• Sonuç bulunamadı

Malzemesinin kullanılış biçimi açısından postmodern metin, kurgusunu modern eser kurgusundan ayırır. Bu farklılık metin kavramının içerildiği pek çok husus bakımından modern metinde karşımıza çıkmayan ya da çıksa bile aynı biçim ve biçemde kullanılmayan bir düzlemde gerçekleşmektedir. Modern eserde de yer

alan birçok ortak kullanım aracı, postmodern yazın içinde de kendi dilini, anlatım mekanizmasını ve kendi kavramlarını oluşturur.

"Yazar", "okur" ve "metin" kavramlarında 60'lı yılların başından itibaren ortaya çıkan kavramsal dönüşümün gerisinde gösterge kavramıyla ilgili iki temel görüş yatmaktadır.

1. İnsanı çevreleyen dünyadaki her şey bir gösterge, bu göstergelerden oluşan her dizge bir dil, bu gösterge dizgelerle oluşturulan her kendilik bir metindir.

2. Gösterge, bir "izler oyunu"dur.

Birinci görüş, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Charles Sanders Peirce'in mantığı, yirminci yüzyılın başlarında Ferdinand de Saussure'ün dilbilimi yeni bir temele oturtmaya çalışırken, yalnız mantık ya da dilbilimin değil, onların yanında neredeyse bütün bilgi alanlarının da temeli olarak görüp tanımladıkları göstergebilimin ve onun getirdiği yeni bakışın bir ürünüdür. Peirce, "göstergelerin biçimsel öğretisi" olarak gördüğü göstergebilimin, mantığın öteki adı olduğunu söylüyor ve dolayısıyla onu her türlü bilgisel etkinliğin temeline yerleştiriyordu.

Bunun için de "matematik, ahlak, metafizik, genel çekim, termodinamik, optik, kimya, karşılaştırmalı anatomi, ruhbilim, sesbilgisi, iktisat, bilimler tarihi, erkekler ve kadınlar, şarap, ölçü ve tartı bilimi, ne olursa olsun her şeyi ancak göstergebilimsel olarak incelemişimdir" diyordu.141 Dolayısıyla Pierce, göstergeleri sınıflandırırken;

(nitel-tekil-kural göstergeler, görüntü-belirti-simge göstergeler, terim-önerme-çıkarım göstergeleri) göstergelere verdiği örnekler de çok geniş bir sınıfı içermekteydi: Ses tonu, birinin kullandığı bir koku, gerçek bir nesne ya da olay, bir kural; bir resim, bir desen, bir fotoğraf, duman, bulut, sözcükler, simgeler; terimler, önermeler, çıkarımlar, bunların hepsi birer göstergeydi.”142

Peirce’e göre gösterge "bir kişi için, herhangi bir bakımdan ya da herhangi bir sıfatla bir şeyin yerini tutan şey"di ve bir yandan bir nesnenin yerini tutarken bir yandan da birinin zihninde bir içerik (yorumlayan) yaratmaktaydı.143

141R. Levent Aysever, Bu Çağın Metinleri, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 21, 2004, Sayı: 2, 91-10 s.

142 Mehmet Rifat, XX. Yüzyılda Göstegebilim Kuramları Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler, cilt 1:

Om Yayınevi, İstanbul, 2000, 133 s.

143 Aysever, a. g. e., 94 s.

Saussure'ün göstergebilimi Peirce'inki kadar kapsayıcı değildi: Saussure göstergebilimi, genel ruhbilimin altında, dilbilimin üstünde yer alan genel bir bilim olarak görmekteydi. Ona göre, henüz kurulmamış olan, ancak kurulması gereken bu bilim, göstergelerin toplum içindeki yaşamını incelemeli, göstergelerin ne gibi özellikler içerdiğini, hangi yasalara bağlı olduğunu öğretmeliydi. Saussure, dilsel göstergelerin bir işitim imgesi (yani "gösteren") ile bir kavramı (yani "gösterilen"i) birbirine birleştirdiğini söylüyor, bir dilsel göstergeler dizgesi olarak tanımladığı dilin yanında öteki gösterge dizgeleri olarak yazıyı, sağır-dilsiz alfabesini, simgesel törenleri, incelik belirten davranış biçimlerini, askerlerin kullandığı işaretleri sayıyordu.

