• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Dönemi Camilerine Yönelik İmar, İnşa Faaliyetleri ve Vakıf

2.3 Osmanlı Dönemi Camilerine Yönelik Örgütsel Yapı

2.3.1 Osmanlı Dönemi Camilerine Yönelik İmar, İnşa Faaliyetleri ve Vakıf

610 yılında, Hz. Muhammed Dönemi‟nde başlayan vakıf anlayışı, İslam tarihi boyunca gelişerek ve genişleyerek devam etmiştir. Anadolu‟daki Müslüman Türk Beyliklerinde ve Osmanlılarda yardım amaçlı birçok vakıf kurulmuştur. Osmanlılarda ilk vakıf, Orhan Gazinin Bursa‟da inşa ettirdiği cami ve zaviye yapılarının sorumluluğunu, 1376 (H. 760) yılında, veziri Sinan Paşa‟ya vermesi olarak aktarmaktadır (Madran ve Özgönül 2005). 16. yüzyıla dek sultanlar ve bazı üst düzey yöneticiler vakıf kurarken; 16. yüzyıl sonrasında vakıf kurucuları arasında, saraya mensup kadınlar, ulema, taşra yöneticileri de bu sınıfta yer almıştır. 18. yüzyılda ise bu gruplara askeri sınıf dahil olmuştur (Madran, 2004). Osmanlı vakıf sistemi, beş farklı şekilde sınıflandırılmaktadır:

 Menkul ve gayrimenkul olması bakımından ayrılan vakıflardır.

 Mahiyetine göre sınıflandırılan vakıflar: Aynile intifa olunan (hayri) vakıflar, dolaylı ya da dolaysız olarak toplum yararına hizmet eden vakıflardır. Geliriyle intifa olunan (kazanç sağlayan, akar) vakıflar, ihtiyaç duyulan sermayeyi temin eden vakıflardır. Zürri (evlatlık) vakıflar, vakfedilen malın gelirinin tamamı ya da

büyük kısmının vakfın evlatlarına ve yakınlarına tahsis edildiği vakıflardır. Avariz vakıfları; sel, yangın vb. olaylar sonrası yardım amaçlı kurulan vakıflardır.

 Mülkiyetine göre sınıflandırılan vakıflar: Sahih vakıflar, vakfın her çeşit maddi varlıklarının mülkiyeti kendinde olan; irsadi vakıflar, miri arazi ya da miri araziden tasarruf hakkının hükümdar izni ile bir amaca tahsis edilen vakıflardır.  İdaresine göre sınıflandırılan vakıflar: Mazbut vakıflar, devlet (nezaret-genel müdürlük) tarafından idare edilen vakıflardır. Bunlar; Selatin vakıfları (sultan ve ailesi ait vakıflar), mütevellisi kalmayan vakıflar, idaresi zabtedilen vakıflar ve mazbut vakıfların tüzel kişiliğidir. Mazbut olmayan vakıflar ise iki türdür: Mülhak vakıflar, mütevellileri tarafından idare edilen, evkaf idaresi tarafından kontrol edilen vakıflardır. Müstesna vakıflar, evkaftan bağımsız, mütevelli tarafından serbestçe idare edilen vakıflardır.

 Kiraya verilme şekline göre sınıflandırılan vakıflar: İcare-i vahideli vakıflar, aylık veya yıllık olarak doğrudan kiraya verilen ya da idare edilen vakıflardır. İcare-i vahide-i kadimeli vakıflar, kira süresi sonunda belli bir bedel karşılığı kiracıda kalan vakıflardır. Mukataalı vakıflar, vakıf arsası üzerindeki bina ağaç vb. mülk sahiplerinden kira alınan vakıflardır. İcareteynli vakıflar, vakfın kıymetine yakın bedelin peşin olarak alındığı, mülkiyeti vakfa, kullanım hakkı kiracıya ait olan vakıflardır (Öztürk, 1983).

