• Sonuç bulunamadı

1964 yılında Barthes Göstergebilim İlkeleri adlı yapıtını yayımlar. Bu metin Türkçe’ye, yazarın 1963-1974 yılları arasındaki göstergebilim ile ilgili diğer yazılarının da toplandığı Göstergebilimsel Serüven kitabı içinde çevrilmiştir. Barthes 1974 yılında bu derlemeye yazdığı önsözde Göstergebilimin İlkeleri’ne kadar olan dönemini ‘hayranlık dönemi’ olarak niteler. Saussure’ün metinleri ile bu hayranlık döneminde tanışan Barthes (2005: 15) Saussure’ü okuduktan sonra gözlerinin şu

38

umutla kamaştığını belirtir: ''Küçük burjuva mitlerinin geçersizliğinin açıklanmasına, sanki durduğu yerde kendi kendini açığa vurmaktan başka bir şey yapmayan bu açıklamaya bilimsel olarak gelişme olanağı vermesi''. Bu açıklama göstergebilimdi ve anlam süreçlerinin ayrıntılı bir incelemesi anlamına geliyordu, Barthes’ın burada yapmak istediği burjuvazinin anlam süreçleri sayesinde, kendi tarihsel sınıf kültürünü evrensel nitelikli bir doğal olana çevirmesindeki çarpıtmayı gözler önüne sermekti. Bu hayranlık döneminin en belirgin metni de yukarıda değinilen

Mythologies’tir. 1957’den 1963’e kadar moda dizgeleri üzerinde çalışan Barthes Göstergebilimin İlkeleri ile birlikte kendisi için bir bilim kurma çabasının yoğunluk

kazandığını belirtir. Göstergebilimin İlkeleri’nin bu çalışma için en önemli yönü Saussure’ün dilbilim ve göstergebilim arasındaki ilişkiye dair önerisinin altüst edilmesidir.* Saussure dilbilimi göstergebilimin bir alt dalı kabul ederken, Barthes bunun tam tersini iddia eder. Göstergebilimin kimliğini yavaş yavaş bulmaya başladığını belirten Barthes buradaki yavaşlığın Saussure’ün önerisinin bir türlü tersine çevrilemeyişi olarak görür, keza zamanımızda insan dilinin dışında gösterge dizgelerinin bulunduğu kesin değildir.

Göstergebilim şimdiye kadar yalnızca trafik kuralları (ulaşım kodları) gibi inceleme açısından pek fazla ilgi çekmeyen kodları ele almıştır; gerçek bir sosyolojik derinliği olan bütünlere geçildiğindeyse, yeniden dille karşılaşır. Kuşkusuz nesneler, görüntüler, davranışlar anlam taşıyabilirler ve bunu çok sık olarak yaparlar, ama hiçbir zaman bağımsız bir biçimde olmaz bu; her gösterge dizgesi dille karşılaşır. Sözgelimi görsel töz, kendini dilsel bir bildiri ile destekleyerek anlamlarını pekiştirir. (sinema, reklam, çizgi resimler, basın fotoğrafları vb’nde durum böyledir); öyle ki görüntüsel bildirinin hiç değilse bir bölümü, dil dizgesi ile yapısal bir yineleme ya da yerini alma bağıntısı içindedir. Nesne bütünlerine (giysi, besin) gelince, bunlar dizge durumuna anca dil aracılığıyla ulaşırlar. Dil bunların gösterenlerini dizelgeler biçiminde bölümler, gösterilenlerini de kullanımlarına ya da nedenlerine göre adlandırır. Biz eskisinden çok daha fazla görüntülerin her yanı sarmasına karşın, bir yazı uygarlığıyız. Son olarak çok daha genel bir biçimde, gösterilenleri dil dışında var olabilecek bir görüntüler ya da nesneler dizgesi tasarlamak giderek daha da güç gibi görünmektedir. Bir tözün ne anlama geldiğini algılamak, zorunlu olarak dilin bölümlenmesine başvurmak demektir. Yanlızca adlandırılmış anlam vardır, gösterilenler dünyasıysa dilin dünyasından başka bir şey değildir (Barthes, 2005: 28).

