• Sonuç bulunamadı

DİNİ-SOSYAL HAREKETLER

1. Sevgi Mahrumiyeti ve Aşırı Refah

Refah kelimesi (Welfare) Latinceden fluere kökünden türetilmiş olup taşmak ve bol olmak anlamına gelir. Refah kelimesinin bolluk anlamına geldiğini ifade eden Fromm, bolluğun her zaman olumlu ve mutlu edici anlamlara gelmediğini öne sürer.

Refah kelimesi bazen olumsuz anlamlara da gelmektedir. Bunun için Mississippi nehrinden örnek verir. Eğer nehir yatağından taşar ve sel haline gelirse, bir felaket meydana gelir. Ancak hasat döneminde buğday çuvalları dolup taşan bir çiftçi için

“taşmak” kavramı bereketli ve sevindirici bir şeydir.82

Eğer yeteneğimizi ve mal varlığımızı olumlu veya olumsuz davranışlarımız ile gerektiğinden daha fazla kullanırsak, o zaman elde edeceğimiz kötü refahtır.83 Benzer şekilde Batı’nın refah ve bolluk anlayışını tecrübe eden Nick adlı bir mühtedinin ifadeleri çok dikkat edicidir.

Gezdiğim birçok ülkede çok önemli bir tespitim oldu. Hayatın daha sade, daha ilkel olduğu yerlerde insanların daha mutlu olduklarını, refah seviyesinin yükseldiği yerlerde ise, insanların mutsuz ve iç huzurundan yoksun olduklarını gördüm.84

Marx Ekonomik Felsefi Elyazmaları’nda (Economic Philophical Manuscripts) şöyle diyordu:

Eğer çıkış noktanızda insanı bir insan ve dünyayla olan ilişkisinde onu yine bir insan olarak görüyorsanız, o zaman sevgiye karşı sevgiyle, güvene kaşı de güvenle karşılık verirsiniz. Eğer insanları etkilemek istiyorsanız, onları, samimi bir şekilde harekete geçiren ve onlara meydan okuyan birisi olmak zorundasınız. İnsanlarla hatta tabiatla olan her ilişkiniz, niyetlerinizin hedefine uygun, yani kendi gerçek ve şahsi hayatınızın özel bir ifadesi olmalı. Eğer sevginiz, karşılığında bir sevgi doğurmuyorsa,

81 Köse, Milenyum Tarikatları: Batı’da Yeni Dini Akımlar, s. 20. 

82 Fromm, Erich, Hayatı Sevmek, Çev. Ali Köse, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 21. 

83 Fromm, a.g.e., s. 32. 

84 Köse, Ali, Neden İslam’ı Seçiyorlar: Müslüman Olan İngilizler Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme, İSAM Yayınları, İstanbul, 1997, s. 76. 

eğer seven bir kimse olmanız, sizi sevilen bir kimse yapmıyorsa, bu, sevginizin güçsüz olduğunu gösterir ve neticede mutsuzluğa yol açar.85

Açıktır ki yaşadığımız dünyada sevgi sadece maddeye indirgenmiştir. Artık sevme ve sevilme duygular insanlıkta kaybolmuştur. Toplumun en küçük ve en basit kurumu olan aileden başlayarak karmaşık kurumlara kadar insanların arasındaki ilişkiler birbirini sevme ve sevilme ilişkiler çıkar hale gelmiştir.

İnsanların sevilir olabilmek için ne pahasına olursa olsun, güzel elbiseden lüks araba ve evlere kadar her türlü eşyayı satın aldıkları görülmektedir. Bazı kişiler sevdiklerini zannederler ama bu pasif bir sevgidir ve pasif sevgi kısa bir zamandan sonra yok olup gider. Batı’da pasif sevgiye dayalı başlayan evliliklerde eşler başlangıçta mutlu görünürler, ama bir müddet sonra birbirinden bıkarlar, hatta nefret ederler. Çünkü her ikisi de kandırılmıştır veya en azından onlar öyle hissetmektedirler. Sevildiklerini zannederler, ancak karşılıklı ilişki ve etkileşimlerin sonucunda sevgilerinin gerçek bir sevgiden ziyade bir sevgi gösterisinden ibaret olduğunu anlarlar. Fromm’a göre, bunun temel nedeni aktif sevgiden mahrum olmalarıdır.86

Batı’da insanın aynı işi yapması, her gün aynı insanlarla görüşmesi, görüşmelerinde samimi olmayışı, sadece iş hayatlarını değil, bütün hayatı bile pasifleşiyor. Hayat pasifleştikçe insanlar kendilerini daha çok stres, can sıkıntısı ve güvensizlik içerisinde hissediyorlar. Fromm’un da ifade ettiği gibi, can sıkıntısı, stres, depresyon modern çağın en büyük ve en korkunç hadiseleri olup hızla yayılmaktadır.87

İnsanlık ümitlerini gerçekleştirmeye modern çağda yakın olduğu kadar, hiç bir zaman bu kadar yakın olmamıştır. Artık tüm açların doyacağı, düşmanlıkların biteceği ümidini gerçekleştirme peşindeyiz.88 Ama insanlık mükemmelleştikçe ve daha çok teknolojiye sahip oldukça, kötülüklerin de biteceği ümidinin sorgulanma zamanı geldi. Örneğin can sıkıntısını aşmak için birçok tedavi yöntemi üretilmektedir. İnsanlar sıkıldıkları zaman uyuşturucu haplara, sarhoş edici içkilere, eğilence partilerine, disko ve gazinolara başvurmakla birlikte,89 ötekilerini de suiistimal ve tecavüz etme gibi bir takım zararlı davranışlarda bulunmakta, böylelikle geçici de olsa, stres ve sıkıntıdan kurtulduklarını zannetmektedirler. Bilim adamları

85 Marx, Karl, 1844 Elyazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe. Sol Yayınları, MEGA 1, c. 3, Ankara, 1993, s. 149; Fromm, a.g.e., s. 34-35. 