Vakıf arazisi üzerinde inşaat yapılacağında bazı şartlar söz konusudur. Mütevelli inşaat malzemesi için vakfın malını kullanıyorsa, inşaat vakfın; malzeme kendine aitse ve inşaatı kendine yaptırdığını şahitlerle ifade etmişse, inşaat mütevellinin malı olmaktadır. Mütevelli kendi malzemesiyle, inşaatı kendi yaptıysa şahit gerekmeden inşaat mütevellinin malı sayılmakta, ancak mütevelli bundan gelir elde edemez denilmektedir (Akgündüz, 1988). Mütevelli olmayan şahsın vakıf arazisine yaptığı inşaat ve ise her şartta vakfa cami ve mescit avlularına yapılan inşaat ve/veya dikilen ağaçlar ise her şartta cami ve mescide ait sayılmaktadır. Vakıf yapıları bireysel girişimlerle inşa edilmesine rağmen, inşa sonrası karşılık beklemeden toplum kullanımına bırakılmış olması nedeniyle onarım sorumluluğu kamusal olmaktadır. Bu kamusal çalışma, genellikle saraya bağlı Hassa Mimarları tarafından gerçekleştirilmiştir. Tüm imparatorluk sınırları içerisinde faaliyet gösterecek

miktarda saray mimarı olmaması nedeniyle eyalet ve şehir mimarlıkları oluşturulmuş; eyalet mimarları maaşlı olarak çalıştırılmıştır. Halkın yapılarını inşa eden mimarların, Hassa Baş Mimarlarından işin ehli olduğuna dair belge alma zorunluluğu bulunmaktadır (Cezar, 1985). Hassa Mimarları yalnızca onarımla değil vakıf yapılarının onarım öncesi keşfinin ve raporunun hazırlanması; onarımın teknik denetiminin yapılması; onarım sonrası maliyet ve inşaat defterlerinin ön denetiminin yapılmasında da görevlidir (Madran, 2002). Ayrıca bu görevliler, 17. yüzyıl sonrasında, ilgili oldukları yerleşimde bulunan inşaat esnafını denetlemek ve yapı alanındaki sorunları çözmekle de yükümlü tutulmuştur.

Her vakfın mali kaynağa ve sürekli getiriye ihtiyacı vardır. Gelir getiren yapılar ve vakıf sahibine temlik edilen arazi vergileri olmak üzere vakıf için iki şekilde kaynak oluşturulmuştur (Cezar, 1985). Kaynağı yetersiz olan vakıfların onarımına ilişkin fıkıh hükümleri bir takım kurallar getirmiştir. Yöntem, mütevellinin, kadı onayı ile onarım masrafları haricindeki masraflarda tasarruf yapılması ve vakıf kaynağının kendine yetebilecek duruma gelene dek bu durumun sürdürülmesi şeklindedir (Akar, 2010-I). Tanzimat‟tan önce, kendiliğinden tahrip olmuş vakıfların tamirleri dört şekilde gerçekleştirilmiştir. Vakfın gelirinden; vakfın geliri yetersiz ise mütevelli hariç vakıf çalışanlarının maaşından; vakıf sahibi tarafından ya da vakıf sahibine ait başka bir mülkün kira bedelinden; cami, mescit vb. vakıflarda gelir kaynağı varsa bu kaynaktan, yoksa devlet hazinesinden harcama yapılması şeklinde tamir masrafları karşılanmıştır (Akgündüz, 1988). Bazı vakıflarda kullanılan ihtiyat akçesi de mali

kaynak oluşturmaktadır. İhtiyat akçesi, vakfın keşif gerektirmeyen küçük onarımları için günlük / aylık / yıllık olarak ayrılan ve gerektiği takdirde onarım harcamaları için kullanılan kaynaktır; vakfiyede belirtilmediği durumlarda mütevelli gerek görürse ihtiyat akçesi ayırabilmektedir (Akar, 2010-I).