Peirce ve Saussure sonrasında göstergebilim, daha çok, Saussure'ün Peirce'inkine göre çok daha işlevsel olan gösterge kavramı üzerinden, Peirce'in Saussure'ünkine göre çok daha kapsamlı göstergebilim projesini gerçekleştirmeye çabalıyor gibi görünüyor.144

Göstergebilimin getirdiği gösterge temelli bakış açısı, artık bu çağın yaygın bakış açısıdır. Bu dönemin metinleri de bu bakış açısının ürünleridir, tıpkı bu yüzyılın yazın ve eleştiri anlayışı, tarih ve toplum anlayışı, insan anlayışı gibi. Her şeyin bir gösterge, her gösterge dizgesinin bir dil, gösterge dizgelerinin oluşturduğu her şeyin bir metin olduğu görüşüne bakılacak olursa, bu çağın metinlerini üreten kavramsal dönüşümün, mantık ve dilbilimden başlayarak bütün öteki bilgi alanlarına doğru yayılan genel dönüşümün bir parçası olduğunu görebiliriz.

İkinci görüşe göre, bu çağın metinlerini üreten dönüşümün gerisinde yatan, her göstergenin bir "izler oyunu" olduğudur. Söz konusu dönüşümü, 60'lı yıllarda Saussure'ün "gösterge" kavramının, Jacques Derrida ve Jacques Lacan gibi düşünürlerin elinde geçirdiği dönüşüme bağlanmaktadır.

Derrida, Peirce ile Saussure'ün, kendi dışında başka bir şeyin (Peirce'e göre bir nesnenin, Saussure'e göre bir kavramın) yerini tutan uylaşımsal işaret olarak tanımladıkları gösterge kavramını kabul etmemektedir. O, Saussure'ün özellikle dili dil yapan şeyin özdeşlikler değil, ayrımlar olduğunu vurgulayarak, kendisinin "batı metafiziği" diyerek şiddetle eleştirdiği geleneğin gösterge kavramını önemli bir dönüşüme uğrattığını ama göstergeyi gösteren ve gösterilen diye ayırarak, tıpkı

144 y. a. g. e.,

geleneğin yaptığı gibi, bir gösterge aracılığıyla gösterilen, kendi başına var olan değişmez aşkın bir varlığın olabileceğini kabul ettiğini; böylece de Sokrates öncesinden Heidegger'e dek bütün batı felsefe geleneğinin içine düştüğü "metafiziğe"

saplandığını düşünmektedir. Derrida’ya göre, göstergeler aracılığıyla gösterilen aşkın bir gösterilen (batı metafiziğinin 'öz', 'ilke', 'erek', 'varoluş', 'bilinç', 'tanrı' vb. adlar verdiği ve şimdi-burada-bulunuşa işaret ettiği aşkın, değişmez bir varlık) yoktur: Her gösteren yalnızca başka bir göstereni gösterir, dolayısıyla ancak ve ancak bir gösterenler zincirinden söz edilebilir. Bunun sonucuysa, anlama alanının ve oyununun sonsuzca genişlemesidir.145

