• Sonuç bulunamadı

Sika ve Îsar Ufkunun Kahramanları

Buraya kadar arz ettiklerimiz mahfuz olmakla beraber, bir de azîmetler kuşağında yaşayan ve ufku çok engin olan kimseler vardır ki, onların durumu da kendi kemâlât arşları zaviyesinden değerlendirilmelidir. Nasıl ki, Cenâb-ı Hakk’a kurbetin değişik mertebeleri ve her mertebenin de kendine göre temsilcileri bulunur; aynen öyle de, tevekkülün ve cömertliğin de farklı seviyeleri ve o seviyelerin kahramanları mevcuttur. “Tevekkül”, Allah’a güven

ve itimat ile başlasa da onun ötesine çıkmak mümkündür. Kalben beşerî güç ve kuvvetlerden tamamen sıyrılıp neticede her şeyi Kudreti Sonsuz’a havale ederek tam bir itimada ulaşma ufkunda noktalanan ruhanî seyrin “teslim”,

“tefviz” ve “sika” mertebeleri de vardır. İşte, bir insan “çocuklarımın geleceği”

deyip onlar için yatırım yaparken bir diğerinin Enderûnî Vâsıf gibi:

“Gelir elbet zuhûra ne ise hükm-i kader

Hakk’a tefviz-i umûr et, ne elem çek, ne keder.”

demesi de yadırganmamalıdır. Bir insanın, beş-on yıl sonrasını düşünüp başkalarına muhtaç olmamak için tasarrufta bulunması beşer fıtratına verilirken, bazı insanların da İbrahim Hakkı Hazretleri’nin,

“Sen Hakk’a tevekkül ol, Tefviz et ve rahat bul, Sabreyle ve râzı ol Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler.”

sözleriyle ifade ettiği tefviz zirvesinde seyretmeleri de o derecenin insanlarına has bir hal olarak değerlendirilmelidir.

İnsanın gönlündeki hayır duygusunun ve cömertliğin de dereceleri vardır:

İyiliksever olma ve yardım etmeyi sevme “semâhat”; bu duyguyu icra edip sorumlu olduğu kadar (zekat miktarı) yardımda bulunma “sehâvet”; malının çoğunu dağıtıp, daha azını geride bırakacak şekilde bol bol verme “cûd” ve kendisi de muhtaç olduğu hâlde başkalarını nefsine tercih ederek onların ihtiyacını görme ahlâkı da “îsâr” mertebesinin adıdır. İşte, bu mertebeler, bize bir realiteyi hatırlatmaktadır; demek ki, insanların hepsini aynı çizgide mütalâa etmek doğru değildir. Herkes kendi kabiliyetinin müsaade ettiği ufka ulaşabilecektir ve her insan kendine özel yükselme çıtasına göre değerlendirilmelidir. Nitekim, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bazı sahabelere mallarının sadece bir kısmını infak etmeleri tembihinde bulunurken, Tebük hâdisesi münasebetiyle bütün servetini hibe eden Hazreti Ebû Bekir’e “Ev halkına ne bıraktın?” diye sormuş, O “Allah’ı ve Resûlünü bıraktım.”11 cevabını verince hiç itiraz etmemiş ve Hazreti Sıddık’ın sadakatine çok yakışan infak anlayışını hoş karşılamıştır.

“Anam!”

Hazreti Sıddık’ın sıddıka kerimesi Âişe Validemiz de babası gibi îsar ufkunda cömertlik ortaya koyan bir insandı. Kendisine, Hayber ve Fedek arazilerinin gelirlerinden verilen bir miktar para vardı. Ayrıca, Hazreti Ömer,

