• Sonuç bulunamadı

Bir logoda harf ve kelime kullanılıyorsa, okunaklı ve özgün olmalı, seçilen harf veya kelime tasarlanan kişiyi veya kurumu temsil etmelidir. Tasarlanan logo

27https://www.logovector.org

28http://www.computerworld.com.tr/kariyer/arcelik-turkiye-genel-muduru-can-dincer- oldu/attachment/arcelik-logo-cw-cw/

51

uluslararası mecralarda kullanılacaksa evrensel bir anlamda kullanılmalı, belli bir topluluğa hitap edecekse o toplumun kültürel algısına hitap etmelidir.

Sembol Anlamı Marka

Yaban kazı Çoğu canlının nefes alamayacağı kadar yükseklerde uçabilen bu kuş ile havada en iyi uçuş kabiliyeti vurgulamaktadır.

Türk Hava Yolları

Hitit Güneş Kursu

Anadolu topraklarında kurulmuş olan Hitit Uygarlığı’na ait bu sembol güneşi

simgelemektedir.

Eti

Kanatlı at Mitolojik bir varlık olan bu at çok iyi uçmasıyla bilinmektedir.

Pegasus

4 Daire Pamuktan üretilen doğal ve sağlıklı kumaşlara sahip olduğu anlatılmaktadır.

Koton

Dikdörtgen Şekil alabilen çeliği ve müşterilerin memnuniyetini simgelemektedir.

Arçelik

Başak Ziraatçiliği sembolize etmektedir. Ziraat Bank

Kurt Türk kültürünün kökenine vurgu yapılmaktadır. Petrol Ofisi

Tablo 1: Bazı Semboller ve Anlamları

21. yüzyılda tüketim kültürünün yaygınlaşmasıyla “alışveriş çılgınlığı” diye adlandıralan bir olgu ortaya çıkmıştır. Belli markalar, tıpkı eski zamanlardaki tılsımlar gibi yücelleştirilir ve herkes bu markaların ürünlerine sahip olabilmek için yarış hale geldi. Günümüzde var olan bu algıdan dolayı markanın imajını temsil eden logo tasarımlarını önemli kılmıştır.

52

2. TÜRK MİTOLOJİSİ 2.1. TÜRKLER

Türklerin 6. yüzyıldan önceki dönemleri ile ilgili bilgilere net bir şekilde ulaşılamamakla birlikte, Türklerin soy kütüğü Şecere-i Terakime’de Türklerin, Nuh peygamberin oğlu Yafes’in büyük oğlu Türk’den geldiği belirtilmektedir (Han, s.11). Eski Türklerle ilgili araştırmalara Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1930’lardan itibaren başlanmıştır. Türklerin tarihini tek bir kaynaktan öğrenmek mümkün değildir. Bunun sebebi, doğudan batıya dünyanın birçok yerine göç etmiş, farklı kültürlerle beslenmiş bir millet olmalarıdır. Türkler bulundukları coğrafi konum sebebiyle, ilk başta Çin kültürü olmak üzere, Hint, İran, Bizans ve daha sonra Arap kültürlerinin tesirinde kalmıştır. Çin imparator günlükleri, Arap-Fars kaynakları, yazıtlar ve arkeolojik buluntular Türk tarih araştırmalarını aydınlatmaya yardımcı olmuştur. Türk tarihi yazılı kaynaklara göre Hunlarla başlamaktadır. Ortaylı’ya göre, Türk tarihi ile ilgili yazılı kaynaklar kendi dilinden 6. asırdan itibaren incelenmektedir. Son on üç asırlık yazılı kaynakların incelenmesi zorlu ve karmaşıktır (2018, s.16).

Türk kelimesi ilk olarak yazılı metinlerden Orhun Kitabeleri’nde, ilk devlet ismi olarak ise 6.-7. yüzyıllarda Gök-Türk Devleti’nin isminde yer almaktadır (Çandarlıoğlu, 2003, s.10). “Türk” adı bugün telaffuz ettiğimiz şeklinde ilk defa M.S. VI. yüzyıl ortalarında Çin kaynaklarında görülmeye başlamıştır (Kurat, 2002). Uygur metinlerine göre Türk, “güç, kuvvet ve kuvvetli” , Ortaçağ İran edebiyatında ise, “güzel insan” anlamında kullanılmaktadır (Baykara, 2002).

