2018: 580).

Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere modern devletler, geleneksel devletlerde görülen sınıf veya Tanrısal meşruiyetin yerine vatandaş diye tarif ettiği halkın meşruiyet kaynağı olduğunu ifade eder. Modern devlet, birçok kişi tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Modern devletin kapitalizm ile birlikte ortaya çıktığını ifade eden Marx (2013: 55-84)’a göre devletin yürütme gücü burjuvazinin menfaatlerini yürütmekten öteye geçememiş bir kuruldur. Siyasal iktidar ise bir sınıfın diğer bir sınıfı ezmek için kullandığı örgütlü güçtür. Burada temel alacağımız husus, siyasal iktidarların dönüştürücü gücünü kullanarak bir sınıfı ya da bireyleri istediği veya istenilen doğrultuda piyasaya sürmesidir. Bauman’a göre

‘’Modem devletin zor kullanmaya yetkili güçleri, devlet merkezli manevi seferberlikle birleştiğinde, baskıcı gücü ve öldürücü potansiyeli komünist ve faşist rejimlerin pratiğinde açığa çıkan zehirli bir karışım oluşturmaktadır’’ (Bauman,

2011: 170).

İstenilen toplumun ortaya çıkarılması sistemli bir çalışmayı beraberinde getirmektedir. Modern devletler bu süreçte topluma egemen olmak için farklı yöntemler uygulamışlardır. Bu yöntemlere genel itibariyle baktığımızda Bauman’ın bahçıvan devlet paradigmasını görmekteyiz. Bu paradigmada devlet, modern kültürün savunucu ve denetleyicisi görevini üstlenmektedir. Bu noktada entelektüellere büyük bir sorumluluk yüklendiğini ifade eden Bauman’a göre,

‘’Modem devlet bahçeci bir devlettir. Benimsediği duruş bahçıvanlık duruşudur. Nüfusun mevcut (yabani, terbiye edilmemiş) durumunu gayri meşru sayıp, var olan yeniden üretim ve öz dengeleme mekanizmalarını elden çıkarır. Bunların yerine, değişimi, rasyonel tasarımın öngördüğü istikamete yöneltmek amacıyla inşa edilen mekanizmaları yerleştirir. Gündelik hayatı şekillendirmeye yönelik nüfusu ikiye böler: Beslenecek ve özenle çoğaltılacak faydalı bitkiler ve yok edilecek ya da kökünden sökülecek yabani otlar. Bu ölçütlere göre, (bahçıvanın tasarımınca belirlenen) faydalı bitkilerin gereksinimleri el üstünde tutuldu, yabani ot ilan edilenlerinse yok sayılır’’ (Bauman, 2003: 34).

Bauman’ın da ifade ettiği gibi modern kültür, gündelik yaşamın değişimini öngören bir kültürdür. Bu kültürde bireylerin nasıl düşünecekleri, nasıl konuşacakları ve

23

nasıl davranacakları ile ilgili temel prensipler mevcuttur. Bu prensiplerin yerine getirilme hususu da modern devletin bizatihi kendisi tarafından denetlenecek mekanizmalarla yerine getirilmektedir. Burada devletin bahçıvan görevini yerine getirmesi ona ayrıca bireyler üzerinden inisiyatif kullanma hakkını da vermektedir. Bu inisiyatif, bireyin varlığı üzerinden şekillenerek oluşturulmaktadır. Bahçıvan zararlı ot olarak gördüğü kimseleri dilerse iyileştirme yoluna gidecek, dilerse de kökünden koparma yetkisini tekelinde bulundurabilecektir. Rasyonel ilkelerle şekillenen modern devletler, geleneksel normların tahakkümünü ortadan kaldırarak kitleleri istenilen doğrultuda yetiştirmeye çalışmıştır.

Modern devletlerin düzenleme ve denetleme mekanizmaları üzerindeki çalışmalarını ideolojik ve bastırıcı aygıtlar olarak ortaya koyan Louis Althusser (2000: 29) ise devletin ideolojik ve bastırıcı aygıtları arasındaki farkı açıkladıktan sonra ideolojik aygıtları birbirinden ayrı ve özelleşmiş kurumlar olarak ifade eder. Bu kurumların kitleler karşısına dolaysız bir şekilde çıkması, ideolojinin kim tarafından aşılandığının da açık bir göstergesidir. İdeolojik aygıtların daha çok özel alanda belirdiğini ifade eden Althusser, dini (kilise), öğretimsel (özel ve devlet okulları), ailevi, hukuki, haberleşme (basın, radyo ve televizyon), kültürel (edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.) gibi aygıtların olduğunu ifade eder. Bastırıcı aygıtların ise daha çok kamusal alanda belirdiğini, bunlara örnek olarak da ordu, polis, mahkeme ve hapishaneleri verir. Althusser’ın paradigmasında devletin toplumu düzenleme yöntemi olarak ideolojik aygıtların, denetleme ve cezalandırmada ise bastırıcı aygıtların rol oynadığı görülmektedir.

Modern iktidarın itaatkâr bedenler ürettiğini ifade eden Foucault (1992: 169-170), bireylerin iktidar gözetimi altında olduğunu, bu gözetlemenin aynı zaman ayıklama olduğunu ifade eder. Bauman’ın ifade ettiği istenmeyen otun ayıklanma süreci Foucault ’da çeşitli kurumlar (hapishaneler, akıl hastaneleri vs.) vasıtasıyla yerine getirilmektedir. İktidar, toplumun rasyonelleştirmek adına bilgi üretimini sağlamakta ve bu bilginin toplumun gündelik hayatlarında kullanımını sağlayarak onları özne haline getirmektedir. Bu öznelerin ise sürekli gözetim ve denetim altında tutularak oluşturulduğu ifade edilmektedir.

Özetle modern iktidarlar, toplumu istenilen şekilde eğitmek, modern kültürün gerektirdiği rasyonel yaşam biçimleri ve özneler oluşturmak için yasalar çıkarmış, bu

24

yasaların uygulanması için bazı kurum ve kuruluşları görevlendirmiştir. Bu süreç kimi zaman zor kullanılarak, kimi zaman da rıza dâhilinde gerçekleşmiştir. Durkheim, toplumda ani bir şekilde meydana gelen sosyal ve siyasal değişimlerin kargaşa ve çatışma yaratıp anomiye (kuralsızlık) neden olacağını ifade etmiştir. Kuralsızlığın meydana geldiği toplumlarda insanların suç işleme, başkasına zarar verme veya intihar etme eğilimlerinin arttığı bilinmektedir. Dolayısıyla modern iktidarların toplumda bir kuralsızlık ortamı meydana getirdiği ve bu ortamın da birey ve toplum aleyhine olduğu düşünülmektedir.