• Sonuç bulunamadı

RKHK’NIN 4’ÜNCÜ MADDESİ AÇISINDAN

BAĞLAMA ANLAŞMALARI

RKHK’nin 4’üncü maddesi uyarınca; mal ya da hizmet piyasalarında rekabeti sınırlama amacı taşıyan ya da bu etkiyi doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür

77 Geniş bilgi için bkz. Aslan (2001), s. 23 vd.

78 RKHK, 13.12.1994 tarih ve 22140 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 79 Tüketicilere yönelik bağlama kayıtları 08.03.1995 tarih ve 22221 sayılı R.G.’de yayımlanan 23.02.1995 tarih ve 4077 sayılı TKHK’de düzenlenmiştir. Söz konusu Kanun’un “satıştan kaçınma” başlığı altındaki 5’inci maddesinin 3’üncü fıkrasına göre; “Satıcı, bir mal veya hizmetin satışını, o mal veya hizmetin kendisi tarafından belirlenen miktar, sayı, ebat veya süresi kadar satın alınması ya da başka bir malın veya hizmetin satın alınması koşuluna bağlı kılamaz”.

karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır. Bağlama anlaşmaları RKHK’nin 4’üncü maddesinin (f) bendinde hükme bağlanmıştır. Bu hükümde;

Anlaşmanın niteliği veya ticari teamüllere aykırı olarak, bir mal veya hizmet ile birlikte diğer mal veya hizmetin satın alınmasının zorunlu kılınması veya aracı teşebbüs durumundaki alıcıların talep ettiği bir malın ya da hizmetin diğer bir mal veya hizmetin de alıcı tarafından teşhiri şartına bağlanması ya da arz edilen bir mal veya hizmetin tekrar arzına ilişkin şartların ileri sürülmesi,

hukuka aykırı hallerden sayılmıştır. Her ne kadar bendin başarılı bir şekilde kaleme alınmadığı ve ifadesinin karmaşık olduğu söylenebilirse de; hükmün asıl amacı, bir anlaşmanın yapılmasının anlaşma ile ticari teamül ve nitelik bakımından ilgisi bulunmayan yükümlülüklerin karşı tarafça kabul edilmesi koşuluna bağlanmasını engellemektir (Aslan 2001, 131). Nitekim, söz konusu hükme kaynaklık eden AT Antlaşması’nın 81/1-e maddesi de yalnızca bu durumu ifade eden bir lafza sahiptir.

AT Antlaşması’nın 81 (eski 85)’inci maddesi, ABD Antitröst Hukukundaki paraleli olan Sherman Yasası’nın 1’inci maddesine benzer bir şekilde, rekabetin sınırlanması etkisini doğuran ya da bu amacı taşıyan anlaşmaları yasaklayan bir düzenlemedir80. Söz konusu düzenleme ile rekabet sınırlamalarına genel bir yasaklama koşulu getirilerek tüketici nitelikte olmamakla birlikte bir takım sınırlamalara yer verilmiştir. Bu örneklerden bağlama anlaşmalarıyla ilgili olanı anılan maddenin (e) bendinde hükme bağlanmıştır. İlgili hüküm uyarınca; “sözleşmenin yapılmasının, bir tarafın sözleşmenin konusu ile ne nitelik ne de ticari teamül bakımından ilgisi olmayan ek yükümlülükleri kabul etmesine bağlanması” hukuka aykırı ve yasak hallerden sayılmıştır.

RKHK’nin 4’üncü maddesinde de aynı sistematik benimsenerek bağlama anlaşmaları yasaklanmasına karşın, (f) bendi incelendiğinde farklı durumların da hükme bağlandığı görülmektedir. Bunlardan ilki bağlanan ürünün alımı yerine teşhir edilmesi bir başka deyişle tanıtımının yapılması koşuluyla yapılan satışlardır. Aslında bu satışlar da etkileri açısından bağlama anlaşmalarının bir biçimi olarak ele alınabilir. Diğeri ise ürünlerin tekrar arzına ilişkin şartların ileri sürülmesidir. Bu ifade ise bağlama anlaşmalarını da kapsayan tüm dikey ilişkilere uygulanabilme lafzını taşımaktadır (Sanlı 2000).

