• Sonuç bulunamadı

5. TARTIŞMA

Preoperatif dönemde anksiyete düzeyi; hastanın yaşı, cinsiyeti, medeni durumu, eğitim düzeyi gibi sosyodemografik bir çok faktörden etkilenebilir (Wells, 1986; Joseph – Kinzelman ve ark.,1994). Bu faktörlerden eğitim düzeyinin anksiyete üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri ya da etkisiz olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur (Aykent ve ark., 2007; Taşdemir ve ark., 2013; Küpeli ve ark., 2016).

Sağlık okuryazarlığı, insanların sağlıklarıyla ilgili günlük hayatlarında kararlar almak, yaşam kalitelerini yükseltmek ve sürdürmek için sağlıklarını geliştirme ve hastalıkları önleme amacıyla gerekli sağlık bilgisine erişme, anlama, değer biçme ve bilgiyi kullanmayı sağlayacak bilgi, motivasyon ve yeterliliktir (Sørensen ve ark., 2012). Birçok çalışmada üniversite mezunlarında sağlık okuryazarlığı, lise ve ilköğretim mezunlarına göre, daha yüksek bulunmuştur (Furuya ve ark., 2015; Hashempour, 2018). Ancak sağlık okuryazarlığı birçok faktörden etkilenen bir kavramdır ve sanılanın aksine, yüksek eğitim seviyesinde de düşük düzeylerde olabilir (Cho ve ark., 2007; Kohan ve ark., 2007).

5.1.Preoperatif Anksiyete

Preoperatif dönemde anksiyete ölçümü için yapılan çalışmalarda hastalar poliklinikte, serviste, bazılarında ise operasyon odasında değerlendirilmişlerdir. Arellano ve ark., hastaların bir hafta önce, bir gün önce ve ameliyattan hemen önce değerlendirilen anksiyete düzeyleri arasında herhangi bir fark bulamamışlardır (Arellano ve ark., 1989). Yine Morita ve ark., hasta anksiyetesini STAI formuyla ameliyattan önceki gün ve ameliyat odasında değerlendirmiş ve preoperatif anksiyete düzeyleri yüksek olmasına rağmen ameliyat odasında önceki güne göre STAI değerleri arasında fark saptamamışlardır (Morita ve ark., 2002). Bu bilgiler eşliğinde, çalışmamızda hasta değerlendirmesi operasyondan bir gün önce yapılarak standardize edildi. Klinik olarak belirgin anksiyete durumunda kullanılan STAI-D eşiği 39-40 olmakla birlikte, ameliyat öncesi dönemdeki hastalarda yapılan farklı çalışmalarda eşik 36-45 arasında değişmektedir (Gönüllü ve ark., 1986; Domar ve ark., 1989; Jafar, 2009; Demir ve ark., 2010; Arlı, 2017). Çalışmada hastaların preoperatif STAI-D puan ortalaması 38,14±7,98 olarak bulunmuş ve bu değerlerin literatürle uyumlu olduğu görülmüştür.

Eğitim durumunun preoperatif anksiyete üzerine etkisini araştıran çalışmalardaki sonuçlar birbirinden farklıdır. Domar ve ark., Badner ve ark., Kindler ve ark., Caumo ve ark. ile Aykent ve