Freud'un psikanalizini, dilbilimin ve kültürel antropolojinin sağladığı geniş çerçevede yeniden biçimlendiren psikanalist Lacan da, Madan Sarup'un belirttiği gibi,146 dilden bağımsız hiçbir özne olmadığını düşünüyor ve dil görüşünde, tıpkı Derrida gibi, bir gösterenin her zaman başka bir göstereni gösterdiğini ileri sürüyor. Ona göre hiçbir sözcük (gösterge) eğretilemeden özgür değildir (eğretileme, bir gösterenin yerine geçen başka bir gösterendir). Bu noktada Lacan anlamlama zincirindeki, gösterenden gösterene doğru gerçekleşen bir kaymadan söz ediyor. Her gösterenin anlamlamayı ancak olgunun kendisinden geriye dönerek alabilmesinden ötürü, hiçbir anlamlama edimi ne sonlandırılıp kapatılabilir ne de belli bir doyuma kavuşturulabilir. Her sözcük ancak diğer sözcükler doğrultusunda tanımlanabilir. Dahası, söze dökülen her sözcük ancak tümce bütünüyle tamamlandığında gerçek anlamını kazanır; belki de yalnızca söylenen en son sözcük, kendisinden önce gelen sözcüklerin gerçek anlamlarını "geriye dönerek"

verir. Söylenen herhangi bir şeyden, o şeyin peşi sıra ne söyleneceği kestirilemez.

Her tümce her zaman başka bir tümceye eklenebilir. Hiçbir tümce tamamen doymuş değildir. Gösteren ile gösterilen (öteki gösteren) arasında doğal bir ilişki yoktur. Yaşam boyunca birey pek çok anlamlama zinciri oluşturur: bir yandan bu zincirin eski terimlerini her zaman yeni terimlerle değiştirerek, bir yandan da erişilebilir ve görülebilir gösteren ile bilinçdışında olan her şey arasındaki uzaklığı açarak.147

145 y. a. g. e., 95 s.

146 Madan Sarup, Post-yapısalcılık ve Postmodernizm, Çev. A. Baki Güçlü, Ark yayınevi, 14 s.

147 Aysever, a. g. e

Metin sorunu bağlamında gerek post-yapısalcılardan gerek yorumbilgicilerden daha da ileriye giden postmodernler, metin kavramını sadece yazılı metinlerle sınırlamanın doğru olmadığını düşünmektedirler. Postmodernlere göre, karşılaşılan her şey, bütün olaylar ve var olan bütün görüngülerin, okunması gereken bir metin olduklarını ileri sürmektedirler.

Her şeyin metin yapılması, her şeye bir metin olarak yaklaşmak anlamına gelmektedir.

Postmodernler metni herhangi bir kısaltma olmaksızın nesnel içeriğinden özgürleşmiş bir bütünlük olarak gördüklerinden, bir metnin hiçbir okumasının bir başka okuma önünde ne daha iyi ne de daha doğru bir okuma olmadığını savunmaktadırlar.148

Metin üzerine ortaya çıkan bu düşünceyi en iyi açıklayan Fransız düşünür Jacques Derrida’nın “Her metin başka bir metne gönderme yapar; metnin dışında hiçbir şey yoktur” 149 sözünde bulur. Bu yeni metin anlayışıyla oluşturulan postmodern metin, her biri birbirinden bağımsız parçalardan oluşan bir derlemedir.

Postmodern metin, metin birliği ya da metnin kendi içinde tutarlı olması gibi geleneksel biçimi bilerek ve isteyerek çiğnediği gibi, kendi içinde çelişkiye ve kendi tanımının içinde de durmamakta ve bu yanılgıya düşmekten korkmamaktadır. Sonsuz okuma ve sonsuz yorumlama ağı bakımından bakıldığında bu metinler “çoğulcu” bir özellik taşımaktadırlar.