Vakfın asıl amacı, ebedi hizmet verebilmesidir. Bu nedenle, inşa edildiği tarihten itibaren kesintisiz hizmet verilmesinin sağlanması için, sürekli onarım faaliyetinde bulunulması gerekmektedir. Bazı vakfiyelerde onarım koşulları belirtilirken, bazı vakfiyelerde mecburen onarım söz konusu olacağı için bu konuda herhangi bir ibareye yer verilmemiştir. Özellikle vakfın onarılması istenmiyor ve/veya

vakfiyesinde bu ibare yer alıyor dahi olsa, bu husus dikkate alınmadan tüm onarımlar gerçekleştirilmiştir (Akar, 2010-I). Yapıların onarımı her zaman öncelikli konumdadır. Vakfın gelirinin, başka bir vakfa aktarılması, başka bir vakfın onarımına harcanamaz söz konusu olmamaktadır. Gelir, aynı yıl içerisinde kullanılmakta, gelecek yıla aktarımı yapılmamaktadır. Bu durum, vakfın gelirinin o yıl içerisinde tüm ihtiyaçlara kullanıldığını ve böylece sürekli bir onarım, bakım sürecine tabi olduğunu göstermektedir. Kaynak aktarımı ancak, kadının izni ile tamiri mümkün olmayan bir vakıftan, aynı amaçla kullanılan başka bir vakfa verilmesi şeklinde olabilmektedir (Akar, 2010-I).

Şekil 2.12 Kişi vakıflarında onarım süreci. Kaynak: Madran, 2004, s.170

Onarım süreci, süreçten direk sorumlu olan mütevellinin istemi/bildirisi üzerine, ihtiyaç halinde başlamaktadır. Mütevelli istemini kadıya bildirir ve izin vermesi halinde, birinci keşif ve onarım raporunu kadıya iletmektedir. Kadı dokümanlarla

Divana başvurur ve Divan onarımı onayladığı takdirde, kadı mütevelliye onarım iznini vermektedir. Mütevelli onarım sürecinden sorumlu olmasının yanı sıra kaynak ve personel temininden de sorumludur. Onarım sonrası mütevelli ikinci keşfi hazırlar ve kadıya sunar; kadı iki keşfi karşılaştırarak onarımı aklar, mütevelliye bildirir; böylece onarım faaliyeti tamamlanmış sayılmaktadır. Madran (2004) kişi vakıflarının onarım sürecini şekil 2.14‟ deki tabloyla özetlemiştir. Onarım ihtiyacı, yıpranma, doğal afet, insan eliyle tahribat vb. durumlar sonucu oluşmaktadır. Yıpranma ve doğal afet durumlarında vakfın geliri ve/veya yapı türüne göre devlet yardımı ile onarım gerçekleştirilirken; insan tahribatlarında, tahribatı yapanın onarım bedelini karşılaması ve yapıyı eski haline getirmesi gerekmektedir. Madran (2004) ve Akar (2010-I), onarımlarda görev alan teknik elemanların onarım konusunda uzmanlaşmış kişiler olmadığı, dönemin yeni inşa tekniği ve malzemesi ile onarımlarını gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Özellikle Sultan Vakıfları gibi bazı vakıflarda onarım işleri için personel istihdam edildiği, Sultan Vakıflarında hassa mimarbaşlarının görev yaptığı da bilinmektedir.