55 ark., Demir ve ark. yaptıkları çalışmalarda eğitim düzeyi yüksek olan kişilerde preoperatif anksiyete düzeyinin yüksek olduğu bulunmuştur (Domar ve ark., 1989; Badner ve ark., 1990; Kindler ve ark., 2000; Caumo ve ark., 2001; Aykent ve ark., 2007; Demir ve ark., 2010). Bu sonuç, hastaların eğitim düzeyleri arttıkça anestezi ve cerrahinin riskleri ile ilgili farkındalıklarının artması ve bu bireylerin anksiyetelerini daha iyi ifade edebilmeleri ile açıklanmıştır (Caumo ve ark., 2001). Halbuki eğitim düzeyi yüksek olan bireylerin daha çok araştırmaları ve bilgi düzeyleri arttıkça stresle daha rahat başedebilmeleri beklenir. Erfidan, Shevde ve Panagopoulos, Sağır ve ark., Turhan ve ark. yaptıkları farklı çalışmalarda ise eğitim düzeyi ile preoperatif anksiyete arasında ilişki olmadığını bulmuşlardır (Shevde ve Panagopoulos, 1991; Sağır ve ark., 2012; Turhan ve ark., 2012; Erfidan, 2015). Çalışmada eğitim düzeyi ile anksiyete arasında ilişki incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır.

Yapılan çalışmaların pek çoğunda kadınlarda preoperatif anksiyete düzeylerinin erkeklerden daha yüksek olduğu gösterilmiştir (Domar ve ark., 1989; Badner ve ark., 1990; Shevde ve Panagopoulos, 1991; Moerman ve ark., 1996; Aykent ve ark., 2007; Matthias ve Samarasekera, 2012). Badner ve ark., STAI skorunu değerlendirdikleri 45 erkek, 39 kadın hastadan , Moerman ve ark., cinsiyet ile anksiyete arasındaki ilişkiyi değerlendirdikleri 121 erkek, 199 kadın hastadan oluşan çalışmada preoperatif dönemde kadınlardaki anksiyetenin erkeklerden yüksek olduğunu bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğunu bildirmişlerdir (Badner ve ark., 1990; Moerman ve ark., 1996). Aykent ve ark. da preoperatif anksiyete düzeylerini değerlendirmek için APAİS ve STAI anketlerini kullandıkları çalışmalarında, her iki anket yönteminde de kadınlardaki anksiyete düzeylerini daha yüksek bulmuşlardır (Aykent ve ark., 2007). Bu çalışmalarda kadınlar ile erkekler arasındaki bu fark kadınların endişelerini daha rahat ifade edebilmesi ve aileden ayrılmalarına bağlı olarak daha fazla endişeli olmaları ile ilişkili olabileceği belirtilmiştir. Lichtor ve ark. ise preoperatif anksiyete ile cinsiyet arasında ilişki bulunmadığını belirtmiştir (Lichtor ve ark., 1987). Çalışma 98 erkek, 57 kadın hastadan oluşmakta olup anksiyete açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır.

Yaşın preoperatif anksiyete düzeyi üzerine etkisinin araştırıldığı çalışmalarda farklı sonuçlar bulunmuştur. Shevde ve Panagopoulos , Grabow ve ark. yapmış oldukları çalışmalarda yaşlı hastalarda preoperatif anksiyete düzeyinin daha düşük olduğunu belirtmişlerdir (Grabow ve Buse, 1990; Shevde ve Panagopoulos, 1991). Yaşlılarda gençlerden farklı olarak kaderci bakış açısının hâkim olması ile gençlerin haberleşme araçlarını daha yakından takip ederek sağlık

56 alanında yaşanan olumsuz olaylardan haberdar olabilmeleri bu sonuçta etkili olarak değerlendirilmiştir (Aykent ve ark., 2007). Domar ve ark., Moerman ve ark. ile Badner ve ark. yaşın preoperatif anksiyete düzeyini etkilemediğini bildirmişlerdir (Domar ve ark., 1989; Badner ve ark., 1990; Moerman ve ark., 1996). Domar ve ark.’nın çalışmasının yaş ortalaması 39.7 iken , çalışmadaki yaş ortalaması buna benzer olarak 36,61±13,94 dır ve tablo 4.8 e bakıldığında yaş ile STAI-D puan ortalaması arasında anlamlı ilişki bulunmadığı görülmektedir (p>0,05).

