• Sonuç bulunamadı

1.3. Feminizmin Batı’da Ortaya Çıkan Türleri

1.3.3. Radikal Feminizm

Radikal Feminizm çok çeşitli bir özelliğe sahip olduğu için tanımlanması diğer Feminist ekollere göre daha zordur. Zira lezbiyen gruplar bile her tür zorunlu heteroseksüelliğe karşı mücadele etmek için radikal bir ayrılıkçılığın gerekliliğini öne çıkararak Radikal Feminist hareket içerisinde yer almaktadır (Hırata vd., 2009: 176). Buna rağmen radikal feministler, kadınların erkekler tarafından ezilmesi konusunda diğer feminist gruplardan farklı bazı ortak yaklaşımları paylaştıkları için Radikal Feminizm çatısı altında toplanabilirler (Ramazanoğlu, 1998: 30). Radikal Feministler, ataerkil cinsiyet baskısının var olan ataerkil sistemin bir sonucu olduğu gerekçesiyle ataerkil sistemin kaldırılmasını en önemli hedef olarak görmüşlerdir (Notz, 2011: 19). Bununla birlikte, biyolojik ailenin, toplumdaki cinsiyet temelli işbölümünün ve cinsiyet rollerinin de kaldırılmasını hedeflemişler ancak bunun devrimci yoldan yıkılmasını savunmuşlardır (Ataman, 2009: 19). Zira ataerkil ya da diğer adıyla patriarkal sistem; güç, iktidar, baskınlık, hiyerarşi ve rekabet ile özdeştir ve Radikal Feministlere göre bu sistem reformla düzeltilemeyecek kadar köklü ve uzun bir geçmişe sahiptir; bu nedenle de tek çözüm var olan sistemi tamamen ortadan kaldırmaktır (Sevim, 2005: 78). Bu noktada Radikal Feminizm, var olan toplumsal düzen içinde kadınlar için daha fazla eşitlik talep eden Liberal Feminist akımdan ayrılmaktadır. Buna ek olarak, Radikal Feministler, Liberal Feminizm’in kabul etmiş olduğu ve kadınların erkekler tarafından ezilmesine neden olan her türlü toplumsal düzenin meşruluğunu sorgulamışlardır (Ramazanoğlu, 1998: 32).

Radikal Feminizm’in Marksist Feminizm’den ayrıldığı nokta ise, kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğin kökeninin üretim ilişkilerinden değil, üretim sürecinden kaynaklandığını savunmasıdır. Radikal Feminizm, kadın ile erkek arasında tarihteki ilk iş bölümünden beri süregelen bir ezen-ezilen ilişkisi var olduğunu savunur. Bu nedenle de kadının ezilen taraf olma durumunun ortadan kalkması için üretim araçlarının mülkiyeti değişmelidir. Radikal Feministlere göre, “aile” kadın erkek eşitsizliğinin ikinci temel nedenidir. Zira Radikal Feminizm, var olan kapitalist düzen ortadan kalksa bile, aile korunduğu sürece ataerkil düzenin varlığını korumaya devam edeceğini ileri sürmektedir. Radikal Feministlere göre aile ile doğrudan ilişkili olan evlilik kurumu ise, kadınlara eziyet etmenin temel bir formülleştirilmesidir (Sevim, 2005: 80). Radikal Feministler, kadınların ezilmesini meşrulaştıran ve toplumun temel taşı olan “aile”

kurumunu değiştirmek adına oldukça radikal sayılabilecek bir sav ortaya atmışlardır. Buna göre, çocuk bakımında biyolojik annenin yerini bakıcılar ve sosyal anneler almalıdır. Biyolojik annenin yanında birden çok anne olacak ve çocuk bakımını beraber üstlenecekler; böylece çocuğun daha verimli bir sosyalleşme içerisinde büyümesi söz konusu olacaktır. Sonuç olarak biyolojik iş bölümüne dayalı aile yapısı bu sayede ortadan kalkacaktır.