Bakırer (1973), onarım konusunun 15. yüzyıl öncesinde, vakfiyelerde, genel bir tanımla yer aldığını, 15. yüzyıl sonrası dönemde ise tanımlamaların daha detaylı aktarıldığını belirtmektedir. Gerçekleştirilen onarımlar, “…„meremmet-imüstehleke‟ sıva, boya gibi aslından alınıp ayrılması mümkün olmayan tamirat ve „meremmet-i gayr-i müstehleke‟ binaya yeniden ilave edilen merdiven, kiler, camekan veya avluya döşenen mermer gibi yapıdan ayrılarak alınması mümkün olan ilaveler” şeklinde ikiye ayrılmaktadır (Akar, 2010-I, s.98). Günümüz onarımlarında bakım, esaslı onarım ve yeniden yapım olmak üzere eserlere üç yöntemle müdahale edilmektedir. Osmanlı Döneminde, yapılarda en sık bakım ihtiyacı oluştuğu, doğal afet vb. durumlarda esaslı onarım ya da yeniden yapım ihtiyacı ortaya çıktığı görülmektedir. 18. yüzyıl belgelerinde genellikle temizleme, sağlamlaştırma, yeniden inşa vb. müdahaleler yapılmış; harap olmuş bir yapının işlevini yerine getiremiyor olması sebebi ile yıkılıp aynı yerde aynı malzeme ile yeniden inşası kabul gören bir uygulama olmuştur (Akar, 2010-I). Tanzimat öncesi onarımlar, vakfiye şartlarına göre mütevellilerin sorumluluğunda gerçekleştirilirken, Tanzimat sonrası bu faaliyetlerin merkezileştirilmesi yönünde çalışılmıştır.

Osmanlılarda vakıf idare ve kontrolü, 1826 yılında dek yöneticilerin tercihleri doğrultusunda belirlenmiştir. İlk dönemlerde vakıf yöneticileri (mütevelliler) ve tayin edilen nazırlar idare ve kontrol görevini üstlenmişlerdir. Yıldırım Bayezit (1389- 1402) devrinde, nazır ve mütevellilere ek olarak İslam dininde yapılması ve yapılmaması emredilen işlerin denetimini sağlayan (Müfettiş-i ahkam-ı şer‟iyye) kimseler görevlendirilmiştir. Mehmed Çelebi (I.Mehmet) (1413-1421) devrinde, kadıların kontrolü için, tüm kadılıklar bir merkezde toplanmış ve Hakimü‟l-hükkam unvanı ile bir baş kadıya bağlanmıştır. Ayasofya, Sultan Ahmed, Yeni Camii, Nuruosmaniye, Çinili ve Atik Valide camilerinin vakıflarının idaresini yürüten Haremeyn Nezareti‟nin başında Darü‟s-saade Ağası görev almıştır. Kuruluşundan sonra padişah hanımları, Darü‟s-saade Ağaları vb. önemli kimselerin vakıfları da bu nezaretin kontrolüne verilmiştir. Nezarete bağlı Evkaf-ı Haremeyn Müfettişliği, Evkaf-ı Haremeyn Muhasebeciliği, Darü‟s-saade Yazıcılığı ve Evkaf-ı Haremeyn Mukataacılığı olarak dört birim oluşturulmuştur. Bir diğer nezaret, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman‟ın vakıflarını yöneten Vezir Nezaretidir. Şeyhülislam Nezareti 2. Bayezid‟in İstanbul ve diğer şehirlerdeki vakıflarının idaresiyle yükümlüdür (Baltacı, 2005; Madran ve Özgönül, 2005).

Madran (2002), 18. yüzyılın sonlarında, yeni yönetim yapılarının yapılması, daha fazla personel görevlendirilmesi, bazı vakıf yönetimlerinin birleştirilmesi bu konuda atılan adımlar olarak nitelemektedir. 1. Abdülhamit (1774-1789), 1774 yılında üç memuriyetin sorumluluğunda Hamidiye Vakıflarını kurmuş ve Evkaf-ı Hümayun Nezareti‟nin temelini atmıştır (Madran ve Özgönül, 2005; Öztürk, 1983). 1788 yılında 3. Mustafa‟nın Laleli, 1. Abdülhamit‟in Hamidiye vakıfları birleştirilmiş, 1809 yılında bu vakıflara 2. Mahmud‟un vakıflarının da eklenmesiyle „Evkaf-ı Hamidiye ve Mülhakatı İdaresi‟ kurulmuş ve elliye yakın vakfı yönetimine almıştır. 1815‟te, Evkaf-ı Hamidiye ve Mülhakatı İdaresi, Darphane-i Amire Nezareti‟ne bağlanmış, 1826‟da 2. Mahmud‟un vakıflarının da katılımıyla özel bir yönetim biçimi oluşturulmaya çalışılmıştır. İmar, inşa ve onarım örgütlenmeleri saray kurumu yerine, devlet örgütlenmesine dahil edilme çabası, 2. Mahmud Döneminde başlamıştır. “…İstanbul‟da „Mimarbaşılık‟ (teknik hizmetler) ve „Şehreminliği‟ (yönetsel ve parasal hizmetler) tarafından yürütülen yapım ve onarım uygulamaları,

