• Sonuç bulunamadı

2. TANZİMAT DÖNEMİNDE SİYASİ DURUM

2.1. Tanzimat’a Hazırlık Dönemleri

2.1.2. Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz Dönemleri: Tanzimat ve Islahat

2.1.2.1. Osmanlı Modernizminin Öncüleri

19. yüzyılın belirgin özelliği bütün dünyada büyük değişimlerin olmasıdır. Osmanlı için bu değişim modernizmdir. “Modernleşme kuramı, azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler kavramlarıyla adlandırılan toplumlar için sunulan gelişme modelleridir.” (Bülbül, 1996: 26) 16. yüzyılda ‘akıl’ ile şekillenen Batı, Osmanlı için bir ideal olur. Uzun bir süreçten sonra, akıl, hukuk, demokrasi, özgürlük gibi kavramları bünyesine yerleştiren Batı toplumu, 19. yüzyıl Osmanlı aydınlarını düşünsel ve kültürel olarak etkiler. Modernizmin düşünsel anlamda öncüleri kitlelere yön vermeyi, yeni oluşumları tetiklemeyi amaçlar. Osmanlı’da 19. yüzyıla gelinceye kadar ‘yazar’ olabilecek bir ‘entelektüel’i veya ‘birey’i geleneksel yapısı içinde çıkarması mümkün olmaz. (Demir 1995: 101) Bu yüzyılda bir oluşum devresi sayabileceğimiz dönem başlar. Artık sorgulayan, düşünen birey karşımıza çıkar. Bunlardan Hoca İshak Efendi ve Mütercim Asım, Tanzimat’tan önce başlayan yenilik hareketlerini düşünsel alanda Tanzimat sonrasına aktaran şahıslardandır.

Tanzimat’ın önemli aydınlarından olan Şinasi, akılcı yapısı, modern düşünce anlayışı ile bir öncü sayılır. Şinasi’ye kadar geçen sürede, Tanzimat aydınlarının, yeniliklerin amacı, içeriği ve sınırları konusunda tam bir bilgiye sahip oldukları söylenemez. (Korkmaz 2004: 24) Batı dünyasını canlandıran düşünce adamlarının ‘Osmanlı temsilcisi’ diyebileceğimiz Şinasi, Türk rönesansının kurucuları arasındadır. Sanatçı ve düşünce adamı sıfatlarını muhafaza eden Şinasi, Tanzimat Fermanı’nı ilan ettiren Mustafa Reşit Paşa’yı devamlı göklere çıkarır. Reşit Paşa’nın yetiştirdiği Ali ve Fuat Paşalar bile onun aleyhinde olmasına rağmen Şinasi Reşit Paşa’ya her zaman bağlı kalır. (Dilmen 1942: 16) Onun için yazdığı Münacat’ta Reşit Paşa’yı ‘medeniyet resulü’ diye niteler:

Acep midir medeniyet resulü dense sana Vücud-ı mu’cizin eyler taassubu tahzir

Tanzimat’ın ideal aydın tipi olan Şinasi, bu dönemin düşünce yapısını temsil eder. Onun hayata ve olaylara bakışı, Mustafa Reşit Paşa gibidir. Bir bakıma Şinasi ile Reşit Paşa ‘ikiz kardeş’tir. Medeniyet ve resul sözcüklerinin bir arada kullanılması oldukça iddialı bir söylemdir. Zira, kurtuluşunu ‘Batı adamı’nda arayan bir toplum daha doğrusu ‘kişiler’ vardır.

18. yüzyıldan beri bir ‘arayış’ içinde olan ‘Doğu adamı’, daha sonra ‘Hasta adam’ muamelesiyle karşılaşır.

Tanzimat’la beraber yeni aydın tipi ortaya çıkar. Bu, akla ve insan iradesine inanan, batıl inançlardan uzak, fikirlerini serbestçe ifade eden, yardımlaşmayı, çalışmayı seven, dış aleme açık insan tipidir. “Şinasi ve Mustafa Reşit Paşa ve Şinasi ile başlayan yeni insan tipi, eski gazi ve alp tipinden farklı bir yapıya sahiptir.” (Kaplan, 2005: 157) Şinasi ile edebiyatımıza giren bu aydın tipi dönemin siyaset, sanat ve edebiyat dünyasına yön verecektir. Şinasi’nin aydın insan anlayışı, “her türlü otoriteden bağımsız hür ferttir. (Öztürk, 2001: 217)