Preoperatif anksiyete ile medeni durum arasındaki ilişki incelendiğinde çalışmalarda farklı sonuçlar elde edilmiştir. Erfidan, Taşdemir ve ark., Akbulut, Demir ve ark., yaptığı çalışmalarda medeni durum ile anksiyete arasında anlamlı bir ilişki saptanmamış ancak; Akbulut’un çalışmasında evlilerde, Demir ve ark. çalışmasında bekarlarda preoperatif anksiyete skoru daha yüksek bulunmuştur (Demir ve ark., 2010; Akbulut, 2011; Taşdemir ve ark., 2013; Erfidan, 2015). Altınbaş’ın çalışmasında ise evli hastaların STAI-D değer ortalaması bekar veya dul olan hastalara oranla istatiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur (Altınbaş, 2015). Çalışmada evli olan hastaların STAI-D ortalaması bekar olan hastalardan fazla olmasına rağmen istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olmadığı tespit edilmiştir (p>0,05). Evli hastalardaki anksiyete düzeyinin yüksek olması bu kişilerin ailelerine karşı duydukları sorumluluk bilinciyle ilişkilendirilebilir.

Preoperatif anksiyete ile meslek arasındaki ilişki araştırıldığında Shevde ve Panagopoulos, Taşdemir ve ark. ile Altınbaş’ ın çalışmalarında mesleğin anksiyete derecesini etkilemediği bildirilmiştir (Shevde ve Panagopoulos, 1991; Taşdemir ve ark., 2013; Altınbaş, 2015). Çalışmada da en yüksek anksiyete skoru işsiz hasta grubunda olsa da sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.

Preoperatif anksiyete ile sigara kullanma arasındaki ilişkiye bakıldığında Caumo ve ark. ile Çuvaş ve ark. ’ın çalışmalarında sigara içenlerde preoperatif anksiyetenin yüksek olduğu görülmüş ve bu durum Caumo ve ark. tarafından hastaların hastanede rahatça sigara içemedikleri için oluşan nikotin geri çekilme semptomları ile açıklanmıştır (Caumo ve ark., 2001; Cuvaş ve ark., 2010). Akbulut’un çalışmasında ise sigara içme ile preoperatif anksiyete arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır (Akbulut, 2011). Çalışmada da sigara kullananlar ile kullanmayanların preoperatif anksiyete düzeyleri arasında anlamlı fark bulunmamıştır.

57 Preoperatif anksiyete ile ASA ilişkisi için literatürde farklı sonuçlar mevcuttur. Romanik ve ark.’nın çalışmalarında ASA ile preoperatif anksiyete arasında anlamlı bir ilişki bulunamamışken, Caumo ve ark.’nın çalışmalarında ASA III kategorisi preoperatif anksiyete için risk faktörü olarak gösterilmiştir (Caumo ve ark., 2001; Romanik ve ark., 2009). Çalışma grubumuzun daha homojen olması amacıyla çalışmamıza sadece ASA I-II olan hastalar dahil edilmiş olup ASA ile preoperatif anksiyete düzeyleri arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark görülmemiştir. Ancak çalışmamızda diğer ASA gruplarından hasta olmaması nedeniyle bu konuda genel bir değerlendirme yapmak uygun değildir.

Preoperatif anksiyete ile ek hastalık ilişkisi incelendiğinde Bahar ve Taşdemir kronik hastalığı olan hastalarda anksiyete düzeylerini yüksek bulumuşlar ancak Kayhan, İnel, Nayir ve Bayad kronik hastalık varlığı ile anksiyete düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını saptamışlardır (Kayhan, 2003; Bahar ve Taşdemir, 2008; Nayir, 2012; İnel, 2016; Bayad, 2017). Çalışmada literatürden farklı olarak ek hastalığa sahip olmayan kişilerin, ek hastalığa sahip olan kişilerden anlamlı düzeyde daha yüksek STAI-D puan ortalamasına sahip olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Bu durum, kronik hastalığı olan hastaların hastalıklarını kabul edip onunla başa çıkma kabiliyetlerinin gelişmesi ve bunun da anksiyete üzerindeki olumlu etki oluşturması ile açıklanabilir.