Aslan (2001, 131)’a göre (f) bendinde yalnızca başka bir malın satın alınması, teşhiri ya da tekrar arzına ilişkin durumların düzenlenmiş olması farklı ek yükümlükleri kapsam dışı bırakmaktadır. Örneğin, bir firmanın buzdolabı

80 Bu düzenleme uyarınca; “Amacı ya da etkisi Ortak Pazar’da rekabetin bozulması, sınırlanması veya kısıtlanması olan ve üye ülkeler arasındaki ticareti etkileyebilecek teşebbüsler arasındaki her türlü anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birliği kararları Ortak Pazar ile bağdaşamaz ve yasaktır”.

satışını kendi ürettiği diğer ürünlere bakım ve onarım hizmetleri verilmesi koşuluna bağlaması durumu bu bent kapsamına girmemektedir (Aslan 2001).

AT Antlaşması’nın benzer hükmüne göre farklı durumların düzenlenmesi aslında iki farklı yoruma da uygundur. İlgili hükmün bazı ek yükümlülükleri kapsam dışında bıraktığına ilişkin yorum, yapılan düzenleme ile AT Antlaşması’ndaki paralel hükme göre söz konusu hükmün kapsamını daralttığı yönündedir. Diğer bir yorum ise, söz konusu hükümde anlaşmanın niteliğine ve ticari teamüle aykırı olarak ürünlerin tekrar arzına ilişkin şartların ileri sürülmesi, hükmün kapsamını tüm dikey ilişkilere uygulanabilecek ölçüde genişletmektedir (Sanlı 2000).

Hükmün asıl amacının, bir anlaşmanın yapılmasının anlaşma ile ticari teamül ve nitelik bakımından ilgisi bulunmayan yükümlülüklerin karşı tarafça kabul edilmesi koşuluna bağlanmasını engellemek olduğu dikkate alınırsa, bu durumun ilgili hükmün özensiz kaleme alınmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Ayrıca, 4’üncü maddenin gerekçesinde81 de belirtildiği üzere, maddenin bentlerinde tüketici nitelikte olmayan, en sık rastlanan rekabet sınırlamaları örnek olarak sayılmıştır. Bu örneklerde yer almayan bir rekabet sınırlamasının 4’üncü maddenin kapsamı dışında kaldığını söylemenin doğru olmayacağı düşünülmektedir.

İlgili hüküm uyarınca bağlama anlaşmalarının ihlal olarak değerlendirilmeleri için iki ayrı ürünün olması ve bu ürünlerin bağlı satışının ticari teamüllere veya anlaşmanın niteliğine aykırı olması gerekir. Burada ortaya çıkan sorun ticari teamül kavramından ne anlaşılması gerekeceği ve ticari teamüllerin nasıl tespit edileceğine ilgili mevzuatta yer verilmemiş olmasıdır. AT ve Türk Rekabet Hukukunun ABD Antitröst Hukukundan ayıran en önemli konulardan birini bağlama anlaşmalarının ihlalinin ticari teamüllere aykırı olması koşuluna bağlanması oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, bu koşul ile 4’üncü maddenin bağlama anlaşmalarına uygulanmasına bir istisna getirilmektedir.

Ticari teamül kavramı ile ne kastedildiği açık olmasa da bu kavramdan Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülen ticari teamül kavramının anlaşılması gerektiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim, Sanlı (2001, 221)’nın görüşü de bu yöndedir:

Her şeyden evvel, burada kastedilen, MK.’nin 1. maddesi anlamında hukukun kaynağı olan örf-adet hukukundan daha farklı ve geniş bir kavramdır. Kanun, teamülün ticari olması gerektiğinden bahsettiğine göre, burada referans alınması gereken mevzuat TTK olmalıdır.

TTK’de örf ve adet ile teamül arasında ayrım yapılarak teamülün kanun tarafından aksi öngörülmedikçe tarafların iradesinin yorumlanmasında kullanılan hukuki bir kaynak olduğu öngörülmüştür. Sanlı (2000, 221)’ya göre RKHK’de ise ticari teamülün bir hukuk kuralı kimliğine bürünerek hükme esas olması söz konusudur82.