Umberto Eco’nun “Açık Yapıt” olarak adlandırdığı bu tür metinler, okur ile her karşılaşmasında yeni baştan yazılan, yorum üreten birer makine gibidirler. Bu yüzden okuru daha etkin olmaya, metnin tüketicisi olmayı bırakıp üreticisi olmaya çağırırlar. Kimileyin ‘yazılabilir metinler’ diye de adlandırılan açık metinlerin en belirgin özellikleri, değişik yorumlara uygun olmaları, farklı anlamlara gebe olmaları, farklı anlamlara yol açacak ve karmaşık okumalara olanak tanımalarıdır.150

Postmodern bir metnin tahlilinde en güçlük çekilen nokta, metnin türselliği konusunda yaşanan şüphelerdir. Her ne kadar edebi türler konusunda ileri sürülmüş savlardan bir kısmı zaten, daha başlangıçta statik ‘tür’ anlayışına karşı çıkarak her metnin pek çok anlamda olduğu gibi, yazılmış olduğu edebi türde de birtakım değişiklikler yapabileceği, hatta yapması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Fakat

148 www.wikipedia.org

149 y. a. g. e

150 y. a. g. e

bütün bu değişikliğe ve değişikliğin yapılmasını savunanlar bile, ne klasik anlayışta ne de modern anlayışta postmodernitede ki kadar türlerin birbiri içine girerek karıştığı ve belirsizleştiği bir süreç olmadığını söylemektedirler.

Öyle bir türsel problem yaşanmaktadır ki, herhangi bir metnin bir öykü mü, bir deneme yahut bir roman mı olduğu hatta bunun bir isminin olup olmadığı konusunda bile ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bu yanlıca postmodern metin için değil; aynı zamanda, adına postmodern denilen hemen bütün uğraş ve alanlar için böyle gibi görünmektedir.151

Bir bütün olarak yazın metinlerini ele aldığımızda bütün metinler, kendilerine özgü yazınsallıklarıyla birlikte, içinde yer aldıkları türün özellikleri de hesaba katılarak değerlendirilmektedir ya da değerlendirilmek zorundadır. Metnin ait olduğu türle ilişkisi, bunların birlikte oluşturdukları göstergeler sisteminde saklıdır ve her yeni yazılan metin bu gösterge sistemine katkıda bulunur. Metin ve tür ilişkisi, bir yandan metinlerin anlamını, içeriğini ve biçimini değiştirirken aynı zamanda o metnin ya da türün yorumuna da çerçeve hazırlar. 152

Bugün günümüz anlatılarında türlerarası geçiş o denli yaygınlık kazanmıştır ki, sonunda türe karşı bir yazı türü de ortaya çıkmıştır. Ihab Hassan’ın postmodern yazında tür kavramının geçersizleştiğini savunması da bu yüzdendir.

(Rene Wellek’e göre) Zamanımızın hemen hemen bütün yazarlarında tür farklılıklarının bir önemi kalmamıştır. Sınırlar sürekli ihlal edilmekte, türler birleştirilmekte ya da iç içe geçmekte, eski türler atılmakta ya da dönüştürülmekte, yeni türler yaratılmaktadır. Öyle ki, tür kavramının kendisi sorgulanmaktadır. 153

Postmodern yazarlar, tür kavramının kendisine karşı olduklarından genellikle yazdıkları esere bir isim vermekten kaçınmışlar, yapıtlarını belli bir tür adıyla sınıflamak yerine “anlatı” ifadesini kullanmışlardır.

Michel Foucault, modern edebi anlayışın metin-yazar karşıtlığını belirlerken, parçalanmış, bütünlüğünü yitirmiş ve merkez olmaktan çıkmış bir yazar-öznenin varlığına işaret eder. Foucault, yazar bağlamında metin eleştirisini yapar ve bu eleştiriyi dört kritere bağlar. “ a- Yazar yalnızca metindeki bazı olayların kaynağı değil aynı zamanda onların değişimlerinin, çarpıtılmalarının ve dönüşümlerinin de

151 Emre, a. g. e., 88 s.

152 Parla, a. g. e., 27 s.

153 y. a. g. e., 33 s.

nedenidir. Onun yaşam öyküsünün, kişisel bakış açısının, toplumdaki konumunun ve temel amacının irdelenmesi yazdığı metnin yorumlanmasında başrolü oynar.