Böylece her şey dilsel alana aktarıldığında artık onları anlamlarından sökmenin ya da sabit bir anlamları olmadığını iddia etmenin önündeki yol açılmıştır.

* ''Göstergebilim, göstergelerin ne olduğunu, hangi yasalara bağlandığını öğretecek bize.

Henüz yok böyle bir bilim, onun için, gösergebilimin nasıl bir şey olacağını söyleyemeyiz. Ama kurulması gerekli yeri önceden belli. Dilbilim, bu genel nitelikli bilimin bir bölümünden başka bir şey değil'' (Saussure,1998: 46).

39

Keza her şey bir göstergeye dönüşmüş, bu dönüşümde onları kuran ve onları anlayabilmemizi sağlayan temel araç dil olarak belirlenmiş (ki bu olağandır) ama dil de genel olarak kültürel bir uylaşıma tabi kılınıp, oluşmuş her tür gösterge dizgesi diye adlandırılmış ve bu gösterge dizgelerinin kendisine de metin denmiştir: küçük, zavallı, korumasız ve anlamsız metinler. Televizyonda savaş metinleri; sadece bir oyun, Afrika’da açlık; önemsiz bir göstergeler dizgesi, Batman’da töre cinayetleri; nostaljik bir kültürel metin, Kuzey Kore ve dünyanın diğer yedi ülkesinde nükleer silahlar; savaş oyununun zorunlu göstergeler dizgesi.

Fakat Barthes henüz bu döneminde göstergebilimi, varolanın başka anlamlarını da açığa çıkarabilecek bir yöntem olarak kullanmaktadır. Henüz dünyayı bir metine dönüştürüp onu da sadece hazla anlamlandıran bir yalnızlık içine girmemiştir. Yapısalcılığın ve göstergebilimin, anlam kodlarını çözme çabası ya da bunlar çözmenin biçimini gösterme çabası devam etmektedir.

Dünya göstergelerle doludur, ama bu göstergelerin hepsi alfabenin harfleri ile, ulaşım kodundaki işaret levhalarıyla ya da askeri üniformalarla aynı yakınlık içinde olmaz: sonsuz kez daha girift, daha karmaşık olanlar vardır. Çoğu zaman biz onları ''doğal'' bilgiler olarak kabul ederiz. ‘Kongolu ayaklanmacıların ellerinde Çek yapımı bir makineli tüfek bulundu’ dendiğinde ortada tartışılmaz bir bilgi vardır. Ama hükümet yanlılarının kullandıkları Amerikan silahlarının sayısını da aynı zamanda anımsadığımızda, söz konusu bilgi ikincil bir gösterge olur, siyasal nitelikli bir seçmenin söz konusu olduğunu gösterir. Dünyadaki göstergeleri çözmek, nesnelerin belli bir saflığıyla mücadele etmek demektir, her zaman (Barthes, 2005:186).

Fakat bu nesnelerin belli bir saflığı ile mücadele etmek, nesnenin kendinde taşıdığı bir şeyle mücadele etmek değildir. Çünkü göstergeler ayrımlardan oluşur (Barthes, 2005: 186). Ayrımın göstergelere anlam veren şey olduğunu iddia etmek bir başka gizil iddiayı da içinde taşır. Bu da anlamın ancak bütünlük algısı ile birlikte kurulabileceğidir. İşte buradan da göstergelerin sınırsız oyununa giden yol açılır, çünkü anlam bütünlüklerinin de belirli bir merkeze göre kurulmak zorunda olduğu düşünülür. Ve bu durum Barthes (2005: 187) tarafından ''anlamlama artık modern dünyanın düşünme biçimi durumuna gelmektedir, bu biraz da ‘olay’ın, daha önceleri, pozitif bilimin düşünce birimini oluşturmuş olması gibi bir şeydir'' ifadesi ile dile getirilir. Bu dile getirişin kaçınılmaz sonucu Barthes’da olduğu gibi metnin sadece ve sadece bir haz nesnesi olma durumuna kadar gider. Bütün dünyanın da bir metne

40

dönüştürüldüğü düşünüldüğünde bu durumun ciddiyetini çok daha iyi kavramak gerekir.