Şinasi, ideal bir Tanzimat aydını olarak oldukça cesur bir atılım yapar. O, beklentilerini topluma mal ederek onun aynası olduğunu düşünür. Ona göre, kurtuluş reçetesi ‘cerrah’ın elindeydi. ‘Hasta adam’a yapılabilecek bir operasyonun başarısı ‘cerrah’ın parmaklarının titrememesine ve hassasiyetine bağlıdır. Mustafa Reşit Paşa hastanın imdadına yetişebilecek bir doktordur Tanzimatçılara göre. Şinasi, “Eya ahali-i fazlın reis-i cumhuru” mısraında “reis-i cumhur” sıfatlandırmasıyla paşayı daha da yüceltir.

Ziya Paşa 1825 yılında İstanbul’da doğar. Babası, Galata gümrüğü kâtiplerinden (Erzurumlu) Ferdittin Efendi’dir. On beş, on altı yaşlarında ilk şiirini yazar. Sonraları üçüncü kâtip olarak saraya alınır. Burada Fransızca öğrenmesi için teşvik edilir. Abdülmecid ölünce yerine geçen Abdülaziz’e yakınlaşmaya özen gösterir. Ali ve Fuat Paşalar Ziya Paşa’yı kendileri için tehlike addettiklerinden onu Kıbrıs Mutasarrıflığı’na tayin ettirirler. Böylece Ali Paşa ile aralarında hayatlarının sonuna kadar devam edecek bir husumet başlar. Ziya Paşa Kıbrıs’tan Amasya’ya tayin olur. Çabaları sonucu İstanbul’a gelerek Meclis-i Valâ azası olur. Bir ara Bosna’ya giden Ziya Paşa, dönüşte Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne girer. (Dilmen 1942: 31)

İkinci defa Kıbrıs Mutasarrıflığı’na gönderilen Ziya Paşa, Fazıl Mustafa Paşa’nın çağrısı üzerine 1865’te Namık Kemal’le beraber Paris’e gider. Burada Ali Suavi ile anlaşamadıklarından ve yakında Paris’e gelecek olan Abdülaziz’e görünmemek için Londra’ya giderler. Burada Hürriyet gazetesini çıkarırlar. 1870’te Namık Kemal, sonra ise Ziya Paşa İstanbul’a döner. Ali Paşa’nın ölümü üzerine tekrar saraya, mabeyne döner. ‘Harabat’ında Abdülaziz’e methiyeler dizmek için eski şiirlerini toplar. Bu sırada Magosa’da bulunan Namık Kemal oldukça üzülür ve buna karşılık ‘Tahrib-i Harabat’ ve ‘Takip’i yazar.

Ziya Paşa, ‘Şiir ve İnşa’ makalesindeki tutumuyla kararsız bir mizaca sahip olduğunu gösterir. Modernleşme hususundaki söylemleri dikkat çeken Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi kadar ön plana çıkamaz.

Sadullah Paşa (1838-1890), bir şair ve devlet adamı olarak bu dönemde karşımıza çıkar. Esat Muhlis Paşa’nın oğludur. Küçük yaşlarda Doğu ilimlerini ve Fransızcayı öğrenir, Tercüme Odası’nda çalışırken Jön Türkler Cemiyeti’ne girer. Beşinci Murat zamanında baş mabeynci olur. Berlin kongresindeki üç murahastan hakiki Türk ve Müslüman olan tek kişidir. Viyana elçiliği de yapan Sadullah Paşa, Abdülhamit memlekete dönmesine izin vermeyince Viyana’da havagazı ile intihar eder. (Dilmen 1942: 29) 19. Asır manzumesinde uygarlık adresi olarak Batı’yı gösterir: “Tefahür eylemesin mi bu asr a’sara / Kısalttı bu’d-i mekan ü zamanı muhtereat” Mesafeleri aşan yeni icat ve aletleri bünyesinde taşıyan ve bunlarla hurafeleri, batıl inançları yok eden 19. Asır, kazanımlarıyla övünmelidir. (Korkmaz 2004: 30) Sadullah Paşa, hukuksal anlamda ve pozitif bilimlerde özgürlüğüne kavuşmuş/bireyleşmiş yeni insan tipini tasvir eder. Ona göre toplumun temelini hak ve görevleri yasalarla belirlenmiş bireylerin oluşturması gerekir.

