• Sonuç bulunamadı

1. GERÇEKLİĞİN ESTETİKSEL OLARAK ÖZÜMLENİŞİ

2.3. Sinemanın Gelişim Süreci

2.3.1. Sinemanın Dili: David Wark Griffith

Amerika’da bağımsız sinemacılar tarafından Hollywood yapım şirketinin kurulmasıyla birlikte sinema farklı bir yön izleyerek sanayileşme sürecine girmiş ve bu sadece Amerika değil diğer tüm ülkelerde de benzer durumlar söz konusu olmuştur. Sinemanın izleyiciler tarafından yoğun bir ilgi görmesiyle filmlerin merakla izlenmesi bu süreci hızlandırmış ve film üretiminin artmasına neden olmuştur. 1908 yılında Monte Cristo Kontu (1908;The Count of Monte Cristo) adlı filmin gösterimiyle Hollywood endüstrileşme yolunda ilk adımını atmış ve bu süreç içerisinde beyaz perdede hareketli görüntüleri kullanarak farklı anlatım biçimleri de denemiştir.

Bu nedenle sinema kendine özgü anlatım yolları aramış ve kamera önündeki düzenlemeler Méliés’ten gelen teatral etkide kalmıştır. Sinemanın ilk ürünlerin veren Méliés’ten sonraki bu süreçte David Wark Griffith önemli bir rol üstlenmiştir. Ufak yaşlarında tiyatroyla ilgilenen ve oyunculuk, oyun yazarlığı gibi deneyimleri olan Griffith aynı zamanda Edison’n şirketi için de senaryolar yazmıştır. 1908 yılında yönetmen olarak çalışmaya başlayan Griffith sinemadaki çıraklık dönemini Porter’ın yanında geçirmiş ve Porter günümüzde film tekniğini ilk anlayarak üretim yapan Amerikalı yönetmenlerden bir tanesidir.

İçerik olarak farklı olan görüntüleri kurgu ile bir araya getiren ve filmlerinde bir öykü anlatmayı amaçlayan Porter melodramatik olayları sinemaya uyarlayan ilk yönetmendir. Porter’ın yanında yetişen Griffith yönetmen olduğu dönemde kamera gibi çekim araçlarının belli bir seviyede olması onları çekimlerde daha yaratıcı olmaya sevk etmiştir. Bu nedenle kamerada yatay-dikey görüntü üzerine kompozisyonlar çalışan Griffith objektifler ve tripod (üçayaklar) gibi yan donanımları da araştırmıştır. Böylece farklı odak uzaklığındaki objektiflerle çalışırken diğer yandan da kameranın bulunduğu yeri değiştirmiştir. Bu sayede farklı kamera açılarıyla ikili çekimlere başlayan Griffith oyuncuların önüne sabit duran bir kamera yerleştirip farklı bir açıya geçmek için kamerayı hareket ettirmiştir.

Bundan dolayı hareketli görüntülerde yakın çekimden geniş plana doğru akan bir kamera hareketi ortaya çıkmıştır. Griffith bu kamera açılarını kullanırken iki boyutlu yüzeyde daha farklı bir anlatım gerçekleştirebileceğini farketmiş ve bunun

için sadece genel, orta ve yakın çekim ölçeklerini kullanırken panorama genel çekim ölçeğini de denemiştir.

Böylece oyuncunun oldukça uzakta göründüğü kamera açısı elde etmiş ve elde ettiği bu açıyla nesnelerin içinde bulunduğu üç boyutlu ayrıntılarını da görüntülere yansıtmayı başarmıştır. Kullandığı çerçeve sayesinde konuyla ilgili de izleyicilerin bir bütünlüğe bakmasını sağlayan Griffith sinema diline kameranın mekân ile ilişkisine farklı boyut getirmiştir. İzleyicilere farklı mekânları aynı anda gösteren Griffith zaman-mekân ilişkisini görüntüleri ardı ardına koymasıyla elde etmiştir. Kamerasını farklı konumlara koyarak farklı zamanlarda çekim yapmasına rağmen bir bütün haline getirdiğinde sanki her şey o an gerçekleşiyormuş hissi verir. Onun izleyiciler üzerinde elde ettiği bu his, sinema diline farklı bir yenilik ve anlam kazandırmıştır. Kameranın çektiği görüntü kadar kurgu sürecinin de önemli olduğunu ispatlayan Griffith kurgunun farklı durumlar içinde kullanılabilecek bir öge olduğunu göstermiştir. “Her çekimin beyazperdede kalış süresini belirleyerek sadece dram sinemasal zaman boyutu yaratmakla dramatik bir etki elde etmekle kalmamış, aynı zamanda sinemasal zaman boyutu yaratmakla ilgili ilk adımları da atmıştır” (Kılıç, 2008, s. 226). Dikkat edilmesi gereken diğer bir konu ise Griffith’in sinema diline kattığı zaman kavramıdır.

Filmlerde yer alan zamansal akışın önemli bir yer tuttuğunu gösteren Griffith’in çekim yaptığı dönemde takvimsel zamana uyum kabul gören bir anlayış olmasına rağmen o filmde doğrusal olarak hep ileriye doğru akan zaman anlayışını, zaman sırasını bozarak takvimsel zamanı sürdürebilme yeniliğini getirmiştir (Kılıç, 2008, s. 227). Böylece takvimsel zaman akışını flashback’lerle (geriye dönüşlerle) altüst eden Griffith farklı konularda işleyebilme olağanın olduğunu ortaya çıkarmış ve bu sayede diğer sinemacılara için örnek olmuştur. Çekim açıları dışında kurgu teknikleri ve kararma-açılma gibi yöntemleri sinema dünyasına uyarlamış ve yönettiği filmlerde senaryo, oyunculuk, dekor ve kostüm gibi ögelerle de yakından ilgilenmiştir. Griffith’in bu şekilde bir filmin her alanıyla ilgilenmesi sinema dünyasında ‘yönetmenlik’ adı verilen bir mesleği ortaya çıkarmış ve yönetmenler filmin her karesinden sorumlu olan kişi olarak tanımlanmıştır. Sinemaya getirdiği birçok yeniliğin yanı sıra günümüzde en çok bilinen ‘Bir Ulusun Doğuşu’ (The Birth of a Nation,1915) ve ‘Hoşgörüsüzlük’ (Intolerance, 1916) adlı iki farklı başyapıtı bulunmaktadır. Sinemanın tarihsel sürecine buraya kadar genel olarak

bakıldığında Lumiere kardeşler ve diğer ilklerin getirdiği yeniliklerle beraber resmetme tekniğinden hareketli görüntünün çoğaltılması ve bu hareketli görüntülerin beyazperdeye uyarlanmasına teknolojinin rolü önemli bir etken olmuştur. Ancak bu teknolojiyi bir sanata dönüştüren Méliés ve Griffith sinemayı tamamen başka bir yöne çevirmişlerdir. Bu yön ile sinema kendi dilini oluşturarak insanlara açıklama, yorumlama gibi olanaklar sağlamıştır. Tiyatro başta olmak üzere fotoğraf gibi farklı sanat alanlarından etkilenen sinema hızla büyümeye devam ederken ortak bir paydada buluşarak kendi anlatı dilini oluşturmuş ve insanları eğlendirmeye devam etmiştir

Benzer Belgeler