Radikal Feminizm temelde şu düşünceleri içerir: kadınların baskı altına alınmasının temelinde ataerkillik ya da diğer adıyla erkek egemenliği yatmaktadır; kadınların kendilerini bastırılmış bir sınıf ya da kast olarak görmeleri ve enerjilerini diğer kadınlarla birlikte baskı uygulayanlara (erkeklere) karşı mücadele eden bir harekete yöneltmeleri gerekir; erkekler ve kadınlar temelde birbirlerinden farklıdır ve farklı üsluplara, farklı kültürlere sahiptirler; kadınların tarzı gelecekteki herhangi bir toplumun temelini oluşturmalıdır (Doğan, 2008: 30).

Radikal Feminizm “Kişisel olan politiktir.” sloganı ile evrensel olanın “erkek” olduğunu söyleyen kültürün yadsınmasını ve sanayi uygarlığının karanlıkta kalmış yüzünün aydınlatılmasını istemiştir (Arat, 2010: 75). Bu slogan kadınların, kendi yaşamlarını, erkek egemenliği altındaki toplumlarda yaşanan ortak deneyimin bir parçası olarak görüp anlamlandırmalarını sağlamıştır (Ramazanoğlu, 1998: 31). Örneğin; “cinsel tecavüz” kişisel bir olay iken, Susan Griffin 1970 yılında Tecavüz’ün

Politikası kitabında onu politik bir olay olarak tanımlamıştır (Ramazanoğlu, 1998:

30-31). Zira kadınların yaşamının her alanındaki tüm patriarkal baskının diğer tüm sonuçları gibi (erkek şiddeti, pornografi v.b.) cinsel tecavüz de tek bir kadının değil, erkek egemenliğinin olduğu toplumlarda birçok kadının maruz kaldığı bir olgudur. Dolayısıyla, Radikal Feminizm, kadının engellenmiş, bastırılmış kimliğinin ortaya çıkarılmasını, “kişisel olanın” kamusal alana aktarılmasını istemektedir (Arat, 2010: 75). Radikal Feministlerin diğer bir sloganı ise, “Kadınlar farklıdır.” olmuştur ancak kadınların da birbirlerinden farklılıklarını vurgulamışlardır: farklılık ve eşitlik bir arada var olmalıdır (Arat, 2010: 75). Bu anlamda Radikal feministler, kadınların askeri kurum ve kuruluşlara alınmalarını, hatta cepheye gönderilmelerini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması için de mücadele etmektedirler (Ataman, 2009: 19).

Kadın-erkek ilişkilerindeki yanlışların ne olduğu hakkında fikirler sunan Radikal Feministler, Radikal Feminizm’in tüm dünyaya ve insanlık tarihinin büyük bir bölümüne uygulanabileceğini düşünmüşlerdir (Ramazanoğlu, 1998: 32). Dolayısıyla da, kadınları/kadınlığı, erkeklerin sahip olduğu, denetlediği ve fiziksel olarak egemenlik kurduğu bir dünyada evrensel olarak ezilen bir “kızkardeşlik” olarak tanımlamıştır (Ramazanoğlu, 1998: 32). ‘Kızkardeşlik küreseldir’ anlayışı Robin Morgan’ın 1984 yılında yazdığı Sisterhood is Global: The International Women’s Movement Anthology

(Kızkardeşlik Küreseldir: Uluslararası Kadın Hareketi Antolojisi) adlı kitabında giriş

bölümünde net bir biçimde ifade edilmiştir. Kız kardeşliğin evrensel olması anlayışı; ulusal, etnik ve ırksal sınırları aşmaya çalışan Radikal Feminist incelemeler sonucu ortaya çıkmıştır (Mohanty, 2008: 154). Ulusal, etnik ve ırksal sınırların aşılmasıyla, kadınlar tek bir sınıf içerisinde konumlandırılabilecek ve ortak mücadele yürütebileceklerdir. Ancak, daha sonraları bu düşünce, tüm kadınların ezilme biçimlerinin ve deneyimlerinin aynı olamayacağı gerekçesiyle Postkolonyal Feministler tarafından eleştirilmiştir. Bu konuya detaylı bir biçimde aşağıda değinilecektir.