Yukarıdaki duruma uygun bir çözümlemeyi 1964 yılında Eiffel Kulesi adlı metninde gösterir Barthes, serüveninde anlamın ele geçirilemezliği söylemi gittikçe açığa çıkmaktadır artık. Kule'nin yararsızlığından skandal olarak bahseden Barthes, bilim miti tarafından ne kadar yüceltilirse yüceltilsin, kulenin anlamının yararcı düş işlevinden başka bir şey olmadığını savunur. Kule'nin, insanlar arasında bir Babil kompleksinin sonucu olarak, Tanrı ile iletişim kurmaya yarayacağını, fakat bir teoloji projesi olarak yer alan Babil'in, nasıl ki ressamların canlandırdığı sayısız Babillere dönüştüğü gibi, 'Bilim Tapınağı' haline getirilmek istenen Kule de bilimsel gerekçelerinden sıyrılarak büyük bir insanlık düşüne evirilmiştir. Kule tıpkı bir paratonerin yıldırımı çekmesi gibi, insanların hiç durmadan kendi bilgilerinden, düşlerinden, tarihlerinden istedikleri anlamı çeker. Ama yine de söz konusu anlam bitmez ve sınırlandırılamaz. Yarının insanları için kulenin ne olacağını ne anlama geleceği için kesin bir şey söylenemese bile, Kule her zaman kendilerinden bir şey olacaktır ( Barthes, 2015a: 15-17).

Nasıl ki yazında yazının sıfır derecesini gerçekleştirmek ve onu bir biçim olarak kurgulamak söz konusuysa şimdi de burada, Barthes’a göre, kule ile birlikte anıtın sıfır derecesi (Rifat, 2005b: 328) gerçekleşmektedir. İlk önceleri sadece yazında aranan boş bir biçim talebi, şimdi de bütün dünyanın dilsel bir oyuna dönüşmeye başlaması ile nesnelere geçirilir.

1966 yılında Communications adlı bir derginin sekizinci sayısında Anlatıların

Yapısal Çözümlemesine Giriş adlı bir makale yayımlar Barthes. Burada anlatının

genel birimleri, ayrıntıları yani yapısal özelliklerinin hepsi ayrıştırılarak incelenmeye çalışılır. Bu metinde anlatının gerçekliği konusundaki bütün savlardan vazgeçmenin gerekli olduğunu söyler Barthes (2005:137), keza ''anlatının işlevi temsil etmek değil, bize göre hala gizemini koruyan ama mimesis düzleminde yer alamayacak bir gösterimi oluşturmaktır… anlatıda insanlar öğrendikleri, yaşadıkları şeyleri sürekli olarak ona katarlar… anlatıda olup-biten göndergesel bakış açısına göre, tam anlamıyla hiçtir''. Anlatının anlatıcısı ve yazar arasında ikili bir ayrıma giden Barthes

41

anlatının tarihsel bir misyonun taşıyıcısı olarak yıllardır kendi göstergelerine sahip olduğunu ve bu anlamda da anlatıcısına hakim olduğunu, dolayısıyla da göstergebilimsel bir çözümlemeye olanaklı olduğunu söyler, ama aynı şey yazar ve onun yapıtı için geçerli değildir, göstergebilimsel bir çözümleme anlatıdaki gibi ''bir sonuca vardıramaz'' (Barthes, 2005:127).

1967 yılında çok uzun sürelerdir Barthes’ın üzerinde çalıştığı bir başka çalışması yayımlanır: Modanın Dizgesi. Bu yapıt için Yücel (2015: 19-20) göstergebilime uygun bir biçimde yapılmış en ileri dizgeleştirme çabası yorumunu yapar. Ama aynı zamanda başarısız bir dizgeleştirme çabası olduğunu da ekler.

Benzer Belgeler