Böyle bir durumda ise, ticari teamüle aykırı olmayan ancak rekabeti sınırlayıcı nitelikte olan bağlama anlaşmalarının RKHK’ye göre nasıl değerlendirileceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz açısından ticari teamüle uygun ancak RKHK açısından rekabet ihlali oluşturabilecek anlaşmalarla karşılaşılması olasılığının olmadığını söylemek oldukça iyimser bir yaklaşım olacaktır.

Bu konuda AT uygulaması yol gösterici olabilir. Bu uygulama ticari teamüle uygun olan bir bağlamanın AT Antlaşması’nın 81’inci maddesinin uygulanmasını engellemeyeceği yönündedir (Ritter, Braun ve Rawlinson 2000, 209). Bu sorunun Rekabet Kurulu’nun böyle bir durumda alacağı bir karar sonucunda açıklığa kavuşacağı düşünülmekle birlikte; bu konuyla ilgili olarak ticari teamülün öznel ve soyut bir kavram olması nedeniyle ihlalinin tespitinde önceliğin bağlama anlaşmalarının rekabet üzerindeki etkilerine verilmesi gerektiği söylenebilir. Aksi takdirde, rekabete olumsuz etkisi olan ancak teşebbüsler açısından karlı bir uygulama olması nedeniyle ticari teamül haline gelmiş bazı anlaşmaların yasaklanamaması gibi bir sonuç doğacaktır ki, bu durum RKHK’nin amacıyla da çelişebilecektir.

Bir bağlama anlaşmasından söz edebilmek için öncelikle ürünlerin farklı piyasalara ait olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle ABD uygulamalarında da ihlalin gerekli unsurlarından biri olarak görülen iki ayrı ürünün varlığı söz konusu olmalıdır. Bunun belirlenmesi ise bir önceki bölümde açıklandığı üzere genellikle kolay bir inceleme olmamaktadır. Bu konuda ilgili pazarın83 tespitinde dikkate alınan ve 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu Tebliği84 açısından yapılacak bir değerlendirme yararlı olacaktır.

82 Buna ek olarak Sanlı (2000) şunları belirtmiştir: “Ticari teamülün belirlenmesinde ise, Ticaret Hukuku uygulamasında olduğu gibi, 5590 sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları Kanun’un odalara verdiği görev çerçevesinde (madde 5), somut olayla ilgili bir teamülün bulunup bulunmadığı, bölgedeki odaların yol gösterici nitelikteki açıklamaları ile belirlenebilir”. Geniş bilgi için bkz. Poroy ve Yasaman 1995, 75.

83 İlgili pazara ilişkin geniş bilgi için bkz. Çetinkaya, 2001.

84 Rekabet Kurulu’nun 12.08.1997 tarih ve 23078 tarihli R.G.’de yayımlanan 1997/1 sayılı Tebliği’nin 4’üncü maddesinin son fıkrasında; “… ilgili ürün pazarının tespitinde, …, tüketicinin gözünde fiyatı, kullanım amaçları ve nitelikleri bakımından aynı sayılan mal veya hizmetlerden oluşan pazar dikkate alınır; tespit edilen pazarı etkileyebilecek diğer unsurlar da değerlendirilir”denilmektedir.

AT uygulamalarında ayrı kabul edilen ürünler genellikle birbirinden ilk bakışta ayrılabilen ürünlerdir (Veltrop 1994, 555). Bu ürünlere; motorlu taşıt ve motor yağı, dondurma ile soğutucu cihazlar, servis hizmeti ve yedek parça, paketleme makineleri ve paketlemede kullanılacak ürünler, kendi içinde vitaminler, çivi ve çivi tabancaları, içki satışı ve birahane kiralanması örnek gösterilebilir.

ABD Hukukundaki bağlama anlaşmasının haklı bir gerekçesinin olması halinde yasaklanmamasında olduğu gibi, RKHK açısından bu amaca ulaşmada kullanılacak yasal araç Kanun’un 5’inci maddesinde öngörülen muafiyet hükmüdür85. Eğer bağlama anlaşması bu hükümdeki koşulları karşılıyorsa 4’üncü madde hükümlerinin uygulanmasından muaf tutulabilecektir.