1247/1822 yılında birleştirilerek „Ebniye-i Hassa Müdürlüğü‟ oluşturulmuş” ve Hassa Başmimarı bu birimin başına getirilmiştir (Madran, 2002, s.7). Müdürlüğün kurulmasından sonra taşra teşkilatlanması devam etmiştir. Evkaf-ı Hümayun Nezareti bağımsız bir kurum haline gelmiş, tüm vakıflar kısa zamanda bu nezarete bağlanmıştır. Vakıf kurumunun sürekliliğini sağlayabilmek için çeşitli hukuki, idari ve finansal düzenlemeler yapılmış, düzenlemeler 1826 yılında Evkaf Nezaretinin kurulmasıyla değişmiştir.

2. Mahmud‟un (1801-1839), vakıflar arasındaki irtibatsızlığı gidermek üzere 1826 yılında kurduğu Evkaf-Hümayun Nezareti‟ne bağlı 3 daire bulunmaktadır. Bunlardan vakıfların bildirimi, yerleştirilmesi ve atamalarıyla görevli birim Kesedarlık Dairesi; kira mukavelelerini, tahsilatları, muhasebe kayıtlarını kontrol etme vb. işleri düzenleyen birim Zimmet Halifeliği Dairesidir. Nezaretin elde ettiği geliri almak, vakfiyelere göre gider bütçesi hazırlamak, günlük harcamaları düzenleme işi Sergi Halifeliği Dairesine aittir (Baltacı, 2005; Madran, 2002). İşlerin sağlıklı yürütülmesi için 1831/1832 yılında Nezarete ait tüm yazışmalardan sorumlu Kesedar‟a bağlı, Tahrirat Başkatipliği (Resmi Yazışma Birimi), Mülhak Gedikleri Katipliği ve Ruznamçecilik (Günlük Olay Yazımı) daireleri eklenmiştir. Ruznamçeci hayır kurumlarının ihtiyaçlarına yönelik çalışmak ve onarımları yürütmekle görevli olması nedeniyle, vakıflar onarımları için oluşturulan ilk merkezi birim özelliğindedir.

1839 yılında vakıfların idaresi tamamen bağımsız hale getirilmiş; Evkaf Nazırı, Meclis-i Vükela‟ya (Bakanlar Kurulu‟na) alınmıştır (Madran ve Özgönül, 2005). Evkaf Nezareti idaresi açısından üçe ayrılmış; bu ayrım cumhuriyet döneminde benzer şeklini korumuştur. Bunlar Mazbut, Mülhak ve Müstesna vakıflardır. Mazbut Vakıflar (Evkaf-ı Mazbuta), doğrudan Evkaf-ı Hümayuna bağlı, Osmanlı Sultanları ve ailelerine ait Selatin Vakıfları, Mütevellisi Kalmayan Vakıflar ve mütevellilerden, Evkaf Nezaretine bırakılan Mazbut Vakıflardan oluşmaktadır. Mülhak Vakıflar, mütevellileri tarafından idare edilen, Evkaf Nezaretinin kontrolüne tabi olan vakıflardır. Müstesna Vakıflar ise, Evkaf Nezaretine bağlılığı bulunmayan, mütevellileri tarafından kontrol ve idare olunan vakıflardır (Akgündüz, 1988). Merkezi otoritenin güçlendirilmesi, vakıf yönetiminin tek elde toplanması ve vakıf

varlıkları arasında kaynak akışı sağlanması Evkafı Hümayun Nezaretinin kurulma sebepleri arasında sayılmaktadır (Madran, 2002).