İlk Türk İmparatorluğu 6. yüzyılda kurulmuş, fakat Çin kaynaklarına göre, Türkler M.Ö. 2. yüzyılda Çin sınırında kurulmuş olan Hiung-nu’ların soyunda gelmektedirler (Roux, 2015, s.7).

“M.Ö. 1000’de kuzey Çin’de görülen ve Çin kaynaklarında Hiyong-nu adıyla tanınan Asya Hunları umumiyetle tarih sahnesinde ilk rol oynayan Türkler olarak kabul edilmektedir. M.S. 4. yüzyılda Avrupa’da görülen Hunlar bunların bir devamı olup, Atilla (434-453) idaresinde Manş kıyılarına kadar hemen hemen bütün Avrupa’ya hakim olmuşlardır. Asya Hunları hakkında ilk tarihi kaynak M.Ö. 318 yılında Hunlarla Çinliler arasında yapılan bir anlaşmayı gösterir. Bu tarihten sonra Hunlar Orhun ve Tola nehirleri bölgesi merkez olmak üzere, Huang Ho nehri büyük dirseğinin iki tarafına yayılmışlardır. Bu zamandan başlayarak Çinliler Türklere karşı korunmak için Çin seddini örmeye koyulup doksan yıl sonra M.Ö. 214’te tamamlamışlardır.” (Aslanapa’dan aktaran Alsan, 2005, s.59).

53

Türklerin ilk yerleşim yeri, Altay ve Tanrı dağlarından Baykal bölgesine kadar uzanan bölgedir (Çoruhlu, 2013, s.15). Bu bölge coğrafi olarak Orta veya İç Asya olarak anılmaktadır. Proto (ön, ilk) Türkler geçimlerini, avcılık, balıkçılık ve tarımla sağlamaktaydılar. Kendilerine özgü bir aşiret sistemi vardı. Bu sistemde, zorbalıkla kuralları dayatmaya çalışmaktan ziyade, belli törelerle topluluklar yönetiliyordu. Kabileler halinde yaşayan topluluklar, sadece savaş gibi önemli durumlarda birleşiyorlardı. Eski Türk Devletleri zengin bozkır kültürüne sahip büyük devletleri etkileyen köklü devletlerdi. Hareketli yaşantıyı Türkler, hem doğal sebeplerden hem de düşmandan korunmak için tercih etmemişlerdi. Gökalp’e göre, kışın avcılık, balıkçılık ve civardaki düşmanlara akın yaparak geçiren Türkler, yazın ormanlarda avlanırlardı (Gökalp, 2015, s.31).

Tarihte bilinen ilk Türk devleti olan Hun Devleti, Teoman tarafından M.Ö. 220 yılında kuruldu ve zamanla güçlenerek “Büyük Hun Devleti” haline geldi. Teoman’dan sonra oğlu Mete tahta çıktı ve bu dönemde devlet en parlak dönemini yaşamıştır. Büyük Hun hükümdarı olarak, Asya’da yaşayan bütün Türk boylarını bir yönetim altında toplamıştır. Ayrıca, Mete Han zamanında kurulan ordu düzeni, bugün Türk orduları dışında tüm devletler tarafından kullanılan bir sistem olmuştur. Büyük Hun hükümdarı Mete Han vefat ettikten sonra, “Oğuz Han” adıyla destanlara konu olmuştur. Büyük Hun hükümdarı Mete Han’dan sonra Hun devleti dağılmaya hatta, Çin esareti altına girmeye başlamıştır. Çin egemenliği altına girmek istemeyenler, batıya doğru göç ederek yeni devletler kurmuşlardır. Türkler, bunlar arasında en güçlü devletlerden biri olan Akhunlar ve Göktürk Devleti ortaya çıkana kadar varlığını sürdürmüştür (Bang ve Rahmeti, 2012, ss.24-26).

Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılmış olan Türkler, doğudan batıya göç ederek birçok büyük devletler kurmuşlardır. Aynı zamanda dünyanın geniş coğrafyasına yayılmalarından dolayı da hem Çin, Hint, Fars, Bizans, Arap ve Doğu Avrupa gibi çeşitli kültürleri etkilemiş hem de bu kültürlerin etkisi altında kalmıştır. Dört bin yılı aşkın tarihe sahip Türkler Ortaylı’ya göre, 11. asırda Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu Türkleştirmeye başlamış, sonrasında Miryokefalon Savaşı’yla 12. asrın sonunda Anadolu, kesin olarak Türk diyarı olmuştur (Ortaylı, 2018).

Türkler genel olarak dünyayı şöyle tanımlamaktadırlar; en tepede gök ve Gök Tanrı, en aşağıda yağız-yer ve ikisi arasında da insanoğlu, insanların başında da tüm insanlığın hükümdarı Türk kağanı yer almaktadır. Çin kültüründeki ying ve

54

yang (yer ve gök) ifadesinin Türk kültüründeki karşılığıdır. Kafesoğlu, Türklerin inanç sistemi üç aşamada sıralamaktadır; Tabiat kuvvetlerine inanma, Ata kültü ve Gök Tanrı dini. Tabiat kuvvetlerine inanma; Tabiatta bir takım gizli güçlerin olduğuna inanıp, onları (ay, yıldız, dağ, tepe, orman ve yer-suları vb.) ruh-tanrılar olarak görmüşlerdir. Ata kültü; Türkler atalarına saygı duyup, onlara kurban keserdi ve atalarının mezarına herhangi olumsuz bir girişim savaşla neticelendirilirdi. Gök Tanrı dini; Semavi dinlerde bir tek Tanrı vardır ve beraberinde melekler, kutsal kitap, peygamberler ve azizler vardır. Gök Tanrı dininde ise, büyük Gök Tanrı’dan sonra gelen Tanrı ve Tanrıçalar ve bunların dışında kutsal ruhlar vardır (Kafesoğlu, 2015, s.292). İnsanların eski dönemlerde göğe tanrısal özellikler yüklemeleri, gökyüzünün bir insanın ulaşamayacağı bir yer olmasından kaynaklanmaktadır. Çoğu eski topluluklarda olan “Tanrı yeryüzünü yarattı ve göğe çekildi” inancı hakimdi.

Gökalp’e göre, eski Türkler dine “nom”, din liderine “toyon”, kahin ve sihirbazlara ise “kam veya şaman” derlerdi (Gökalp, 2015, s.43). Şamanlar, bir din adamı olarak görülmekten ziyade, hastalıkları iyileştiren şifacı, kötü ruhları defeden bir büyücü ve iyi ruhları Tanrı’nın katına ileten elçi olarak da görülmekteydi. Bahaeddin Ögel’e göre ise, eski Türklerin inancının şamanizm olduğu ve Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında devletin şeriatla yönetildiği yanlış olduğunu, eski Türkler, hakanın dini inancı ne ise o inancı benimsediğini belirtmektedir. Yavuz Sultan Selim de bu anlayıştan dolayı halife olarak kabul edilmiştir (Ögel, 1988, s.3). İnançlar doğrultusunda oluşturulan sembol ve nesneler günümüz sanat eserlerinin temelini oluşturmaktadır. İslam öncesi Türk sanatının kökenleri net bir şekilde aydınlatılmamakla birlikte, bu konu ile ilgili çok çeşitli görüşler hakimdir. “Türk sanatı ve arkeolojisinin köklerinin Kuzey Asya’da (Sibirya) bulunduğunu ve buz devrine kadar indiğini düşünen J. Stryzgowski’den bu yana, erken devir Türk kültürü, sanatı ve arkeolojisi konusunda yapılan çalışmalarda pek fazla ileriye gidilememiştir (…) günümüzde bile Türk Sanatının ve arkeolojisinin erken devri yeterince aydınlatılamamıştır.” (Çoruhlu, 2013, s.18).

55

Benzer Belgeler