• Sonuç bulunamadı

I. 3.3.2.4 Mecâlis

1. NİYÂZÎ-İ MİSRÎ DÎVÂNI’NDA TASAVVUFÎ ISTILÂHLAR

1.4. Seyr u Sülûkla İlgili Istılâhlar

1.4.1. Cehd

Mücâhede ve cehd kelimeleri tasavvufî kaynaklarda müteradif olarak kullanılmıştır. Mücâhede; nefisle uğraşmak, onun direnişini kırmak, nefsin istediğini değil, istediğinin tersini yapmak, nefsi kontrol etmek, az yemek, az uyumak, az konuşmak ile nefsin egemenliğini kırmak, nefse çile çektirmek, nefsi tesirsiz ve zararsız hale getirmektir (İbn Haldun, 1998: 44).

Sûfîler nefsanî arzularından kurtulmak için çeşitli yöntemler geliştirmişler. Tasavvufî gelenekte on, kırk ve bin bir gün uzlete çekilen sûfîlerin nefsin kötü arzularından uzaklaşıp iç aydınlanmayı gerçekleştirdikleri görülür.

Mücâhedede amaç nefsin ıslahı ve nefsin taşıdığı potansiyel enerjiyi insan-ı kâmil olma yolunda kanalize etmektir. Yoksa nefsin, insan gerçeğinin oluşmasında en temel gerekçeler arasında sayıldığı da unutulmamalıdır. İnsanın nefisten kaynaklanan özelliğiyle dikey ya da yatay çizgiyi takip etmesi söz konusudur. Hayatta sürekli gelgitler yaşanacaktır. Bunların olması insan olmanın adeta bir gereğidir. Önemli olan dikey doğrultuda gidilebilecek en zirve noktalara çıkmaktır.

Mücâhede ile nefsi dikey doğrultuda gidebilecek en zirve noktaya taşımak sûfîlerin yegâne düşüncesidir. “Bizim uğrumuzda cihâd edenlere gelince,

biz elbette onları yollarımıza ulaştıracağız.” (Ankebut, 69). Mutasavvıflar, bu ayeti

enfüsî mücadele olarak da değerlendirmişler (Cebecioğlu, 2009: 449).

Tebuk seferinden dönen Hz. Peygamber’in; “Küçük cihattan büyük cihada

gidiyoruz.” (Cebecioğlu, 2009:472) hadisi de nefisle mücadelenin önemine işaret

eder. Çünkü sağlam bir tefekkür için mana âleminin diri olması gerekir. Sûfî bu şekilde ilâhî tecellîlere makes olur.

İnsanoğlunun potansiyel olarak taşıdığı “Ben yeryüzünde muhakkak bir

halîfe yaratacağım.”(Bakara, 30) gerçeğini mücâhedede bulunarak anlayabilir. Bu

gerçeği anlamak yine insanın kendisine olan bakışı ile ilgilidir. Fânî bir ömürde sonsuz hakîkatlerin kapılarını aralamak için sâlik cehd ederse sırlı kapılar bir bir açılacaktır.

Mücâhedede amaç nefsi yok etmek değil, nefsin de insana verilen ilâhî bir lütuf olduğunu bilmek ve onun isteklerini kontrol altına almaktır. Nefse ait arzu ve istekler kontrol edilmediğinde salik nefsin mahkûmu olur ve istenilmeyen durumlarla karşılaşır. Mücâhede ve riyazetle kontrol altında tutulan nefis olumlu enerjisiyle sâlikin maksuduna ulaşmasına katkı sağlar. Nefis bu durumda engel çıkaran konumdan uzaklaşır.

İbn Haldun; mücâhedenin üç mertebeden meydana geldiğini ifade eder. Takva için mücâhede: Allâh’ın hudutlarına hürmet sûretiyle ilâhî edeplere zahirde ve batında riayet etmek ve batınî halleri kontrol altında tutmak… İstikamet için mücâhede: Riyazet ve terbiye ile Kur’an ve nübüvvetin adabı kişide davranış halini alabilsin diye nefsi düzeltmek ve onun istikamet üzere olmasını sağlamak… Keşf ve ıttıla’ için mücâhede: Fikir de dâhil olmak üzere, tüm beşeri kuvvetleri söndürmek, engellerin kalkmasını ve dünya hayatında rububiyet tecellîlerinin müşahede edilmesini, elde etme arzusuyla aklın tüm düşünme gücünü Allâh’a tevcih etmektir (Haldun, 1998: 143).

