• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1. Muhammed b Abdilvehhab ve Seyyid Kutub’un Değerlendirilmesi

1.2. Seyyid Kutub’un Sosyolojik Selefizmi

Seyyid Kutub’un yaşadığı dönem ve hayat tecrübesi fikirlerinin oluşmasında büyük bir etkiye sahiptir. Bu nedenle fikirlerinde, özellikle de din ile toplum ve arasındaki ilişki, onun düşünce sisteminde öncelikli bir yeri oluşturmaktadır. Kutub, modern entelektüel Arap dünyasının tarihinde nadir rastlanan bir şekilde laik bir edebiyatçıdan kendini adamış dindar bir ideolog ve eleştirmen kimliğine geçiş yapmıştır.2 Tarafsız bir hadise yazarı olma özelliğini taşımayan Kutub’un toplumsal sorumluluğu ile siyasi ve teolojik ilgileri birbirinden farklı şeyler değildi, aksine birbiriyle içiçeydi. Böylelikle de Seyyid Kutub’un sosyolojik selefizmi, temellerini bu bakış açısı ve düşünce tarzından almaktadır.

Seyyid Kutub’un ideolojisi üç katı temele dayanmaktadır. Bunlardan ilki, Müslüman toplumun, Cahiliye dünyasından arındırılması. İkincisi, Müslüman toplumun Kur’an dışındaki tüm kaynaklardan uzaklaştırılması. Ve de son olarak, Müslüman toplum oluşturulduğunda ilahî emire mutlak itaat.3 Bu doğrultuda Kutub, metod olarak İslam’ı benimsemiş, kendisinin deyimiyle Cahiliyenin tüm etkilerinden sıyrılmış, İslam’ın ilk yıllarındaki gibi mükemmel, homojen bir İslam toplumunun oluşmasını hedeflemiştir.

Seyyid Kutub’un siyasi ve sosyal projesi ağırlıklı olarak modern devletin İslam içerisinden yeniden üretilmesi fikrine dayanmaktadır. Başka bir ifadeyle, büyük modern bir devlet ya da toplum oluşturulacak ve bu, Kutub’un düşüncesinde, Asr-ı Saadetteki gibi, bir İslam devletinin yine İslam içerisinden tekrar ortaya çıkarılması şeklindedir. Ya da onun içinde yaşadığı Mısır toplumunu algıladığı şekli dikkate aldığımızda hedeflediği modern toplum veya devletin, İslamîleştirilerek yeniden yapılandırılması temeline dayanmaktadır. Bu noktada Mısır toplumunun Seyyid Kutub’un bu düşüncelerinin oluşmasında çok etkili olduğunu görmekteyiz.

2Rabi, a.g.e., s.265.

3 Nayed, a.g.m., s.355-363; Ayrıca bkz. James Veitch, Muslim Activism, İslamization or Fundamentalism

Exploring, The İssues, İslamic Studies, Vol. 32, Number 3, Autumn 1414/1993, İslamic Research İnstitute, İslamabad, p.p. 261–277.

Seyyid Kutub, Hz. Peygamber dönemindeki birlik ve beraberliğin neden ölümünden sonra dağıldığını hayretle karşılar. Peygamber’in ölümünün İslam’ın evrenselliğine etkisinin olmadığını düşünür. Kutub’a göre İslam’ın ilk nesli bütün öğretilerin ilhamını sadece Kur’an’dan almıştır. Peygamber de zaten ilk nesile Kur’an dışında herhangi bir şeyi kaynak ve başvuru almalarını tavsiye etmemiştir.

Peygamber’den sonraki nesiller Kur’an’ı bırakıp Yunan felsefesi, İran mitolojisi, Yahudi folkloru ve Hıristiyan mitolojisi gibi yabancı kaynakları kendilerine kaynak almışlardır. Bu da Kur’an nesillerinin ortaya çıkmasını engellemiştir.4 Burada eğer dikkat edersek Kutub, insanları Kur’an’dan uzaklaştıran fikirlerin hep Arapların dışındaki toplumlardan kaynaklandığını ifade etmekte ve Arap tarihi ve düşüncesini bu toplumlar arasına dahil etmemektedir. İslam’dan önceki ya da sonraki Arap düşüncesi insanlar üzerinde etkili değil midir? Kutub genel olarak tüm insanlığı kuşatıp kapsayan bir İslam birliği hedeflese de öncelikli amacının ya da üzerinde ısrar ettiği noktanın, Arap toplumunu tevhidin sosyolojik yorumuyla birleştirmek olduğu düşüncesi öne çıkmaktadır.