Literatürde preoperatif anksiyete ile VKİ ilişkisini inceleyen pek çalışma bulunamamıştır. Altınbaş obezitenin preoperatif anksiyete üzerine etkisini değerlendirmiş ve obez hastalarda preoperatif dönemdeki ortalama STAI-D değerlerinin yaşları 18 ile 35 arasında olan hastalar ile yaşları 35 ve üzeri olan hastalar arasında istatiksel olarak anlamlı fark olmadığını belirtmiştir (Altınbaş, 2015). Çalışmada VKİ ile STAI-D arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (Tablo 4.8).

Preoperatif anksiyete ve operasyon türü ile ilgili yapılan çalışmalarda Caumo ve ark. küçük cerrahinin anksiyete düzeyini değiştirmediği, orta ve büyük cerrahinin ise anksiyete düzeyini arttırdığı bildirilmiştir (Caumo ve ark., 2001). Moerman ve ark. çalışma gruplarını küçük, orta ve büyük cerrahi geçirecek hastalar olarak ayırmışlar ve ameliyat türünün anksiyete düzeyini değiştirmediğini bulmuşlardır, ancak çalışmalarında büyük cerrahi geçirecek hasta sayısı az olduğu için bu sonuçların dikkatle yorumlanması gerektiğini belirtmişlerdir (Moerman ve ark., 1996). Bizim çalışma grubumuzun malignite cerrahisi yapılmayacak elektif küçük cerrahi grubu

58 hastalardan oluşması sebebiyle, hastaların anksiyete skorlarında anlamlı bir fark oluşmadığı kanaatindeyiz.

Preoperatif anksiyete ile geçirilmiş cerrahi (anestezi uygulaması ile birlikte) ile ilgili inceleme yapıldığında literatürde farklı çalışmalara rastlanmıştır. Matthias ve ark. ile Badner ve ark.’ın çalışmalarında anestezi deneyimi olmayan grubun anksiyete skorları anestezi deneyimi olanlara göre daha yüksek bulunmuştur (Badner ve ark., 1990; Matthias ve Samarasekera, 2012). Domar ve ark., Caumo ve ark., Aykent ve ark. yaptıkları farklı çalışmalarda anestezi deneyimi ile anksiyete arasında ilişki olmadığını bildirmişlerdir (Domar ve ark., 1989; Caumo ve ark., 2001; Aykent ve ark., 2007). Çalışmada da geçirilmiş cerrahi ile preoperatif anksiyete puan ortalamalarında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olmadığı tespit edilmiştir (p>0,05).

Preoperatif anksiyete ile genel sağlık algısı arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Çalışmamızda genel sağlık algısı kötü ve orta olan katılımcıların, genel sağlık algısı iyi ve çok iyi olan katılımcılara göre daha yüksek puan ortalamasına sahip oldukları görülmüştür. Bu ilişkiyi değerlendiren bir çalışma olmamakla birlikte çalışmamızda genel sağlık algısı daha iyi olan kişilerde preoperatif anksiyete düzeyinin daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Kişinin kendisini iyi hissetmesinin anksiyete düzeyini azaltmada etkili olabileceği görülmektedir.