Ezvâc-ı Tâhirât’ı ilk saftakiler arasında mütalâa etmiş ve onlara ayrılan miktarı yükseltmişti. O sevgili annemiz eline binlerce dinar geçmesine rağmen vefat ederken arkada dünya adına hiçbir şey bırakmamıştı; çünkü, eline geçen her şeyi Allah yolunda infak etmişti. Diğer yönleriyle ne kadar derinse, cömertlikte de o kadar derindi. İlim alanında o denli ileriydi ki, Hazreti Urve onun hakkında “Hem fıkıh hem tıp ve hem de şiir sahasında Hazreti Âişe’den daha bilgilisini görmedim.”12 demişti. Ebû Musa el-Eş’arî Hazretleri de, “Ne zaman bir meseleyi ya da hadisi anlamakta zorlanıp Hazreti Âişe’ye sorsak mutlaka onda bir cevap bulur ve müşkilimizi hallederdik.”13 itirafında bulunmuştu. O muallâ annemiz söz söylemesini öyle güzel becerirdi ki; Ahnef İbn Kays “Ben Hazreti Ebû Bekir’in, Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın ve Hazreti Ali’nin (Allah hepsinden razı olsun) hutbelerini dinledim. Fakat, Hazreti Âişe’nin dudaklarından dökülen sözler kadar güzel ve anlaşılır olanlarını ondan başkasından duymadım.”14 şeklinde takdirlerini dile getirmişti. Adını her anışımda “Anam!..” deyip “Öz anama bu kadar tatlı “anam” demedim o da darılmasın.” düşüncesiyle yâd ettiğim muallâ validemiz, ibadet ü taatinde o kadar engindi ki; Kasım İbn Muhammed “Hazreti Âişe, Ramazan ve Kurban bayramları hariç senenin bütün günlerini oruçlu geçirirdi.”15 haberini vermişti. Bir gün yanaklarından süzülen yaşları görünce “Âişe, neyin var, niçin ağlıyorsun?” diye soran Resûl-i Ekrem Efendimiz’e “Cehennem ateşini hatırladım; ötede ailenizi tanır, beni de hatırlar mısınız yâ Resûlallah?”16 şeklinde cevap veren gözü yaşlı anamızın kalbi de o kadar ince idi ki; Urve Hazretleri “Sabahları evden çıkınca Hazreti Âişe’nin evine uğrar ve ona selâm verirdim. Yine bir gün erkenden ona uğradım. Baktım ki, namaz kılıyor, Cenâb-ı Hakk’Cenâb-ı tesbih u tazimde bulunuyor; sürekli “Biz dünyada, ailemiz içinde iken sonumuzdan endişe ederdik. Ama şükürler olsun ki Allah bize lütfetti ve bizi, o kavuran ateşten korudu.”17 mealindeki âyetleri okuyor; bu âyetleri durmadan tekrar ediyor, Rabbine dua dua yalvarıyor ve ağlıyor. Onu o hâldegörünce, ben de kalkıp namaza durdum. Fakat o okumasını bir türlü bitirmeyince ben biraz sıkıldım ve daha fazla dayanamayıp bir ihtiyacımı görmek için çarşıya gittim.

Geri döndüğümde ne göreyim; Hazreti Âişe yine namazda ve kıyamdaydı; aynı âyetleri tekrar ediyor, ağlıyor ağlıyordu. 18İşte, bütün yönleriyle bir derinlik ve enginlik abidesi olan Âişe-i Sıddıka Annemiz cömertlikte de benzersizdi.

Rivayet edildiğine göre; bir gün yetmiş bin dinarı halka paylaştırmış, sonra da oturup elbiselerini yamamış ve o yamalı elbiseleri giymişti.19 Bir başka gün, payına düşen bir malı yüz bin dinara satmış, eline geçen parayı muhtaçlara dağıtmış ve o günün akşamında da, kendisine ayırdığı arpa ekmeğiyle ancak

iftar edebilmişti.20

Allah’la münasebetlerinde o kadar derin olan anamız, insanları düşünme ve cömertlikte de o denli engindi. Dini anlama arzu ve iştiyakı zaviyesinden eşsiz olduğu gibi, Allah’a, Resûlü Ekrem’e, salih kimselere ve Cennet’e yakın olma, Cehennem’den de fersah fersah uzak bulunma vesilelerini kavramadaki basireti açısından da benzersizdi. Bunları yaptığı dönemde o henüz yirmili yıllarını yaşıyordu. O genç yaşına rağmen bilinmesi gereken mevzuları çok iyi kavramıştı. Kendisine bir husus sorulduğunda dinin objektifliği içerisinde cevaplar veriyor; hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemiyordu. Fakat, şahsî hayatı adına sadakat ve vefasına yakışır bir duruş ortaya koyuyor; hep sika ufkunda ve îsar burcunda seyahat ediyordu.

Benzer Belgeler