• Sonuç bulunamadı

Görsel 19 Fatma Kaya, Çığlık, 2018, 120x120 cm, Tuval üzerine akrilik boya

II. BÖLÜM KORKU VE BİLİNÇALTI İMGELERİ

2.4. Korku ve Bilinçaltını Etkileyen Faktörler

2.4.2. Siyasi Faktörler

Toplum üzerinde psikolojik baskı uyandıran en önemli olaylardan birisi savaş sıralarında yaşanan korku ve tedirginlik duygusudur. Korkuya neden olan şeyin, başka insanlar değil, daha ziyade bütün insanların aynı biçimde karşı karşıya bulunduğu tehdit olması açısından önemlidir. “Vico, korkuya ortak korku diye vurgu yapar. İnsanlar dış bir tehditten korkmak yerine birbirlerinden korkarlar. Yine de her bir bireyin bir diğeri karşısında hissettiği korku toplumsal ortaklığın kurulmasına vesile olur” (Svendsen, 2017: 136). Toplumu tehdit eden ve endişe uyandıran durumla karşılaşan insanlar aslında hepsinin de aynı şey üzerinden korktuğunu fark edebilirler. Savaşın izlerine maruz kalmış insanların tek ortak duygusu korkudur. Bu da toplumun ortak bir dilde duygu oluşumunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Korku duyan insanlar özgürlüğünü kısıtlar ve geleceğinin yönünü belirler. Chuck Palahniuk’un romanı Invisible Monsters’da (1999) bir noktaya değinmiştir: “Gelecek ne zaman vaat olmaktan çıkıp bir tehdit unsuru haline geldi?” (Svendsen, 2017: 172). Burada asıl önemli olan ayrıntı şudur. Mesele, korkuyu geri dönmemek üzere sonsuza kadar yok etmek değildir. Korku her zaman yerinde bulunmaya ve bilinçaltını etkilemeye devam edecektir. Önemli olan korku duygusuna aldırış etmeden, mücadele girişimlerine pozitif yanıtlar verebilmektir.

Savaşı bir yücelik olarak gösteren Kant “Savaş bile eğer düzenli olarak ve yurttaşların hakları uğruna kutsal bir saygı içinde yürütülürse kendi de yüce bir değer taşır” cümlesiyle aynı zamanda korkunun da yüceliğine değinmiştir (Aktaran, Svendsen, 2017: 109). Savaşa katılan bazı insanların çeşitli söylemleri göz önüne alındığında mücadelenin ekonomi ve sanayideki gelişmelerle birkaç ay sonra biteceğine, daha fazla uzamayacağına ilişkin düşünceler yer almaktadır. Fakat 1914 yıllarında ilk Avrupa’da etkisi görülmeye başlayan sömürge devletlerinin diğer devletlerle de etkileşime geçerek neredeyse tüm ülkelerde patlak veren uzun yıllar boyu etkisi hissedildiği bu savaş dönemi, resim sanatında bir dönüm noktası olmuş, siyasi, ekonomik ve sosyal boyutlarda değişimlere neden olmuştur. Savaşlarda hayatını kaybeden askerler ve ressamlar, darmaduman olmuş aileler, psikolojik kayıplar, savaşların meydana getirdiği çeşitli salgın hastalıklar, açlık, göçler, esirler, savaşlardan kaçıp kurtulma düşüncesiyle her bir yana dağılmış mülteciler, trajedi

hikâyelerini oluşturarak aynı zamanda resim sanatında korku ve bilinçaltı kavramlarının yoğun bir şekilde konu edilmesine olanak sağlamıştır. Bu dönemde yaşayan insanların duygularını bir sanatçı gözüyle tanıklık etmek daha etkili olacaktır çünkü oluşturdukları resimleri de tarih olarak bir belge niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla Avrupa’daki hemen hemen bütün sanatçıların ürettiği eserlerinde bu dönemin izlerine rastlamak mümkündür. Bu kasvetli dönemin sanatçıların eserlerindeki etkisi bir isyan niteliğindedir. 20. yüzyılın sanat akımları bu doğrultuda ortaya çıkarak yeni biçim ve fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Etkisi görülen dünya savaşları Avrupa merkezli bir savaş olmasına rağmen diğer kıtalara da yayılan büyük çaplı bir savaş haline gelmiştir. Şimdiye kadar görülmüş bütün savaşlardan farklı olarak, endüstrileşmenin etkisiyle teknolojinin daha ileri bir seviyeye ulaşması ve bu nedenle kimyasal silahların üretilmesi diğer ülkeleri de fazlasıyla etkileyerek yıkımlara neden olmuş, yerine yeni devletlerin kurulmasını sağlamıştır. Savaş teknolojisinin gelişmesiyle birlikte devletlerin hızla silahlanmış olması milyonlarca insanın kaderini değiştirmiş ve bireyler üzerinde psikolojik travmaların yaşamalarına sebep olmuştur. Savaşın insanlar üzerinde bıraktığı etkileri, savaş sonrasında da devam ederek etkisini hissettirmiştir. Savaş sıralarında yapılan posterler ve afişlerin kullanıldığı da dikkatleri çekmektedir. Bunun amacı halkı cesaretlendirmek, kadın, çocuk ve yaşlıların savaşa destek vermeleri için ikna etmek, yardım bağışları toplamak vb. birçok amaç içermektedir.