5.2.Sağlık Okuryazarlığı

Literatürde sağlık okuryazarlığını değerlendirmek için pek çok farklı ölçek bulunmakta olup, çalışmamızda HLS-EU ölçeğinin kısmen kısaltılıp değiştirilmiş versiyonu olan ve Türkçe’ye Aras ve Temel tarafından çevrilip geçerlik güvenilirlik çalışması yapılan SOYÖ kullanıldı. Aras ve Temel’ in çalışmasında katılımcılar, SOYÖ’ den ortalama 90.30 ± 12.35 puan ve bilgiye erişme alt boyutundan19.56 ± 3.1; bilgiyi anlama alt boyutundan 24.32 ± 4.5; değer biçme alt boyutundan 30.08± 4.7 ve uygulama alt boyutundan 18.64± 3.2 puan ortalamasına sahiptirler. Çalışmada Aras ve Temel’ in çalışmasına benzer olarak katılımcılar SOYÖ’den ortalama 89,18±19,20 puan ve ölçeğin bilgiye erişme alt boyutundan 18,53±4,64; bilgiyi anlama alt boyutundan 23,62±6,06; değer biçme alt boyutundan 28,32±6,79 ve uygulama alt boyutundan 18,72±4,07 puan almışlardır.

Sağlık okuryazarlığı ile eğitim durumu arasındaki ilişkiyi değerlendiren çalışmalara bakıldığında Kutner ve ark., Pink, Özdemir ve ark., Furuya ve ark., Tanrıöver ve ark., Filiz,

59 Beauchamp ve ark., Okyay ve Abacıgil, Vandenbosch ve ark., Jeong ve Kim, Palumbo ve ark., Çimen ve Temel, Hashempour ve bunun gibi pek çok çalışmada bireylerin eğitim düzeyi arttıkça sağlık okuryazarlığı sağlık okuryazarlığı düzeylerinin de arttığı belirtilmektedir (Kutner ve ark., 2006; Pink, 2008; Özdemir ve ark., 2010; Tanrıöver ve ark., 2014; Filiz, 2015; Furuya ve ark., 2015; Beauchamp ve ark., 2015; Okyay ve Abacıgil, 2016; Vandenbosch ve ark., 2016; Jeong ve Kim, 2016; Palumbo ve ark., 2016; Çimen ve Temel, 2017; Hashempour, 2018). Ancak sağlık okuryazarlığı birçok faktörden etkilenen bir kavramdır ve beklenenin aksine, yüksek eğitim düzeyine sahip olan kişilerde de düşük düzeylerde görülebilir (Cho ve ark., 2007; Kohan ve ark., 2007). Eğitim düzeyi ile sağlık okuryazarlığı arasında pozitif korelasyon belirten çalışmalar daha fazla sayıda olsa da eğitim düzeyi yüksek bireylerde sağlık okuryazarlığının yüksek olması mutlak bir gereklilik değildir (ACSQHC, 2013). Bu durum sağlık okuryazarlığı düzeyinin tek belirleyicisinin eğitim durumu olmamasıyla açıklanmaktadır. Çalışmada eğitim durumlarına göre katılımcıların SOYÖ ile bilgiye erişim, bilgiyi anlama ve değer biçme alt boyutu puan ortalamalarında istatistiksel açıdan ileri derecede anlamlı bir fark olduğu sonucuna ulaşılmışken (p<0,01), uygulama alt boyutu puan ortalamasında anlamlı fark tespit edilmemiştir (p>0,05). SOYÖ, bilgiye erişim alt boyutu ve bilgiyi anlama alt boyutu puan ortalamalarındaki farkların yüksekokul-üniversite eğitim düzeyine sahip olanların, diğer tüm gruplardan daha yüksek puan ortalamasına sahip olmasından kaynaklandığı; değer biçme alt boyutu puan ortalamasındaki farkın ise yüksekokul-üniversite eğitim düzeyine sahip olanların, ortaokul ve lise eğitim düzeyine sahip olanlardan daha yüksek puan ortalamasına sahip olmasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Buna bakarak hastaların tıbbi konular ile ilgili bilinçli kararlar verebilmesi ve sağlıkla ilgili konularda görüş yansıtabilme becerisi kişinin eğitim düzeyi doğrudan ilişkili çıkmamaktadır. Kişinin deneyimleri, ilgi alanları, kitap okuma, sinemaya gitme gibi genel kültürel etkinliklere ilgisi ile birlikte iradesinin gücü de sağlığıyla ilgili gerekeni yapması ile ilişkili olabilir.

