• Sonuç bulunamadı

Türk sanatı içinde önemli bir yere sahip olan minyatür sanatı uygulamaları, çok erken tarihlerden beri Türk topluluklarının hayatlarında bir şekilde yerini almıştır. Özellikle Osmanlı döneminde bir kurum yani Nakkaşhane aracılığıyla ortak bir anlayış ve tarz yaratılmaya çalışılarak Osmanlı’ya özgü bir düzen gözlenmektedir.

Osmanlı döneminin merkeziyetçi yönetim şekli göz önüne alındığı zaman özellikle başkentte yapılan minyatürlerin sahne kurgularının da merkezinde yönetim anlayışına uygun bir şema gözlenmektedir.

Osmanlı dönemi minyatür sanatının gelişmesinin temel nedenlerinden birisinin padişah ve çevresinin bu sanata verdikleri önemdir demek pek de yanlış bir tespit olmayacaktır. Çok değerli diye anabileceğimiz bu sanat eserleri sanat eserleri olmasının dışında pek çok konuda bilgileri ve Osmanlı’ya özgü ilgi alanlarını göstermektedir.

Hüseyin Elmas, Osmanlı Dönemi Minyatür Sanatının Kaynak ve Özellikleri adlı makalesinde Osmanlı minyatürlerinin önemini şu şekilde ifade etmektedir; “Her biri tarihi birer belge niteliği taşıyan Osmanlı minyatürleri günümüzde geçmişe yönelik bazı soruların aydınlatılmasında önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle Osmanlı'nın saray

hayatı, muhabere-muhasara, portre ve tarihi konuları anlatan bu minyatürler, günümüzde tarihi birer belge olma niteliği dışında, her biri birer sanat eseri özelliği de taşımaktadır. Ne yazık ki bu sanat eserlerinin büyük bir bölümü zaman içerisinde yok olup gitmiş, birçoğu da değişik vesilelerle yabancıların koleksiyonlarına katılmıştır.” (Elmas, 1994: 249)

Osmanlı değişik kültür evrelerini içinde barındıran güçlendikçe ve sınırları genişledikçe kozmopolitleşen karmaşık bir yapıya kavuşan bir devlettir. 700 yıllık süre içinde pek çok kültürü etkisi altına almış sadece siyasi değil her alanda güç kazanmayı başarmıştır. Bu etki esnasında kendi kültürü de başka kültürlerden etkilenmiş ve değişikliklere uğrayarak gelişmiş bir durum arz etmiştir.

Eski bir gelenek olarak pek çok hükümdarın yaptığı gibi Osmanlı sultanları da fethettikleri yerlerde yaşayan sanatçıları kendi ülkelerine davet etmiş ve kendi idareleri altında sağlayacakları imkanlarla sanatlarını icra etmelerine imkan sağlamışlardır.

Her dönemde dünya üzerinde sanatçıların rağbet gösterdiği kültür merkezleri olmuştur. Semerkant, Tebriz, Bağdat döneminin ön plana çıkmış kültür merkezleridir. Adı anılan bu kültür merkezleri zaman içinde önemlerini ya da etkinliklerini yitirmişler ve bu özelliklerini dünya üzerindeki başka bir şehre devretmişlerdir. 15. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren de bu anlamda merkez olma özelliğini İstanbul devralmıştır.

İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı’da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını kestirmek pek de zor değildir. Bu değişen bakış açısı kendini en başından beri siyasi ve iktisadi alanda olduğu gibi sanat alanında göstermiştir.