Modernleşme yolunda önemli katkıları olan şahıslardan biri de Beşir Fuat (1857- 1887)’tır. Claude Bernard, Jean Masse ve Büchner’den çeviriler yapan yazar, Türkiye’de ilk defa realizmi “hakikuyyun” diye ifade etmiştir. Pozitivist düşünce adamı olan aydınımız intihar edince, modernleşme çabaları önemli bir destekçisini kaybeder. Ayrıca, Ahmet Şuayb, Ahmet Mithat, Mizancı Murat, Samipaşazade Sezai, Ahmet Rıza, Tevfik Fikret vb. sanatçıları da modernleşme hareketleri ve değişimin önemli temsilcileri arasında saymamız gerekir.

Akif Paşa (1789-1848), Yozgatlı olup İstanbul’a amcası Reisüküttap Mustafa Mazhar Efendi’nin yanına gelir. Bir süre küçük memuriyetlerde bulunduktan sonra onun yerine geçer. II. Mahmut reisülküttaplığı Hariciye Nazırlğı’na çevirince Akif Paşa da Hariciye Nazırı olur. (Dilmen 1942: 13) Bu arada Mülkiye Nazırlığı’na Pertev Paşa geçer. İkisinin arası açılınca Akif Paşa görevinden alınır. Sonra padişah mülkiye nazırlığını kaldırarak Pertev Paşa’yı da azleder. Daha sonra kurulan Dahiliye Nazırlığı’na Akif Paşa’yı getirtir. Tabsıra adlı eserinde Akif Paşa, Pertev Paşa ile aralarında geçen vak’ayı II. Mahmut’a anlatır. Daha sonra ortaya çıkan Churchill vakası, onun hayata ve devlete küsmesine yol açar. İngiliz olan bu şahıs, Kadıköy’de avlanırken bir Türk çocuğunu vurması üzerine tutuklanır. “İngiltere bu tutuklanma olayında Osmanlı’ya baskı yapar ve neticede Akif Paşa görevinden alınır.”

(Kavaz 2002: 56) Suçsuz olmasına rağmen görevinden alınan Akif Paşa, hastalığının da etkisiyle hayattan kopar. Onu ümitsizliğe düşüren husus Osmanlı’nın itibarını biraz daha kaybetmesidir. Akif Paşa bunalımlarını, kötümser mizacının da etkisiyle sanatına yansıtır. Nitekim, şiirlerinde ‘yokluk’ düşüncesini hayattan sızlanmalarla işler.

Namık Kemal, 1840’ta Tekirdağ’da doğar. Babası Mustafa Asım Bey’dir. Küçük yaşlarda dedesi AbdüllÂtif Paşa’nın Kars mutasarrıflığına tayini dolayısıyla bu kente gider.Sonra İstanbul, Filibe ve Sofya da bulunur. Tekrar İstanbul’a dönen şair, aralarında Leskofçalı Galip, Memduh Bey, Faik Bey, Halet Bey, Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avni Bey ve Eşref Paşa’nın bulunduğu Encümen-i Şuara’ya katılır. “Kendisine Namık mahlası Eşref Bey tarafından verilir.” (Dilmen, 1942: 37) Bu yıllarda eski edebiyat tarzında şiirler yazan Namık Kemal, Şinasi ile tanışınca büyük bir değişime uğrar. Şinasi ona Tasvir-i Efkâr’da yer vererek Fransızca öğrenmesini tavsiye eder. Şinasi Avrupa’ya gidince gazete Namık Kemal’e kalır. Bu arada Avrupa’da cereyan eden milli düşünceler meşrutiyet taraftarı kişileri harekete geçirir. Namık Kemal, Mehmet Bey, Reşat Bey, Nuri Bey, Suphi Paşazade ve Ayetullah Beylerin kurduğu Jön Türk Cemiyeti, ülkeyi Avrupaî idare sistemine getirmektir. Hükümetin bu cemiyetin amacını öğrenmesinden sonra üyeler memleketin dört bir yanına dağıtılır. Ziya Bey Kıbrıs’a, Namık Kemal de vali yardımcılığı göreviyle Erzurum’a gönderilir. Ancak bu şahıslar bu görevlere gitmeyip Paris’e kaçarlar.

