• Sonuç bulunamadı

3. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

3.5. Tarihsel Süreçte Görsel Dengenin Kullanımı

3.5.1. Rönesans Dönemi

Rönesans orta çağ ile yeni çağ arasında (özellikle 17. yüzyıla kadar) yaşanmış olan bir geçiş dönemidir. Yeniden uyanış, yeniden doğuş anlamında kullanılan bir isimlendirme bu çağ için çok uygundur. Çünkü bu çağ her bakımdan yepyeni düşünce ve yaklaşımların, anlayış ve uygulamaların (Sanat, felsefe, din konuları üzerinde) ortaya konduğu ve yepyeni bir insan olgusunun tarih sahnesine çıktığı çağdır.

Rönesans bir yeniden yapılanma hareketi olmasına karşın hemen hemen işlediği bütün konu ve sorunlarda Antik çağ felsefesini temel ve örnek almış, onu yeniden inceleyip, değerlendirmiştir. Antik çağ felsefesinden çok şey öğrenmiş, bu felsefe ile pişmiş ve sonraları kendinden de öğeler katarak geliştirmiş ve kendisinden sonraki 17. yüzyıl ve yeniçağ felsefesinin hizmetine sunmuştur. Böylece de bugün bile geçerli olan modern insan kavramının yaratıcısı olmuştur. Aslında Rönesans akımını Antik çağ felsefe ve kültürünün ve otoritelerinin tekrar canlandırılıp, taklit edilmesi olarak kabul etmek de tam doğru değildir. Bu yaklaşım yanlış olmasa bile ancak çok dar kapsamlı bir yaklaşım olabilir. Çünkü Rönesans oluşumu çok daha geniş ve temelli bir oluşumdur. Bu çağın insanı düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran, yargılayan ve kendi öz yargılarını özgürce ortaya koyan insandır. Kendini bütün dogmalardan ve ön yargılardan arındırma yolundadır. Aklını kullanır, aklını kendine kılavuz bilir. Bu olguyu daha somut bir şekilde açıklayabilmek için Rönesans‘ı ortaçağ ile karşılaştırmakta fayda var.

• Ortaçağ’ da insan yaşam ve kültürünü düzenleyen hiristiyan dini ve onun yöneticisi olan katolik kilisesidir. Kilise her konuda mutlak otoritedir. Onun düşünce ve inançları kutsaldır ve üzerlerinde tartışılması bile olası değildir. Ortaçağ filozof ve düşünürüne düşen görev kilise öğretisini (skolastik öğreti) mantıksal bir takım oyunlarla temellendirmek ve savunmaktır. Buna karşılık Rönesans’ın ana eğilimi kendini her türlü bağlılıktan sıyırmak, kendini özgürce

incelemektir. Rönesans insanı doğa ve yaşam üzerindeki gerçekleri arar ve bu gerçeklere yalnızca akıl ve deney yolu ile ulaşmaya çalışır.

• Ortaçağ skolastik felsefesi tamamen kiliseye bağlı ve bütün hiristiyan alemini bir şemsiye gibi saran ve bütün bu alem içinde etkili olan bir felsefedir. Yalnızca Latince ile işlenir. Ana teması hiristiyan inançlarının savunulup, temellendirilmesidir. Bu felsefede çeşitli ırklar ve uluslar yoktur, yalnızca hiristiyan alemi vardır. Rönesans felsefesi ise karşımıza artık kendi ulusunun karakterleri ve özellikleri ile çıkar, yaptıklarını kendi ulusal dilinde verir. Konuları çeşitlilik kazanmış ve ön yargılardan, doğmalardan sıyrılmıştır, doğruları kendi öz yargıları ve gözlemleri ile arar.

• Ortaçağ düşünür ve filozoflarının tamamı din adamı, yani hiristiyan kilisesinin hizmetkarlarıdır. Rönesans düşünür ve filozofları ise yazarlar, araştırmacılar ve üniversite öğrencileridir.

• Ortaçağ insanının belirmiş bir kişiliği yoktur. Ondan beklenen ödev tanrının buyruklarına itaat etmektir. Bu dünyanın nimetlerine yüz çevirmek, kendini öteki dünya nimetlerine layık hale getirmektir. Rönesans insanı ise kişiliğini arayan, soran, araştıran, benliğinin bütün canlılığını ortaya koyan kişiliği ve özelliği olan bir bireydir. Rönesans Avrupa kültür tarihinde yaşanmış olan bir çağdır. Avrupa kültürüne özgü ve ona ait olan bir oluşumdur. Hatta bu kültüründe Latin-German yelpazesinin bir eseridir. Başlangıcı ve ilk filizleri İtalya’da oluşmuş, sonraları Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Bizans ırk ve kültürünün temsilcileri olan İskandinav dünyası bu oluşuma pek katkıda bulunamamış, fakat benimsemiş ve ona uymuştur.

• Rönesans ‘ın başlangıcı olarak genellikle 1453 (İstanbul’un Fethi) veya 1517 (Reformation’ un başlaması) yılları kabul edilmektedir. Bu tarihler kesin değildirler ve yalnızca çağlar içinde bir sayısal değer ifade ederler. Çünkü daha

14. yüzyılda bile Rönesans oluşumunun belirtileri tarih sahnesinde görülmeye başlanmıştır.

