• Sonuç bulunamadı

Seyirciye Verilen Aktif Görev

A. Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’nde Yazarın Seçimi

2. Seyirciye Verilen Aktif Görev

Oktay Arayıcı’nın, mesaja ağırlık vermek için Epik öğelerden, anlatıma tat katmak içinse Geleneksel öğelerden yararlandığını göz önünde

bulundurduğumuzda yazarın, kendine özgü bir ironi anlayışı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Yazar, oyun içinde oyun kurgusu ile seyirciyi, olaylardan uzaklaşma ile duruma yakınlaşma arasında ikircikli bir konumda bırakmıştır. Bunun yanı sıra seyircinin, üstün bir konumda olduğunu söylemek güç. Seyirci, araştırmayı izler ve cinayetin nedenlerinin neler olduğunu öğrenir. Oyun kişileri, Geleneksel tiyatrodaki gibi rolleri bittiğinde sahneden ayrılmadıkları

için, onlar da seyirci gibi sorgulama işlemini izlemişlerdir. Bu da oyunun iki tür seyircisi olduğunu gösterir. Biri gerçek seyirci, diğeri de oyun kişileri olan seyirciler. Oyun kişilerinin, Haydar’ın öldürüldüğünü gizliden gizliye bildikleri ama ortada bir kanıt olmadığı için itiraf etmedikleri, gerçek seyircilere

hissettirilir. Araştırıcılar, gerçeklerin ortaya çıkartılmasını seyirciler için istediklerini söylerken belki de sahnedeki seyirci oyun kişilerini de bu grup içinde değerlendirmektedirler. Bu nedenle oyun kişileri, oyuncu ve seyirci olarak gerçeklerin neler olduğunu görmek ve değerlendirmek konusunda, gerçek seyirciler kadar yükümlüdürler. Arayıcı’nın, seyirciyi olduğu kadar oyuncuyu da olaya yakınlaşma-uzaklaşma, bilme-bilmeme arasında ironik bir konumda bıraktığını söyleyebiliriz.

Seyirci de oyuncu da mahkeme aracılığı ile ciddi düşünme atmosferine çekilmekte, eleştirme ve yargılama süreci ile düşüncelerde gerçekleri görme süreci başlatılmaktadır. Öte yandan, oyun kişisinin bilmediği bir gerçeği seyircinin bilmesi ve üstün konumda olması ile yaratılan dramatik ironi, oyuncu seyirci için geçerli, gerçek seyirci için geçerli değildir.

Bilme-bilememe arasında kalmadan doğan ironik durum seyirci için başka, oyuncu için başka anlam taşır. Haydar’ın annesine ve köylü arkadaşlarına gönderdiği mektuplardaki düşüncelerinin ölümüne neden olacağını bilememiş olması bu olasılığı kolayca fark edebilen seyirciye bilgi üstünlüğü kazandırır. Öte yandan, Haydar’ın öldürüldüğü halde intihar etmiş gibi gösterilmesi, hem de namus meselesi yüzünden öldürüldüğünün

belirtilmesine karşın siyasi düşünceleri yüzünden öldürülmüş olması ve hem de bu olayın ardında yatan çıkar kavgaları, seyircinin bir ölçüde bildiği ama tümüyle bilincinde olmadığı gerçeklerdir.

Oyun kişileri Haydar’ın öldürüldüğünü bilirler ama bu da örtük bir bilme durumudur. Gerçekten neler olduğunu ve Haydar’ın neden öldürüldüğünü, onu öldürenler bile tam olarak bilemezler. Haydar da oyuncu ve seyirci gibi bilme-bilememe arasında ironik bir konumdadır. Buna karşın bilme-

bilememe arasındaki bu ironik konumlanış, insanın yaşam karşısındaki ironik konumlanışından farklıdır Örneğin, Sophokles’in Kral Oidipus’u yazgısından kaçamaz. Kaçmasının anlamsız olduğunu bildiği halde kaçmaya çalışmış, bu kaçışla, kendi yazgısını yaşamış, yazgının bir parçası haline gelmiştir.

Haydar ise yazdığı mektupların ölümüne neden olabileceğini görememiştir. Bu noktada Haydar’ın hatasını fark eden ve bunu seyirciye hatırlatan

araştırıcılar olmuştur. Bu noktada kaderin değişmezliği mesajı yerine, gerçeklerin bilinebileceği, kaderin insanların elinde olduğu, bilme-bilememe arasındaki ikircikli durumdan kurtulabilmek için eleştirici ve yargılayıcı olmak gerektiği mesajı verilmiştir. Oyunun girişinde, Haydar’ın oyunun özetini içeren koçaklaması da bu mesajı açık bir biçimde seyirciye iletmektedir:

HAYDAR’IN KOÇAKLAMASI Gezdim gördüm gurbet ilini Söktüm abeceyi kitaba baktım Daldım fikreyledim nicelerini

Yolumu kendimce seçmeye kalktım Dilim döndürünce suç oldu çıktı Bize de yaşamak güç oldu çıktı

Behey zorba beyler, zalim ağalar Ben ölende dünya size mi kalır

Ölümüzün elbet sorusu olur

Vardım Adana’ya girdim pamuğa Toprağı çil altın verimkâr ova Teri döken uşak kazanan ağa Lokmayı kendi yutar ettirir dua Amin demeyince suç oldu çıktı Bize de yaşamak güç oldu çıktı [....]