Ayrıca, RKHK’nin 4’üncü maddesinden anlaşmaların yasaklanmasında rekabeti sınırlama amacı taşımalarının yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Bu ise, anlaşmanın ekonomik etkilerinin araştırılmaksızın hukuka aykırı ilan edilebileceği anlamına gelmektedir. Bu durum ABD uygulamasındaki per se ihlali anımsatmakla birlikte bir bağlama anlaşmasının rekabet piyasası üzerindeki etkilerinin ortaya konulmaksızın yasaklanması olası gözükmemektedir. Ancak, AT ve Türk Rekabet Hukukunda muafiyet sisteminin benimsenmesi temelde rekabet ihlali olabilen anlaşmaların RKHK’ye aykırılık oluştursalar dahi olumlu etkileri söz konusu ise bireysel ya da grup muafiyetinden yararlanması yolu açık tutulmuştur.

İkincil Mevzuat

İkincil mevzuatta bazı türden dikey anlaşmalara ilişkin tebliğlerde bir anlaşmanın bağlama kaydı içerse dahi ilgili grup muafiyetinden yararlanmasını engellemeyeceği öngörülmüştür86 Örneğin, 1997/3 sayılı “Tek Elden Dağıtım Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği”nin 3’üncü maddesinde tek elden dağıtıcıya malların tüm çeşitlerini veya en az belli miktarını satın alma yükümlülüğünün yüklenmesi halinde de muafiyet hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Malların tüm çeşidinin alımına izin verilmesi aslında bağlamanın bir biçimi olan ve full-line forcing olarak bilinen bir uygulamadır. Bu uygulama ABD’de klasik biçimdeki bağlamaya kıyasla daha olumlu değerlendirilmekle birlikte haklı gerekçeler sunulamaması halinde yasaklanan uygulamalardandır.

85 Bu hüküm uyarınca şu şartların tamamının varlığı halinde muafiyet kararı verilmektedir: “a) Malların üretim veya dağıtımı ile hizmetlerin sunulmasında yeni gelişme ve iyileşmelerin ya da ekonomik veya teknik gelişmenin sağlanması, b) tüketicinin bundan yarar sağlaması c) ilgili piyasanın önemli bir bölümünde rekabetin ortadan kalkmaması, d) rekabetin (a) ve (b) bentlerindeki amaçların elde edilmesi için zorunlu olandan fazla sınırlanmaması”.

86 1997/3 sayılı Tebliğ’in 3/c-1, 1998/3 sayılı Tebliğ’in 7/h, 1998/7 sayılı Tebliğ’in 4/e, 5/b maddeleri.

Buna karşın, 1997/4 sayılı “Tek Elden Satın Alma Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği”nin 4’üncü maddesinin (c) bendinde “tek elden satın alma yükümlülüğünün, nitelikleri ve ticari teamül gereğince aralarında bir bağlantı olmayan, iki veya daha fazlası mallar için getirilmiş olması” durumunu grup muafiyeti kapsamı dışında kalan yükümlülükler arasında sayılmıştır.

Anılan tebliğlerin büyük ölçüde AT grup muafiyeti tüzüklerini kaynak aldıkları düşünülürse bağlama anlaşmalarına ilişkin AT’nin ikincil mevzuatının gözden geçirilmesi yararlı olacaktır.

Bağlama anlaşmalarına AT’nin ikincil mevzuatında da yer verilerek 81’inci maddenin farklı dikey ilişkilere uygulanma koşullarına açıklık kazandırılmıştır. AT Komisyonu’nun yayımlamış olduğu bir takım grup muafiyeti tüzüklerinde, bağlama kaydı içeren anlaşmaların ilgili grup muafiyeti kapsamında değerlendirilemeyeceği öngörülmüştür87. Ancak, AT Rekabet Hukuku’nda dikey anlaşmalarla ilgili yaşanan tartışma süreci, ikincil mevzuatın yeni yaklaşımlar çerçevesinde şekillenmesiyle sonuçlanmıştır. Bu bağlamda, yakın zamana kadar geçerliliğini koruyan tekelden dağıtım, tekelden satın alma ve franchise anlaşmalarına ilişkin grup muafiyeti tüzüklerini yürürlükten kaldıran 22.12.1999 tarih ve 2790/1999 sayılı Dikey Anlaşmalar Tüzüğü88 çıkarılmıştır.