b- Yazar yazının bütünselliğinin temelidir. Yazın metnindeki tüm farklılıklar onun evrimine, olgunlaşmasına ve etki altında kalmasına bağlanır. c- Yazar kişiliği bir grup metinde izlenen çelişkilerin etkisini ortadan kaldırır. Çelişkilerin kaynağı, yazarın onların bilincinde olduğu ya da olmadığı hep yazarın çelişkili düşüncelerine ya da arzularına atfedilir. d- Yazar, yazın metinleri, mektuplar, skeçler vs. yoluyla kendini ortaya koyar, anlatmak ister. Foucault’ a göre bu kriterler bugün için çok yetersizdir ancak günümüzde modernist yazın eleştirmenlerince kullanılan ve yazar işlevini belirleyen ilkler bütünüyle örtüşmektedir.”154 Postmodern metin eleştirisinin metin merkezli anlayışından oldukça uzak görünen ve metni yapı bakımından çözümleyen yapısal metodolojinin asla kabullenemeyeceği bu modernist yaklaşımı Foucault, bugün uygulanması mümkün olmayan bir yöntem olarak görür. Postmodern metin eleştirisi bireyin öldüğü, özneninse silikleşerek kaybolduğu bir süreçte merkezsizliğe vurgu yapar ve merkezin kaybolduğu noktadan itibaren de söylem çeşitliliği ortaya çıkar.155

Derrida, söylem sözcüğüne Foucault gibi yaklaşır ve bir merkezin, başlangıç noktasının yokluğunda her şey söylem oldu der. Burada özne, değişmez gerçekliğini, merkez ya da kaynak olma özelliğini yitirince her şey söylemin birleştirici dizgesine göre anlam kazanır ve yeni söylem dizgelerinin bunlara göre oluşmasına olanak verir. 156 Böylece, yazarın ve bir metnin içindeki diğer söylemlerin bile metnin iç gerçekliğinin bir parçası oldukları oranda önem kazandıkları veya önemlerini kaybettikleri, sadece metnin kendi iç sisteminin egemen olduğu yeni bir metin ve dolayısıyla yeni bir metin eleştirisi de ortaya çıkar.

Bu metin anlayışı, hayat ile kurmaca olan arasındaki kesin sınırları ortadan kaldırarak bu ikisini yan yana duran, birbirine eklemlenmiş yapılar olarak görür. Böylece biz, daha metne başlarken neyin kurmaca, neyin gerçek olduğu konusunda şüpheye düşürülüp bu ikisinin de aynı kapıya çıktığı görüşüne davet ediliriz.157

154 Emre, a. g. e., 90 s.

155 y. a. g. e., 91 s.

156 Doltaş, a. g. e., 73 s.

157 Emre, a. g. e., 92 s.

Postmodern metinlerin olay örgülerindeki belirsizlik, zaman ve mekan kurgularındaki karışıklık, metnin iç hareketliliği, metin kişilerinin tarif edilemezliğindeki olgu, postmodernizmin bir bütünlük, uyumlu birlikteliğe karşı duruşuyla ilgilidir. Postmodern metinlerde, birbiriyle çatışan, çelişkilere düşülen anarşik ve heterojen bir kurgu biçimi hakimdir ve buda postmodernizmin genel olarak toplumsal ve siyasal duruşuyla yakından ilgilidir. Çok anlam potansiyeli barındıran sözcükler ve tümceler alanı olarak yazınsal metin, yirminci yüzyılın ikinci yarısında ancak karşılaştırmalı bir yöntemle anlaşılabilir duruma gelmiştir.

Artık okur da, metnin, görünen yapısından, diğer metinlerle ve dil sistemleriyle bir ilişkiye doğru gitmektedir.

Postmodern metin, anlamın tamamlanıp bitirildiği ve tüketildiği bir yer değil, aksine hiçbir zaman tamama erişilemeyen, her okumada yeniden değerlendirilmeye açık bir uğraktır; çünkü ardında ya da daha doğrusu yapısında asla bir yere indirgenemeyecek olan uçsuz bucaksız bir işaretler sistemi olan dil vardır. Jale Parla, postmodern romanda, okur-yazar-metin ilişkisini şu şekilde belirtmektedir.