Rönesans devrinin filozof ve dahi sanatçılarının yarattığı, sayısız his ve fikir değerlerini yansıtan eserlerle, her zaman ve mekanda, insanlık için hayranlık uyandıracak ölçüleri sundular. Bu eserlerin bilincine hakim olan; tabiat kanunları ve sınırları yanında, bilinç altının heyecanları; usta çırak geleneğinin oluşturduğu yetenekler, sağlam ve şaşmaz bilimsel değerlerin temelleridir. Sanat bir disiplindir. Rönesans sanatçısının başarısı, dakik ve temiz bir işçiliğe, duyarlı bir gözleme bilim yoluna keşfe dayanır. Bıkıp usanmadan, değişik ışıklar altında, antik heykelleri, kumaş kıvrımlarını, şekil ve yapıyı çizerek, eşyalar üzerinde ışığın akışını görüyor, formu tanıyor ve yorumluyorlardı. Hakimiyet, göz ve el eğitiliyordu. Samimi ve gerçek çalışmalarla güzellik duygusu gelişiyordu. Sanatın amacı güzeldi. Güzelliğin karekterlerini ve sağlam hükümleri ortaya koymaktı. Matematik ve geometrideki ispatlar gibi; sanatında, sempatik bir görünüm için, birlik, düzen, simetri gibi tabiat ve sanat düzeninin esasını veren ölçü, bu kavramların yaratacağı armoni ispatı olmuştur. ( Bigalı, 1976, sf.120 )

Tüm bu çalışmalar, disiplin ve güzellik anlayışı dengeyi kullanmalarını sağlar. Rönesans sanatçıları, çoğunlukla simetrik dengeyi kullandıkları eserler ortaya koymuşlardır. Michalangelo tarafından, Medicilerin Mezarında kullanılan denge buna bir örnektir. Masaccio'nun '' Kutsal Üçleme'' adlı tablosuda bu dönemdeki simetrik dengeye örnektir. (Bkz. Resim 3.1)

Rönesansın resim sanatına kazandırdığı en önemli katkı, zenginleşen konulardır. Dini tasvirlerin yanında tabiata ait motifler tüm canlılığıyla tuvallere taşınmıştır. Çeşitlenen konular yanında, resim sanatçıları iç dünyalarını, kendi düşlerini özgürce işleme serbestisini Rönesans ile kazanmışlardır. Bu dönemin önemli ressamları olarak Giotto, Leonardo da Vinci, Tiziano, Raphael, Brueghel, Albrecht Dürer, Michelangelo ve Ghiberti sayılabilir.

Rönesans’ta “Kusursuz form”, “Denge”, “Uyumlu oranlar”, “Zerafet”, resim, mimari ve heykelin en geçerli özelliğidir. Perspektif ve kompozisyon, sorunlarıyla uğraşan sanatçıların yanı sıra renkçilik de önemli bir ekol oluşturmuştur. Rönesans’ın renk ustaları olarak bilinen sanatçılarsa, Venedik’teki Bellini ailesidir. Baba Jacopo ve oğulları Gentile ile Giovanni Bellini, rengin atmosferik etkilerini sergileyen yapıtlar vermişler, daha sonra en olgun anlatımını Tiziano ve Giorgione’de bulacak olan renkçi okulun kurucuları olmuşlardır. Bu arada Gentile Bellini 1479-81 arasında İstanbul’da kalmış ve Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapmıştır. Botticelli’de (1445-1510) güzellik ve zerafetin Rönesans’ın önemli özellikleri arasında yer aldığı görülebilir. Sanatçının '' İlkbahar Alegorisi '' adlı resminde (Uffizi, Floransa) başarılı bir biçimde gözler önündedir. Bu resim aynı zamanda, kiliseden ayrı, dinsel olmayan bir yaşantınında alegorisidir.(Bkz. Resim 3.11)

Rönesans’la birlikte önemli bir gelişmeye daha tanık olunur. Ortaçağ’da zanaatçı olarak görülen ressam, heykeltraş ve mimarlar bu dönemde sanatlarıyla ilgili kuramsal çalışmalar da yapmaya başlarlar.

Sanat tarihininde en ünlü resimlerinden biri olan Milano’daki Santa Maria della Grazie Kilisesi’nin yemek salonunda bulunan Leonardo da Vinci'nin '' Son Akşam Yemeğidir ''. Bir hayli yıpranmış olan bu resimde Leonardo, figürlerin yerleştirilişi, mekanın tanımlanması, perspektif gibi Rönesans’ın çok önem verdiği konularda kusursuz bir anlatıma varmıştır. Bu eserde Rönesans resminin denge kulanılışı gösteren iyi bir örnektir. (Bkz. Resim 3.12)

Rönesans’ın kurallara bağlı, simetrik resim anlayışı, 16. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren değişmeye başlar. Aynı değişimi, heykel ve mimaride de görürüz.

Benzer Belgeler