Doğan Kuban ise Osmanlı’nın fetihten sonraki ruh halini ve oluşan algıyı bir adım daha öteye götürerek eşsiz olma duygusuna şu şekilde vurgu yapmıştır; “İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı Doğu Roma’nın yerini alan ve bu yönde bilinç geliştiren bir idare sisteminin içine girmiştir. Özellikle bu dönemde Fatih’e ait söylemler bunu açıkça ortaya koymaktadır. Bundan sonra Osmanlılar için artık tek örnek kendileridir.” (Kuban, 2004: 139)

İstanbul’un fethiyle Osmanlı artık dünya üzerinde etkin bir yönetim olmayı başarmıştır ya da başarmak adına büyük bir güç elde etmiştir. Bu etki sanat alanında da kendini göstererek hem içeride hem dışarıda etkilerini göstermiştir. Sanat alanında içerideki en büyük ve önemli değişimlerden birisi olarak Fatih Sultan Mehmet’in farklı toplumları özellikle de Akdeniz toplumlarını inceletmesi, onların sanatçılarını İstanbul’a

davet etmesi ve Batı krallıklarında sık rastladığımız kral portreleri gibi kendinin portresini yaptırması diyebiliriz.

Eski, çok erken devirlerden beri Türk coğrafyalarındaki sanat faaliyetlerinin varlığından çalışmamızda sık sık bahsettik. Asırlardır devam eden ve birikimleriyle değişerek gelişen Türk sanatına ilişkin özellikler bu tarihten sonra farklı bir boyut kazanarak artık bir dünya sanatı olma yoluna girmeye başlamıştır.

Osmanlı’da icra edilen sanatlar arasında en önem verilenlerden biriside hiç şüphesiz ki resim sanatıdır. Kitap sanatlarının en önemli unsurlarından birisi olan minyatürler genel olarak Türk kültür tarihi içinde ve özel olarak da Osmanlı Kültür hayatı içinde çok önemli bir değerdedir.

Berke İnel, Osmanlı minyatürlerini değerlendirdiği çalışmasında genel anlamda Osmanlı dönemine ilişkin şöyle demektedir; “Türk Minyatürcülüğü, İslamlıktan önceki Orta Asya'dan Selçuklulara, Osmanlı Devletinin kuruluşundan İstanbul'un Fethine ve 18. yüzyılın ünlü Lâle Devrine giden süreçte değişik akım üsluplar geçirdi. Türk Minyatürü zaman içinde Arap, İran ve Hint minyatüründen ayrılarak farklı bir ekol oldu.” (İnel, 1999: 185)

Osmanlı padişahları sanatların icrasına çok önem vermekteydiler. Özellikle sanat eğitimine de önem verdikleri de bilinmektedir. Resim sanatına da gerekli önemi veren Osmanlı sultanları bu sanatın da Osmanlı idaresinde gelişimini desteklemişlerdir.

Fatih Sultan Mehmet yeni sarayında bir nakkaşhane kurmuş ve başına Özbek Asıllı Baba Nakkaşı getirmiştir. Fatih ayrıca ressam Gentile Bellini’yi sarayına çağırarak misafir etmiş ve ona portrelerini yaptırmış ve yine aynı dönemde Sinan Bey’i resim eğitimi alması için yurt dışına göndermiştir. Constanzo da Ferrara gibi madalyon ustası sanatçıları da misafir etmiş ve kendi portreleriyle süslü madalyonlar hazırlatmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise Osmanlı Devleti pek çok alanda olduğu gibi sanat alanında da bir zirve dönemi yaşamıştır. Bu dönemde minyatür sanatının şaheserleri diye anılabilecek önemde eserler yapılmıştır.

Osmanlı döneminde minyatür sanatına ilişkin gelişmeler olumlu yönde devam ederek 18. Yüzyılın ortalarına kadar çeşitli evrelerden geçerek devam etmiştir. Bu yüzyıldan sonra ise minyatürün yerini Batı tarzı icralar almıştır.

Padişahların resim sanatına göstermiş oldukları ilgi ile daha da özenle yapılan resimler, İslam sanatları alanında birer sanat eseri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle padişahlar için özel olarak hazırlanmış olan minyatürlü yazmalar, hem kurgulanmaları hem de yapılış teknikleri açısından sarayın etkisini yansıtmaktadır.