(...)hiç bir metin tamamlanmış bir bütün değildir. Bu da okur ve yazarı yeni bir konumda düşünmemizi gerektirir. Okur ve yazar dil denizinde sözcüklerin anlamlarının dalgalar gibi birbirini izlediği bir devinim içinde yüzerken, metinler, benlikler, kimlikler ve yorumlar da yeni göstergelere dönüşürler(...) Bu epistemolojiye göre, belirleyebileceğimiz yazar, okur, metin yoktur; yalnızca o metin aracılığıyla oluşan söylemler vardır.158

Postmodern dönemde, metin, geleneksel bağlamından koparılıp, yeni bir evren ve yeni biçemlerle karşımıza çıkmıştır. Metin, tek boyut ve tek bir söylemle karşımıza çıkmaz; artık çok boyutlu ve derinliği olan söylemlerin çeşitliliğiyle okura seslenir. Postmodern metin, okuyucuyu bir çeşit yazar konumuna taşır. Okur sahnenin merkezine yerleşir ve bir şeyler öğretilmesi gereken pasif bir özne olmaktan çıkarılır. Postmodern metinle birlikte, yazar merkezli bir dünyadan okur merkezli bir dünyaya geçilmiştir.

Okur ve metin birbirine göndermede bulunurlar. Kolayca yer değiştirirler; bir metni yapılandıran okurun hikâyesi, okuru manipüle eden metnin hikâyesine dönüşüverir. Anlam bir metnin içinde yatmaz, metin ile okur arasındaki etkileşimde bulunur.159

158 Parla, a. g. e., 180 s.

159 Emre, a. g. e., 98 s.

Postmodern metin anlayışının, modern ve klasik anlatıların kabul ettiği bütün konvansiyonel kurguları reddederek ya da dönüştürerek, kendi yapılanması ve dünyayı algılamasıyla, daha kaotik bir metinsellik anlayışıyla kendi metinlerini oluşturmuştur. Kurmaca- gerçek- imge ilişkisini sorunlaştırmış ve işlemiştir.

Postmodern metin, metinlerarasılıkla ve metinlerarasılığın pastiş, parodi vb. yazma tekniğiyle, mimesis geleneğinin yerleştirdiği beklentiyi ve olasılıkları kırmaya çalışmıştır. Postmodern yaklaşımın temelinde yatan ontolojik kuşku postmodern diyebileceğimiz metinlerde, modernist biçimler dahil her türlü yöntemi kendi biçemsel/biçimsel düzlemine çekerek okuruna aktarmak istemiştir.

2. 1. Postmodern Metinde Dil

Postmodern metin denilince ilk akla gelen dil oyunları düşüncesidir.

Postmodernist düşünürler, dilin gerçekliği temsil eden değil kuran bir yapı olduğu önermesinden hareket ederler. Postmodern yazarlar, bu anlamda postmodern teorinin, temsili sorunsallaştırma girişimini üstlenirler ve gerçekliği temsil etmekten ziyade anlam çoğulluğunu hedeflerler. Çünkü dil, postmodern anlayışa göre bir gerçekliği temsil etmez, belirli bir anlamda aksine gerçekliği kurar.