Kutub, Mekke İslam’ı ile modern İslam arasında bir karşılaştırma yaparak Mekke İslam’ının temel özelliklerinin neler olduğunu ve Kutub’a göre bunların günümüzle ilişkisinin nasıl gerçekleştiğini açıklamaktadır. O her iki durumda da İslam’ın kuşatma altında olduğunu ve İslam’ın ilk dönemdeki ayırt edici vasfı olan akide yapılanmasının günümüzde eksik olduğunu söyler. Kutub, inananların akide meselesini idrak etmeleri için, Kur’an’ın onüç yıl harcadığını öne sürmektedir. Ona göre bu dinin mutlak karakteri, Mekke döneminde Kur’an-ı Kerim’in mesajını iman sorunuyla sınırlandırmasını gerektirmiştir. Bu da gösteriyor ki dinin tamamı tevhid tasavvuruna dayanmaktadır.5 Bu anlamda Kutub, hedeflediği İslam toplumunun nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Kutub, İslam’ın ilk döneminde (Asr-ı Saadette) yaşanan ve uygulanan İslam ile daha sonraki yıllarda yaşanan ve uygulanan İslam’ın çok farklı olduğunu, insanların bağlılık ve hakimiyet noktasında İlahi hukuk kurallarına değil de kendilerinin düzenledikleri sistemlere ve kanunlara uyduklarını belirtmektedir. İlk

4 Kutub, Yoldaki İşaretler, s.16–18. 5 Rabi, a.g.e., s.272.

dönem Müslümanlar ile sonraki Müslümanlar arasında isim benzerliğinden başka hiçbir benzerliklerinin olmadığını, her birinin ayrı ayrı inançlara sahip olduklarını iddia etmektedir. Bu durumu, İslam toplumuna Cahiliye unsurlarının karışması olarak değerlendiren Seyyid Kutub, bununla kesinlikle mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bununla mücadele etmeyip kabul edenlerin tevhidden ayrılacağını savunmaktadır. Çünkü İslam’ın başlangıçtan itibaren bütün mücadelesi, mutlak tevhid temeline dayanmadığı ve karşı olduğu için sürekli olarak Cahiliye ile olmuştur.

İslam’ı ayinler ya da bireysel dini pratikler olarak değil de, bireyi canlı bir çevreye bağlayan organik bir din olarak gören Kutub’a göre, “bu çevre olmaksızın, bireyin hayatı imkansız, en azından son derece zordur. Bu yüzden Müslüman olmak isteyen bir kişi, İslam hakimiyetindeki Müslüman bir çevrenin dışında kendini İslami pratiklere adayamayacağını kesinlikle bilmelidir. Şayet ilahi idareden habersiz bir toplumun ortasında kaybolmuş bir birey olarak kendi İslam’ını yaşamayı hayal ediyorsa yanılmaktadır.”6 Bu da bize gösteriyor ki Kutub’a göre bireyin tek başına dini yaşaması olanaksızdır. Mutlaka toplum içinde olmalı ve bu toplumunda İslam toplumu olması gerekir. Böylece kelamdan alınan tevhidin nasıl sosyolojik bir kavrama dönüşmekte olduğunu görmekteyiz. Aslında din özünde Allah’la insan arasındaki bir ilişkiyi ifade eder. Dinin sosyal boyutu daha sonra gelmektedir. Kutub bunu tersine çevirmektedir.

Kutub akidenin ya da inancın bir yöntem olduğunu ve bir yöntem olarak akidenin devrimci bir yapıya sahip olduğunu belirtmektedir. Akidenin fonksiyonu ise, mevcut gayri İslami kategorileri, kanunları ve prensipleri İslami olana dönüştürmektir.7 Böylece sosyolojik kaygılarla, içinde yaşadığı Mısır toplumunun bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmak amacıyla ortaya çıkan Seyyid Kutub’un selefizmi, tevhidden yani teolojik selefizmden sosyolojik selefizme doğru bir yol takip etmektedir.

Birçok düşünüre göre Seyyid Kutub, özelde modern Arap dünyasında, genel olarak ise İslam dünyasındaki İslamî uyanışın en önemli düşünürü olmuştur. Onun

6 A.g.e., s.230.

düşünce sistemindeki birçok önemli vurgu ve motifin çağdaş Müslüman düşünürlerin büyük bir kısmı tarafından hala kullanıldığını görmek mümkündür. Onun kadar hiçkimse çağdaş İslami uyanışa etki edememiştir. Şehid olması onun bu etkisini artırmıştır. Ancak İslam’ın sadece siyaset veya ideoloji ya da sosyal harekete indirgenemeyeceği muhakkaktır. Bunlar sadece İslam’ın modern dünyadaki görünen yüzlerinden sadece bazılarıdır.

Benzer Belgeler