Sağlık okuryazarlığı ile cinsiyet arasındaki ilişkiye bakıldığında literatürde farklı sonuçlar mevcuttur. Sørensen ve ark. ile Uğurlu’ nun çalışmalarında kadınların sağlık okuryazarlık seviyesinin erkeklere oranla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Uğurlu, 2011; Sørensen ve ark., 2012). Yine Çimen ve Temel’ in 65 yaş üstü hastalarda yaptıkları çalışmada kadınların sağlık okuryazarlık seviyesinin erkeklere oranla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Çimen ve Temel, 2017). Cavanaugh ile Beyoğlu’ nun çalışmalarında ise erkeklerin sağlık okuryazarlık seviyesi daha yüksek olup cinsiyetler arası sağlık okuryazarlığı düzeylerinde anlamlı farklılık gösterdiği tespit

60 edilmiştir (Cavanaugh ve ark., 2010; Beyoğlu, 2019). Beyoğlu bu çalışmayı Van ilinde yapmış olup, sonucu çalışmanın yapıldığı coğrafyanın sosyokültürel durumu ile ilişkilendirmiştir (Beyoğlu, 2019). Çalışmada katılımcıların cinsiyetine göre SOYÖ ve alt boyutlarına ait puan ortalamalarında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05), bu sonuç çalışma popülasyonumuzun sosyodemografik özellikleri ile ilgili olabilir.

Sağlık okuryazarlık düzeyleri ile yaş arası ilişkiye bakıldığında Kamberi ve ark., Türkoğlu ile Yeşildal’ın çalışmalarında yaş arttıkça sağlık okuryazarlığı düzeyinin azaldığı bulunmuştur (Kamberi ve ark., 2013; Türkoğlu, 2016; Yeşildal, 2018). Yaş ilerledikçe sağlık okuryazarlığında düşüş görülmesi, ileri yaşlardaki bireylerin eğitim düzeylerinin daha düşük olması, bilişsel yetilerde azalma ile gelişmeleri yakından takip edememe gibi durumlarla ilişkili olabilir. Tablo 4.8 e bakıldığında çalışmada katılımcıların yaşı arttıkça SOYÖ, bilgiye erişim ve bilgiyi anlama düzeylerinin azaldığı görülürken, yaş ile değer biçme ve uygulama alt boyut puan ortalamaları arasında anlamlı ilişki bulunamadığı söylenebilir (p>0,05). Bireylerin yaşı ilerledikçe herhangi bir konuda bilgi edinme ve edindiği bilgiyi anlamlandırma becerisi azalmaktadır.

Sağlık okuryazarlığı ile medeni durum ilişkisi incelendiğinde Çimen ve Temel evli ve bekar gruplar arasında sağlık okuryazarlık düzeyinde anlamlı farklılık gösteremezken, Beyoğlu’nun çalışmasında bekar bireylerin, evli bireylerden daha yüksek puan ortalamasına sahip olduğu ve aralarında anlamlı farklılık bulunduğu belirtilmiştir (Çimen ve Temel, 2017; Beyoğlu, 2019). Çalışmada katılımcıların medeni durumuna göre SOYÖ ile bilgiye erişim ve bilgiyi anlama alt boyut puan ortalamalarında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olduğu (p<0,05), ancak değer biçme ve uygulama alt boyut puan ortalamalarında anlamlı fark olmadığı (p>0,05) tespit edilmiştir. Medeni duruma göre anlamlı fark bulunan bağımlı değişkenlerde bekâr olan katılımcıların evli olan katılımcılara göre daha yüksek puan ortalamasına sahip oldukları saptanmıştır. Bu farklılık bekar katılımcıların daha genç olması ya da eğitim düzeylerinin farklılığı gibi başka parametrelerle de ilişkili olabilir.