Postmodern metin, tam da dile dair bu bilgi ile üretilen anlatıları işaret eder.160 Birçok postmodern düşünür ve eleştirmen, dilin ve anlamın temelini oluşturan ayrım, benzerlik ve değişim konularını öznellik, kültür, politik etkinlik ve dil-kavram ilişkisi çerçevesinde ele alırlar ve öncelikle öznellik ya da bireysel özellik diye bir olgunun var olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Michel Foucault, Jacques Derrida, Roland Barthes, Jean François Lyotard ve Jacques Lacan gibi düşünürlerin ortak söylemine göre;

Özne sürekli bir değişim içindedir, dolayısıyla kendisine özgü diye nitelendirilebilecek bir özellikten söz edilemez. Kültür ve dil ise hem toplumların us yoluyla oluşturulan ideolojik yapılarını, saplantılarını kendi içinde yansıtır, hem de onların ortaya çıkmasında, yayılmasında ve kuşaktan kuşağa aktarılmasında etkin rol oynar. Dahası Foucault dilin politik niteliği üzerinde de durarak, bütün değerler için olduğu gibi, otoritenin ve baskının kaynağının da dilde aranması gerektiğini savunur.161

160 www.wikipedia.org

161 Doltaş, a. g. e., 100 s.

Dilin sınırlayıcı, çarpıtıcı ve şartlandırıcı yöntemlerinden ve politik olarak baskısından kurtulmayı amaçlayan postmodern yazarlar, suskunluğun ve boşluğun önemini vurgulayarak öne çıkarmaya çalışırlar. Çünkü suskunluk, insanoğluna akıl, toplum ve tarihten uzaklaşma olanağını verir. Suskunluğu kullanan yazar, belleğini boş tutarak onun karşıt bir dil oluşturmasını sağlar. Bu yöntemi en iyi kullanan yazarlardan biride Samuel Beckett dir. 162

Birçok yöntemin kullanıldığı postmodern yazında amaç, suskunlukla beraber anlam boşlukları yaratmaktır. Sıralamayı, sınıflandırmayı, yapay kabul ettiği denge ve düzen açısından uygunluk kavramını yok etmeyi amaçlayan postmodern yazarlar, biçem ve biçim çeşitliliğini iç içe, ard arda birlikte kullanırlar.

Postmodern yazarlar eserlerinde anlamdan ziyade dile ve dilin oluşumuna önem vermişlerdir. Hatta her metni bir dil oluşumu olarak düşünmüşler ve bu da metinlerinde dilin kullanımını öne çıkarmıştır.

Postmodernistlere göre dil dışında hiçbir şey yoktur… Dile verilen bu önem, biraz da postmodernistlerin kendilerine ait görüşleri açıklarken, dile özel bir gönderme yapmalarından kaynaklanmaktadır. Öyle ki postmodernistlerin kural tanımazlık, belirsizlik, tutarsızlık, mekanik olanın dışına çıkma vs. gibi pek çoğu göreceli çağrışımlar uyandıran yaklaşımlarında hep dil mekanizması karşımıza çıkar. Postmodernistler bu müphemliği vurgulamak için paraloji kelimesini kullanırlar.163

Paraloji, bilinmeyene, yanlış olduğu kabul edilen bilgiye gönderme yapar.

Ama postmodernistler için, aslında ne kadar az şey bildiğimize, bildiğimiz şeylerin ne kadarının keyfi, dilsel göreneklerden ibaret olduğuna işaret edebilmek için “hakikatten bahseden dil oyunlarının istikrarsızlığını kullanan”164 pratikler anlamına da gelebilmektedir.

Yüzyılımızda insan varoluşunun kökten biçimde dilselleştiğine tanık oluyoruz.“Deneyim” teriminin yerine “dil”in ikame edildiğini görüyoruz. İnsan deneyimi, özünde, dilseldir. Dil, basitçe, dünyayı betimlemede kullandığımız elverişli bir araç değil; dünyanın betimlenebilirliğinin imkânının koşulu olan

Yüzyılımızda insan varoluşunun kökten biçimde dilselleştiğine tanık oluyoruz.“Deneyim” teriminin yerine “dil”in ikame edildiğini görüyoruz. İnsan deneyimi, özünde, dilseldir. Dil, basitçe, dünyayı betimlemede kullandığımız elverişli bir araç değil; dünyanın betimlenebilirliğinin imkânının koşulu olan

Benzer Belgeler