Farklı tarihsel süreçler içerisinde birbirini takip eden savaşlar, toplumsal değerlerin yok olmasına ve bu süreç aralığında endüstri ve teknik ilerlemelerin yanı sıra teknolojinin gelişmesine, toplumsal sınıf farklılıkları ve birey olgusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki ilk otuz yıllık sürecinde Avrupa askeri ve ekonomik yönden dünyanın büyük bir kısmına hükmetmekteydi. Tam anlamıyla bir altın çağı yaşıyordu da denilebilir. Teknoloji, tıp ve eğitim kategorisindeki gelişmeler ve ilerlemeler Avrupa’daki insanların zihninde Aydınlanma’nın zaferini canlandırsa da; nitekim, avangard sanatçı ve düşünürlerin önderliğinde, kültür alanındaki köklü değişimler sonucunda Avrupa bu dönemde yeni bir çağa ve moderniteye doğru adımını atmış bulunmaktadır. Beraberinde I. ve II. Dünya Savaşı sıraları insanlarda

meydana gelen bunalımlar, yeni bir savaşın oluşmasına karşı korku ve endişe yaratmıştır. Dinsel, siyasal, sosyal ve ekonomik baskılar arttıkça toplum üzerinde huzursuzluğa neden olmakla birlikte dönemin kasveti de sanat üzerinde fazlasıyla hissedilmektedir.

Vietnam’da savaşmış Amerikalı bir askerin açıklamalarına bakıldığında şu sözlere yer verilmiştir;

“Bir başka sefer kendi insanlığımın karşısında durdum, bir çukurun içine baktım ve orada gördüklerimi sevdim. Bizi başkalarının acısını hissetmeye sevk eden şu temel empati hususiyetinden ayrı bir estetiğe kapılmıştım. Ve orada feci bir güzellik gördüm. Savaş sadece çirkinlik ruhu değildir… o aynı zamanda büyük ve ayartıcı bir güzellik meselesidir” (Svendsen, 2017: 110). Savaşın estetik bir olgu olduğunu ve çeşitli izlenimlerini okuyucular ile bu şekilde paylaşmıştır.

Misak Manouchian’da ki Fransız Direniş Grubu’nun üyesi olan 22 yaşındaki Spartaco Fortano isimli bir askerin 1944 yılında annesine yazdığı bir mektupta döneminin zorluklarına ilişkin ifadeler yer almaktadır;

“Sevgili anne, tanıdığım bütün insanlar içinde en çok sen üzüleceksin, bu yüzden son düşüncelerimi sana aktarıyorum. Ölümümden ötürü kimseyi suçlama, bu kader benim seçimim.

Sana ne yazacağımı bilemiyorum. Aklım başımda ama uygun sözleri bulamıyorum. Kurtuluş Ordusu’nun saflarında yer aldım ve zaferin ışığı henüz parlamaya başlarken ölüyorum… Az sonra yirmi üç yoldaşımla birlikte kurşuna dizileceğim.

Savaştan sonra hakkın olan emekli aylığını istemelisin. Eşyalarımı sana hapishanede verecekler. Sadece babamın fanilasını alacağım çünkü soğuktan titremek istemiyorum…

Bir kez daha elveda diyorum. Cesaret!” Oğlun Spartaco (Hobsbawm, 2006: 189).

King Crimson’un 1969 dolaylarında çıkardığı “In the Court of the Crimson King” albümü içerisinde yer alan “Epitaph” isimli şarkıda da yaşanılan bu sancılı

dönemin etkileri görülmektedir. Bu şarkıda ; “ölümün enstrümanları peygamberlerin üzerine yazılan duvarını çatlattığını, tüm insanlar paramparça olduğunda kâbus ve rüyalarla sessizlik çığlıklarına boğulacağını, güneş ışınlarının sadece ölüm enstrümanlarının tepesini aydınlattığını ve içini ölüm korkusunun sarmasıyla birlikte yarın ağlıyor olacağını” (Sanal 1) anlatmaktadır. Bu da dönemin buhranının sanatçılar üzerinde korku ve endişe uyandıran büyük bir etki yarattığını bizlere göstermektedir

Son olarak, savaş ve savaşın siperlerinden sağ kurtulanlar arasında yarattığı “travmatik” nevroz salgını, psikanalistlerin ilgisini de uyandıracaktır. Bu olaylar, Freud’un ilk defa 1920 tarihli Jenseits des Lusprinzips (Haz İlkesinin Ötesinde) başlıklı bir denemede kullandığı “ölüm dürtüsü” kavramını ve de “id”, “ben” ve “üstben”i karşı karşıya getiren patojen çatışmaları merkeze alan ikinci bir “topik”i geliştirmesine yol açar (Delacampagne, 1998: 73).

Benzer Belgeler