Bağlama anlaşmaları, Tüzük’te hükme bağlanmamakla birlikte anılan Tüzük’ün uygulanma esaslarının açıklandığı 13.10.2000 tarihli “Dikey Sınırlamalar Hakkında Rehber” başlıklı Komisyon Duyurusu’nda ayrıntılı olarak ele alınmıştır89. Bu bakımdan uygulamada bağlama düzenlemeleri karşısında sergilenecek tutumun belirlenmesinde Duyuru’nun önemli bir rolü bulunmaktadır.

Duyuru’da bağlama düzenlemesinin tanımı şu şekilde yapılmıştır: Sağlayıcının bir ürünün satışını başka ayrı bir ürünün de kendisinden ya da kendi belirlediği başka bir sağlayıcıdan satın alması koşuluna bağladığı durumda bağlama düzenlemesi söz konusudur.

Ürünlerin ayrı birer ürün oluşturup oluşturmadıklarının belirlenmesinde ise; alıcının talebinin dikkate alınması gerektiği belirtilerek, bağlama düzenlemesinin olmaması halinde ürünler alıcının gözünde iki ayrı pazardan

87 22.06.1983 tarih ve 1984/83 sayılı Tekelden Satın Alma Anlaşmalarına İlişkin Komisyon Tüzüğü’nün 3 (c), 8 (2) (b), 12 (1) (b) ve 28.06.1995 tarih ve 1475/95 sayılı Motorlu Taşıtlar Dağıtım ve Servis Anlaşmalarına İlişkin Komisyon Tüzüğü’nün 5 (1) (2)’nci maddeleri bu yöndedir. Diğer yandan 31.01.1996 tarih ve 240/96 sayılı Teknoloji Transferi Anlaşmalarına İlişkin Komisyon Tüzüğü’nün 7’nci maddesi uyarınca bağlayıcı kayıt içeren anlaşmalara tanınan muafiyet Komisyon tarafından geri alınabilmektedir.

88 OJ L 336/21-25, 1999. 89 OJ C 291, 2000, par. 215-228.

satın alınacak durumda ise iki ayrı ürünün varlığının söz konusu olduğu ifade edilmiştir.

Duyuru’da bağlama düzenlemelerinin rekabet üzerindeki ana olumsuz etkisinin bağlanan ürün pazarının kapatılması (foreclosure) olasılığı olduğu, bunun yanında rekabetçi düzeyin üzerinde fiyatların oluşması ve pazara giriş engellerinin yükselmesi gibi etkilerin de olabileceğine dikkat çekilmiştir.

Duyuru ile getirilen en önemli değişiklerden biri ise, sağlayıcının pazar payının hem bağlanan hem de bağlayıcı ürün alanında % 30’u geçmemesi durumunda bağlama düzenlemesinin grup muafiyeti kapsamında değerlendirileceğinin öngörülmesidir. Bu eşiğin aşılması durumunda ise, olaya göre yapılacak değerlendirmelerde sağlayıcının bağlayıcı ürün pazarındaki pazar gücünün, rakiplerinin durumunun ve pazardaki giriş engellerinin göz önünde bulundurulmasının önemli olduğu vurgulanmıştır.

Öte yandan, Duyuru’da hissedilebilir derecede rekabeti bozucu etkilerin ortaya çıkması halinde bağlama düzenlemesi ile ortaya çıkan etkinliğin ve bunun sonucunda sağlanan maliyet tasarrufunun kısmen de olsa tüketiciye yansıtıldığının gösterilmesine bağlı olarak bireysel muafiyetin mümkün olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca, alıcının bağlanan ürünleri ya da benzerlerini aynı veya daha iyi koşullarla düzenli olarak elde edebildikleri hallerde bağlama düzenlemesinin muafiyetten yararlanamayacağı öngörülmüştür. Bunlara ek olarak, tanınan grup muafiyetinden etkinlik doğmamışsa ya da doğan etkinlikler tüketiciye yansıtılmamışsa muafiyetin geri alınabileceği belirtilmiştir.