Sağlık okuryazarlığı ile meslek ilişkisine bakıldığında Aslantekin ve ark., Chajaee ve ark., Beyoğlu herhangi bir işte çalışmayan grupta yer alan bireyler ile meslek sahibi gruplar arasında sağlık okuryazarlığı düzeyi açısından anlamlı farklılık göstermişlerdir (Aslantekin ve ark., 2013; Chajaee ve ark., 2018; Beyoğlu, 2019). Çalışmada katılımcıların SOYÖ ile bilgiye erişim, bilgiyi anlama ve değer biçme alt boyutu puan ortalamalarında mesleklerine göre istatistiksel açıdan

61 anlamlı bir fark olduğu (p<0,05), ancak uygulama alt boyutu puan ortalamasında mesleğe göre anlamlı fark olmadığı (p>0,05) tespit edilmiştir ve bağımlı değişkenlerdeki farkların, memur katılımcıların işsiz katılımcılara göre daha yüksek puan ortalamasına sahip olmasından kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durum iş sahibi olan kişilerin okuma, araştırma ve bilgiye ulaşma imkanının daha fazla olması ile eğitim durumlarının daha yüksek olması ile açıklanabilir.

Sağlık okuryazarlığı ile sigara kullanımı ilişkisine bakıldığında Tanrıöver ve ark. çalışmalarında sigara kullanan hastalarda sağlık okuryazarlık düzeyinin daha yüksek olduğunu belirtmişlerdir (Tanrıöver ve ark., 2014). Liu ve ark. ile Suka ve ark.’nın çalışmalarında sigara kullanmayan bireylerin sağlık okuryazarlık düzeyinin daha yüksek olduğu belirtilmiştir (Liu ve ark., 2015; Suka ve ark., 2015). Ayrıca literatürde sağlık okuryazarlığı ile sigara kullanma arasında herhangi bir ilişki bulunmayan çalışmalar da görülmüştür. Macabasco-O‟Connell ve ark., Yılmazel, Çimen ve Temel’ in çalışmalarında sigara kullanmaya göre sağlık okuryazarlığı düzeyleri arasında anlamlı fark bulunmamıştır (Macabasco-O‟Connell ve ark., 2011; Yılmazel, 2014; Çimen ve Temel, 2015). Çalışmada da katılımcıların sigara kullanımına göre SOYÖ ve bilgiye erişim bilgiyi anlama değer biçme alt boyutlarına ait puan ortalamalarında anlamlı bir fark bulunamamışken (p>0,05); uygulama alt boyutu puan ortalamasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Sigara kullanma durumuna göre fark bulunan bağımlı değişkenlerde sigara kullanmayanların, sigara kullanan bireylere göre daha yüksek puan ortalamasına sahip oldukları saptanmıştır.

Sağlık okuryazarlığı ile kronik hastalık ilişkisi incelendiğinde çalışmaların bir çoğunda ek hastalığı olanların sağlık okuryazarlık düzeyi düşük bulunmuştur, buna Taylor ve ark., Yang ve ark., Hagger ve ark., Jovanic ve ark.’ nın çalışmaları örnek olarak gösterilebilir (Yang ve ark., 2017; Taylor ve ark., 2018; Hagger ve ark., 2018; Jovanic ve ark., 2018). Çalışmada ek hastalık durumuna göre SOYÖ ve alt boyutların ait puan ortalamalarında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Çalışmaların pek çoğunda ek hastalığı olan bireylerin sağlık okuryazarlık düzeyinin düşük olması ilgili grubun yaşının ileri, eğitim düzeyinin düşük olmasıyla ilişkilendirilirken, çalışmamızda anlamlı fark bulunmaması çalışma popülasyonumuzun yaş ortalamasının düşük olması ve kronik hastalıklarının olmaması ile ilgili olabilir.

Sağlık okuryazarlığı ile ASA ilişkisine bakıldığında çalışmamızda SOYÖ ve bilgiye erişim, bilgiyi anlama ve uygulama alt boyutlarına ait puan ortalamalarında anlamlı bir fark

Benzer Belgeler