Evkafı Hümayun‟un kurulmasından sonra onarım işlemlerinin tek merkezden yönetilmesi amacıyla birçok düzenleme yapılmıştır. 1847 yılında Evkafı Hümayun‟a bağlı olarak kurulan „Bina Eminliği Müdürlüğü‟ bu konudaki ilk girişim olarak gösterilmektedir. Kapsamlı onarımların yürütülmesinden sorumlu Müdürlük, vakıf kökenli yapılara ilişkin faaliyetleri yürütmekle yükümlüdür. Tanzimat‟tan sonra, özellikle mazbut vakıfları ilgilendiren düzenlemeler yapılmıştır. Tanzimat‟ın önemli getirilerinden olan yasalaştırma sonucu, 1848 ile 1917 yılları arasında koruma ile ilgili, doğrudan ya da dolaylı olarak 42 yasal ve yönetsel düzenleme hazırlanmıştır. 1840 tarihli Ceza Kanunu, dolaylı düzenlemelerden ilkidir ve “…28 Zilhicce 1274/9 Ağustos 1858‟de son şeklini almıştır” (Madran, 2002, s.15). Kanun yalnızca hayır yapılarını kapsamakta ve hayır yapılarına yönelik, gerekli onarım tutumunun gösterilmemesi halinde uygulanacak cezaları içermektedir.

Dolaylı düzenlemelerin büyük bölümünü oluşturan Ebniye Nizamnamelerinden ikincisi, 1849 yılında çıkarılmış ve cami avlularına yapılaşma yasağı getirmiştir. Onarımların maddi yönünü düzenleyen ilk belge ise, Gurre-i Recep 1274/1858 yılında çıkarılan “Masarif-i Hazain-i Şahanede Rüyet Olunan Bil-cümle Ebniye Hakkında Nizamname”dir. Nizamname‟de genellikle mazbut vakıflar kastedilerek, Evkaf Nezareti tarafından yönetilen vakıf onarımlarının hazine tarafından karşılanacağı; İstanbul‟da 1000, taşrada 2000 kuruşu geçen onarımların merkez yönetimden onay ve izin alınarak yapılacağı; Evkaf Nezaretinin hazırlayacağı 1. ve 2. keşiflere göre ihale yolu ile hizmet alınacağı belirtilmektedir (Akgündüz, 1988; Madran, 2002). 1280/1863 tarihli Evkaf Nizamnamesi‟nde ise birinci keşfin uzman bir kurul tarafından hazırlanması; geliri olmayan mazbut vakıflarda 2500 kuruşu, mülhak vakıflarda 500 kuruşu geçen onarımların Evkaf Nezaretinin izni, Evkaf Müdürünün girişimi ile yapılacağı; mülhak vakıflarda 500 kuruşa kadar olan giderin mütevelli girişimi ile yapılacağı belirtilmektedir. Ayrıca bu Nizamname‟de cami, medrese vb. hayır yapılarının, Evkaf Müdürlüğü‟nce sürekli kontrol altında tutularak, gerekli bakımlarının yapılması yoluyla oluşabilecek ciddi problemlerin önünün

kesilmesi amaçlanmıştır. Akgündüz (1988), 1280/1863 tarihli Evkaf Nizamnamesi‟ni, mazbut vakıflara yönelik tamir gelirlerinin, “Evkaf müdürünün oluru ile mahalli meclise danışarak ve bilirkişi tarafından keşif yapılarak (birinci ve ikinci keşifleri), vakıf geliri varsa geliri ile yapılacak, yoksa durum mazbata ile Evkaf Nezaretine bildirilecektir” şeklinde olduğunu aktarmaktadır (s.318).