Ey Niyâzî dünya içün zerrece gam çekme kim Cidd‐i cehd itmek lâzım çünki canân elden gider

(66/6)

Nefsin terbiye edilmesi mücâhedeyi gerektirir. Nefsi, emmare boyutundan kurtarıp iyilikleri söyleyen, ruhun kemâle ermesine yardımcı olan makama getirmek gerekir. Aksi halde cemâlullâhın tecellîlerine mazhar olmak imkânsız olur.

Mücâhede eden sâlik; az yemek, az uyumak, az konuşmak esaslarına sımsıkı bağlı kalmalıdır. Çünkü bunlar mücâhedenin en önemli kurallarıdır. Mücâhedede sâlik olabildiğince topluluklardan uzak durmaya çalışır. Çünkü kalbin huzuru halktan uzak Hak ile sağlanır. Mücâhede edilerek ruhun potansiyelinin farkındalığı artar. Ruhun özünü ortaya koyacak kuvveler ortaya çıkar. Nefsin arzu ve istekleri kötülükleri isteyen noktadan iyilikleri isteyen duruma gelir. Nefs; hakîkatin ortaya çıkmasına, gönül aynasının aydınlanmasına yardımcı olur. Duyuların algıları zayıflatılır. Kalbin ise hakîkatleri algılama potansiyeli artırılır. Kısacası mücâhede insandaki saklı cevherin ortaya çıkmasında toplam temizlik görevini görür.

‘Âşık olagör sadık olagör

Cehd eylemeyen menzil alamaz

(74/4)

Sâlik nefis mücâhedesinde şeyhine, şeyhinin isteklerine karşı sadıkâne bir tutum içerisinde olmalıdır.

Seyr u sülûkta şeyh gerekli midir, gerekli değil midir tartışmaları yapılmıştır. İbn Haldun takva mücâhedesi ve istikamet mücâhedesinde şeyhe ihtiyacın olmadığını; ancak keşf ve ıttıla’ mücâhedesinde şeyhe ihtiyaç olduğunu söyler (İbn Haldun, 1998:73). Sâlikin keşf ve ıttıla’ mücâhedesini yalnız yapması halinde sıkıntılar yaşaması kaçınılmazdır. Hâl ve makamlara

takılıp kaldığında mürşid-i kâmil ona pratik bilgiler vererek onu bulunduğu kabz ve bast hâlinden kurtarabilir. Aksi halde isteyerek girdiği bu yolda sâlik bütün manevi servetini kaybedebilir. Ancak kâmil bir mümin olmak için de şeyhe başvurmadan tarîkat terbiyesini azami bir şekilde almak mümkündür.

Tarîkatlerde mücâhedenin farklı metotları vardır: riyazet, halvet, uzlet ve çile bunlardan sadece birkaçıdır. Tarîkatten tarîkate bunlar değişebilir. Niyâzî-i Mısrî sâlikin bu mücâhedelerde bulunmadan hâl ve makamlarda ilerleyemeyeceğini ifade eder.

Sâlikin, sulükta ilk halinde mücâhede ederek ilerlemek gibi bir kaygısı yoksa tarîkatte nasibi yoktur. Sülûk-i hakiki, nefsi isteklerden ve kazanımlardan arındırmak; arzularının tersine bir yol tercih etmek ve hâl ile makamları atlamak zor bir uğraştır (Efendi, 2008: 994).

Mısrî sanadur bu söz cehd it alagör ‘ibret Fakr ile edüp fahrı itme ana sen minnet Tutma sakın aslâ hîç bir kimseye var küdret Emrâz‐ı cehilden sen buldunsa eger sıhhat

Hak’dur bu sözüm hakla inkârına tayanma Gerçeklere teslîm ol her sözi yalan sanma

(165/5)

İnsan-ı kâmiller, söyledikleri sözleri önce kendi varlıklarında yaşarlar. Sonra yaşadıklarını başkalarına aktarırlar. Edebi metinlerde bu büyük insanlar sözlerini her ne kadar kendi nefislerine söylüyor görünse de asıl amaç okuyucuya yönelik dersler vermektir.

Makam ve hâlleri geçmek için sâlik, mücâhedesinde kararlı olmalı, tedbiri elden bırakmamalıdır. Mertebeleri kat ettikten sonra “Artık tamam ben mücâhededen beriyim.” gibi iddialı sözler söylemesi onu tasavvufî terbiyeden

uzaklaştırır. Sâlikin bu yolda gururlanması ve ehil olmayanların sözlerine inanması doğru değildir.

Benzer Belgeler