Ali Paşa’nın 1871’de ölümü üzerine yerine Mahmut Nedim Paşa sadrazam olur. Jön Türkler bu durumu sevinçle karşılar. Namık Kemal ‘İbret’ gazetesini çıkarır. Fransa’nın Üçüncü Napolyon’la yenilmesi Mahmut Nedim Paşa’nın, yüzünü Fransa’dan Rusya’ya çevirmesine sebep olur. Bu tutumu beğenmeyen Namık Kemal, hükümet aleyhine yazılar yazar. Bunun üzerine ‘İbret’ gazetesi birkaç defa kapatılır. Sonra tiyatroya yönelen Namık Kemal, ‘Vatan yahut Silistre’yi yazar. Gedikpaşa’daki Güllü Agop tiyatrosunda temsil edilen piyes, büyük bir coşku uyandırır. Bu eserin halkı galeyana getirdiği bahanesiyle Abdülaziz’in fermanıyla Namık Kemal Magosa’ya sürülür. Namık Kemal burada Gülnihal, Akif Bey, Kara Bela, Zavallı Çocuk, İrfan Paşa mektubu, Tahrib-i Harabat ve Takip’i yazar. Üç yıl sonra Mahmut Nedim Paşa’nın yerine Mithat Paşa getirilir. Kırk beş gün sonra Mithat Paşa da bu görevden alınır. İki ay sonra Mahmut Nedim Paşa bu göreve tekrar getirilir. Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra yerine Beşinci Murat geçer. 93 Harbi dolayısıyla aklını kaybettiği iddiasıyla onun yerine II. Abdülhamid getirilir. Abdülaziz’in tahttan

indirilmesinden sonra genel af çıkarılır ve böylece Namık Kemal Magosa’dan İstanbul’a döner.

Mithat Paşa sadrazam olur ve Namık Kemal ile Ziya Paşa Kanun-ı Esasi encümenliğine tayin olunur. Kanun-ı Esasi kabul edildikten sonra II. Abdülhamid kendisi için tehlikeli olacağını hissettiği Ziya Paşa’yı Suriye valiliğine, Namık Kemal’i de Midilli’ye gönderir. Bu arada Osmanlı-Rus Savaşı felaketle neticelenir. Bu yenilgi Namık Kemal’i derinden etkiler. Midilli’de ‘Cezmi’ ve ‘Celaleddin Harzemşah’ı yazan Namık Kemal, sonra Rodos’a ve buradan da Sakız mutasarrıflığına geçer. 1888 yılında bu son görevindeyken ölür. Namık Kemal, halkın bilinçlenmesi için gerekli ne varsa yapılmasını isteyen, Türk modernleşmesinde önemli yeri olan şahsiyettir. Yazar, makaleleriyle, dramlarıyla, mektuplarıyla, velhasıl fikir hayatının bütün vasıtalarını kullanmak suretiyle tefekkür hayatımızda ve dolayısıyla muasır edebiyatımızda mühim bir rol oynar. (Perin 1946: 116) Halka ulaşmak için halkın dili ile edebiyat yapma amacını her fırsatta dile getiren ve bu düşüncesini eserlerine yansıtan Namık Kemal, vatan, millet, hürriyet gibi kavramları konu aldığı gibi, ‘vatan şairi’ diye de anılır. Toplumu harekete geçirmek için ne varsa, bunların hepsini denemek gerektiğini ifade eder. Necip Fazıl Kısakürek Namık Kemal için, “En canlı vahidleriyle Namık Kemal siyasi, içtimai, edebi, bedii ve intikad cepheleriyle tekleşen kişi” (Kısakürek, 2005: 263) der.

Şinasi’yle açılan edebi yenilik devri Namık Kemal’le büyük bir ilerleme gösterir. Yenilik hareketleri artık birçok kişiyi de beraberinde sürükler. Bunlar arasında Ali Bey, Süleyman Paşa, Mehmet Rıfat Bey, Hasan Bedrettin, Reşat, Nuri, Mehmet ve Halit Beyler ve Ali Suavi sayılabilir. Bunlardan başka Şinasi ve Namık Kemal’in öncülüğünü ettiği bu yolda Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Ebuzziya Tevfik Bey, Kemalpaşazade Sait Bey, Mizancı Murat Bey önemli adımlar atarlar. Tanzimat’ın birinci dönem sanatçılarıyla edebi yeniliğin ilk büyük hamlesi atılmış olur. Sonra ise Tanzimat’ın ikinci dönemi sanatçıları Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem ve Samipaşazade Sezai ile Servet-i Fünûn için yol açılır.

Benzer Belgeler