Teselli diyerek yazdığım, gayrı Karacı yorunca suç oldu çıktı [....]

Aldım biletimi tuttum yolumu Yetişip anamı göreyim derken İlime varınca suç oldu çıktı

Bize de yaşamak güç oldu çıktı (97)

Araştırıcıların, bir bakıma yazarı temsil ettiklerini söyleyebiliriz. Bu durumda anlatıcıların dolayısıyla yazarın, yaşananların neler olduğunu sıradan insandan önce fark ederek seyirciyi, yadırgatma yöntemi ile bilinçlendirdiğini söyleyebiliriz. Yazarın, yaşamın üstüne çıkarak çelişkileri gördüğünü ve nesnel bir bakış açısı ile değerlendirdiğini ve böylece sıradan insanlardan üstün bir konuma geçtiğini göz önünde bulundurduğumuzda bilen kişi yazar, bilemeyen kişi ise seyircidir. Yazar, farkında olma-olmama ikilemini ortadan kaldırmakla görevlidir. O ve araştırıcılar, bilen tarafı temsil

ederler. Seyircinin, aşama aşama gerçekleri görmesi sağlanarak şaşkına çevrilir ve yargılayıcı duruma getirilir.

Söylenen ile kastedilen arasında yaratılan uçurum söz ironisi olarak değerlendirilebilir. Oktay Arayıcı, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’nde alışılmış bir söz ironisi örneği sergilememektedir. Örneğin, önce Gerçek Zalha’nın kaset kayıtlarındaki sesi dinlenir. Zalha şunları söyler:

G. ZALHA’NIN SESİ - Pas demiri nasıl yer bitirirse, elli yıldır içimizdeki kanlı güdek, insanlığımızı öyle yedi bitirdi. Kin yürek pası. İnsan olmak isteyen söküp atsın yüreğinden kinini, temizlesin içini. Barışıklığa gelince, bundan geri torun torbam başı dinç olaraktan yaşasın, öç alıcı, kan güdücü olmasın diye hoşnutluk gösterdimdi. (112)

Bu kaset kaydının ardından sahnede, Zalha’yı canladıran oyuncu, Zalha olarak konuşur ve bu konuşmanın başında kan davasının nasıl başladığını anlattıktan sonra kaset kayıtlarında söylediklerinin aynısını söyler.

Araştırıcılar, onun sözlerine inanmadıklarını belirtir bir tavır alırlar. Zalha’nın mahkemedeki sözleridir bunlar fakat sonra yirmi yıl önce yaşananlar

canlandırıldığında Zalha’nın sözlerinin hiçbir önemi olmadığı, aksine içindeki kini gizlemek için söylenmiş sözler olduğu ortaya çıkar. Zalha, torunlarına şunları söyler:

ZALHA - [....] Büyük dedeniz ölürken şunu dedi: “Toprağa sahip çıkın” Bunu dedi de canını verdi. Üstünden elli yıl geçti. Tanrı bağışladı. Yetmiş yaş yaşadım. Çok ölüler gördüm. Babamdan sonra erim Budak Bey öldü. Budak Bey sizin

öteki kardaşları Mahmut, Afşin, Müslim, Kubad Bey’ler öldüler. (yirmidört isim daha sayıyor) [....] Çok şükür ki, hiçbiri atasözünü yere düşürmedi. Şimdi düşümüzde inanamayacağımız şeyler oluyor.

ŞEHMUZ -Okunu atıp da yayını saklama nene.

ZALHA - Muradım şu, içiniz bir gün bile doğrulmasın Yemloğlu’na. Tetik durun. Okşanmaktan esritip gevşekliğe düşmeyin. Usunuzu, yüreğinizi bulandırmayın.(114)

2. Araştırıcı, Zalha’ya neden o kadar ölüyü sayıp döktüğünü sorunca da Zalha, “toprağı Yemloğlu’na kaptırmasınlar diye” (115) yanıtını verir. Zalha’nın, Yemloğlu ile barış yapmasının nedeni de devletin toprağı ellerinden alacağından korkmasıdır. Oyun, Zalha konusunda olduğu gibi diğer oyun kişilerinde de aynı aşamaları izleyerek gelişir. Böylece, seyirci, önce oyun kişisinin görünüşteki yüzünü sonra da iç yüzünü görür. Cinayetin nedenleri aşama aşama ortaya çıkartılırken, oyun kişilerinin gerçek niyetleri de aşama aşama ortaya çıkarılır. Oyun kişilerinin sözlerinin gerçekle olan ilişkisinin zayıflığı, görünenle görünmeyen arasındaki çelişkiye dikkat çekmektedir.

Benzer Belgeler