Duyuru incelendiğinde 1985 tarihli ABD Adalet Bakanlığı’nın Dikey Sınırlamalar Rehberi’nin etkileri görülmektedir. Özetle; Duyuru’nun ülkemizde bağlama anlaşmalarına uygulanacak kurallar açısından yol gösterici nitelikte olduğu söylenebilir. Duyuru ile getirilen % 30 oranındaki eşiğin ülkemizdeki farklı sektör ya da pazarlara uygulanması halinde bazı sorunlara yol açabileceği söylenebilirse de, yasal belirlilik ve uygulamada pratik kolaylıklar sağlaması açısından Rekabet Kurulu tarafından bu yönde çıkarılacak bir tebliğin gerekli olduğu düşünülmektedir.

4’üncü ve 6’ncı Madde İlişkisi

Diğer yandan, 4’üncü madde anlamında bir bağlama anlaşması için en az iki teşebbüsün olmasının gerekli olup olmadığı konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. İlk bakışta, bağlama anlaşmasının 4’üncü madde kapsamında hukuka aykırı olarak kabul edilmesinin, ancak buna temel teşkil eden bir “danışıklılık” ilişkisinin varlığına bağlı olduğu söylenebilir (Sanlı 2000). Başka bir deyişle, bir teşebbüsün tek yanlı olarak bağlama uygulamasında bulunmasının 4’üncü madde kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı düşünülebilir (Topçuoğlu 2001, 242). Bu görüşün kabul edilmesi

durumunda 6’ncı madde anlamında hakim durumda olmayan ancak bağlama uygulaması ile rekabeti sınırlayan bir teşebbüse uygulanacak yaptırım açısından yasal bir boşluk olduğundan söz edilebilecektir. Bu durum alternatif temin kaynakları bulunduğu ve ilgili teşebbüs yeterince pazar gücüne sahip olmadığı sürece herhangi bir sakınca doğurmayacaktır. Ancak yapılan yorumlar, yeterli ekonomik bir güce sahip bir teşebbüsün söz konusu olduğu durumlar için oldukça sakıncalıdır.

Bu noktada, 1997/4 sayılı Tek Elden Satın Alma Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği’nde yer alan hükümler dikkate alındığında, 4. maddenin, tek yanlı uygulanan bağlama anlaşmalarına da uygulanabileceği söylenebilir (Sanlı 2000). Bu Tebliğ’e göre bağlama anlaşmaları, tek yanlı da olsalar, 4’üncü madde kapsamında kabul edilmektedir.

Her ne kadar bu durumun Kanun’un getirdiği sisteme ters düştüğü söylenebilirse de, hakim durumda olmamakla birlikte alıcılara bağlama anlaşmaları dayatabilecek ölçüde yeterli ekonomik güce sahip olan teşebbüslerin tek yanlı uygulamalarının yasaklanması için başka bir seçenek yok gibidir. Bazı durumlarda, teşebbüs hakim konumda olmasa dahi, fiili ekonomik durum, alıcılara bağlama anlaşmasını dayatabilme gücünü verebilir (Sanlı 2000). Özellikle, ekonomik, hukuki ve fiili nedenlerle alıcıların satıcı karşısında pazarlık gücüne sahip olmadığı hallerde, bir başka deyişle sağlayıcı teşebbüsün, müşterileri karşısında göreli bir ekonomik gücünün90 ya da hakim durumunun olduğu durumlar dikkate alınırsa tek yanlı bağlama anlaşmalarına 4’üncü maddenin uygulanmasının gerektiği söylenebilir.

Yine de bu gibi durumlar dışında, tek yanlı bağlama uygulamaları için 6’ıncı maddenin uygulanmasının daha yerinde olacağı düşünülmektedir. ABD ve Avrupa uygulamalarında tek yanlı uygulamalar için ilke olarak hakim durum koşulu aranırken, önceki bölümde yer verilen bu koşulun aranmadığı Fortner-II gibi kararlara da rastlamak mümkündür.

Benzer Belgeler