86 Fromm, a.g.e., s. 34-35. 

87 Fromm, a.g.e., s. 44. 

88 Fromm, Erich, Psikanaliz ve Din, Çev. Aydın Arıtan, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 15. 

89 Fromm, Hayatı Sevmek, s. 44. 

buna çözüm üretememektedir. Hayatın kalitesi ilerlemediği için insanlar sürekli hayal kırıklığına uğramakta ve toplum içinde güvensizlik artmaktadır.90

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’da yaşanan ekonomik çöküş, yüksek işsizlik ve sosyal huzursuzluk insanları ümitsizlik içine itmiştir. 60 yıllara doğru ümitsizliğin yerine ümitlerin canlandığı görülür. Ancak ekonomik ve politik istikrarsızlık, refah ve barış ümitlerinin gerçekleşmesine engel oluyordu. Batı’nın birçok ülkesinde, pek çok üniversite öğrencisi emperyalizmi ve kapitalizmini protesto etmek için pek çok eylemde bulunmuşlardır.91

V. E. Frankl, yaşadığımız dönemde artık ümitsizlik duygularının çoğaldığını ileri sürer. Frankl bu durumu varoluşsal boşluk (existential vacuum) olarak nitelendirir. Varoluşsal boşluk insanların hayatlarından sıkıldıkları, kendilerini değersiz ve anlamsız hissetmeleri sonucunda ortaya çıkar. Ona göre, Batı toplumları yaşamlarına anlam veremediklerinden dolayı varoluşsal boşluk meydana gelmiştir.92 Çağdaş insan için, doğanın hiçbir kutsal yönü kalmamıştır. İnsan doğasını bir dost olarak değil de, bir fahişe olarak görmektedir.93 Artık insan kendini aşıp Tanrı ile rekabet etmek istemektedir. İnsan tabiat sırlarını keşfetmekten öte, Fromm’un ifadesiyle “Tanrı’nın kendisi olmak, Tanrı’nın yapabildiği her şeyi insan da yapmak” istemektedir. Astronotların aya ilk çıktıklarında yaptıkları acayip davranışlar, bunun açık bir işareti idi. O an, insanlığın sınırlarını aşmasını ve Tanrı olmasının ilk adımını temsil ediyordu. Hıristiyan din adamları bile aya çıkmanın kainâtın yaradılışından beri en büyük hadise olduğunu söylemişlerdir.94

Yaşadığımız dünyada insanların çoğu ihtiyaçlarından fazlasına sahip olsalar bile, tüketime ayak uyduramayacak ve kendilerini bu sisteme karşı fakir hissedeceklerdir. İşte bu nedenle pasiflik, kıskançlık, hırs, manevi boşluk, güçsüzlük hissi, güvensizlik korkusu ve ötekini sömürme duygusu yükselmektedir.

Bolluğumuzu tüketimle yarışa koyarsak, tükenecek olan insan neslidir.95

Modern dünyada insanların kendilerini mutlu edebilecek bir bilgiye muhtaç oldukları görülmektedir. Bu bağlamda teorik bilginin yanında mutlu olmayı sağlayan bir başka mekanizma olarak gündelik pratik de gereklidir. Oysa Batı toplumu, insanı

90 Köse, Neden İslam’ı Seçiyorlar: Müslüman Olan İngilizler Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme, s. 76. 

91 Şenay, Bülent, Dini Cemaatler Sosyolojisi ve Hıristiyan Cemaatleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 1991, s. 70. 

92 Frankl, Viktor E., “The Feeling of Meaninglessness: A Challenge To Psychotheray”, The Amerikan Journal of Psychoanalysis, no. 1, 1972, s. 85-89.  

93 Nasr, S. Hüseyin, İnsan ve Tabiat, Çev. Nabi Avcı, İşaret Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1988, s.

14-15. 

94 Fromm, a.g.e., s. 70-71. 

95 Fromm, a.g.e., s. 54. 

mutlu edecek yolun hayat standardını yükseltmekten ibaret olduğunu sanırken, insan ruhunu zenginleştirmekte konusunda geri kalmıştır.96

İşte yeni hareketlerin de huzur olmayan toplumlarda, politikanın ümitsiz kaldığı süreçlerde, bilimin çözmek yerine daha çok sorun yarattığı dönemde, aile huzurunun bozulduğu ve kilisenin fonksiyonlarını kaybettiği bir zamanda, insanlar için huzur verici birer sığınak olduğu görülmektedir. Söz konusu dini hareketler, psiko-sosyal, ekonomik problemlerden ve modern hayatın baskısından uzaklaştırılacak bir sığınak olarak kabul edilebilir.97