7 Cumadelula 1280/20 Kasım 1863‟te çıkarılan, 1298/1881 yılında “Ebniye Kanunu” ile yürürlükten kaldırılan “Her Nevi Ebniyeden Alınacak Harç ve Rüsumat Nizamnamesi” ile inşa, onarım faaliyetlerinden alınacak harçlar belirlenmiştir. Bu nizamnameye göre cami, mektep vb. kamu yapılarından harç alınmayacağı belirtilmektedir. 1279/1862-1863 yıllarındaki Bursa Hayrettin Paşa Camisinin onarımı ise günümüz ihale uygulamasıyla yöntem olarak benzemektedir. Onarıma ilişkin İstanbul‟a gönderilen belgede keşif bedeli belirtilmiş ve daha düşük bedele yapacak kimse olması halinde işin ona verileceği, olmaması durumunda yerel meclis ve Evkaf Müdürü aracılığıyla yapılacağı belirtilmiştir (Madran, 2002).

1 Şubat 1284/13 Kasım 1869 tarihinde çıkarılan, Asar-ı Atika Nizamnamesi‟nde arkeolojik kazıları sınırlandıran maddeler çoğunluktadır. Nizamnamenin 5. maddesinde yer üzerinde bulunan eserlerden parça koparmanın yasak olduğu hükmü yer almaktadır. 24 Mart 1290 / 20 Safer 1291 / 7 Nisan 1874‟te yayınlanan İkinci Asar-ı Atika Nizamnamesi‟nde, Osmanlı yapıları için koruma yönünde bir hüküm yer almazken, yine arkeolojik buluntular üzerinde yoğunlaşılmış; taşınmazların korunması ve onarılmasını belirten yetersiz hükümler yer almıştır. Bu belge “…taşınmaz eski eserlerin korunması gereğinin Devletçe kabul edildiğini ilk defa göstermesi bakımından” koruma olgusunun gelişiminde aşama olarak nitelenmektedir (Madran, 2002, s.25; Mumcu, 1969, s.71). Bu süreçte gerçekleştirilen düzenlemeler genellikle yabancı uyruklu kimselerin İmparatorluk sınırları içerisinde gerçekleştirdiği kazılara yöneliktir.

Onarımlar için, 25 Recep 1294/1877 tarihli Nizamnamede; “25 liraya kadar olan masraflar için yalnızca istihkak sahiplerinin senetleri; 500 liraya kadar olanlar için birinci ve ikinci keşif ile Mahalli Meclis Kararı; 500 liradan fazla olanlar için ise

Hazinenin izni aranacağı kabul edilmiştir” denilmektedir (Akgündüz, 1988, s:319). 1877 yılında çıkarılan “Ebniye-i Emiriye ve Vakfiye İnşaat ve Tamiratı Hakkında Nizamname”de, onarılacak yapılarda, onarım gerektiren bölümlerin gerekli ölçülerle bir deftere geçirileceği; ihalelerde pazarlık yöntemi kullanılacağı ve en düşük teklif veren kimselere verileceği belirtilmiştir. Onarım sistemi klasik çağa göre değişmeler göstermiş; onarımın yüklenici aracılığıyla yapılması sağlanmıştır. Belirli tutardaki onarımlar için merkezden (İstanbul) izin alınmasına gerek kalmamıştır. Ebniye-i Emiriye ve Vakfiye İnşaat ve Tamiratı Hakkında Nizamname, “…klasik çağlarla günümüz sistemi arasında birer geçiş belgesi” olmuştur (Madran, 2002, s.37).

23 Rebiülahır 1301/ 21 Şubat 1884 tarihinde çıkarılan Üçüncü Asar-ı Atika Nizamnamesi‟nde de arkeolojik kazı çalışmaları hakkındaki hükümler öne çıkmaktadır. Nizamname‟de, arkeolojik buluntularının tümünün devlete ait olduğu; o gün yaşamayan kültür ürünlerinin eski eser olduğu belirtilmiştir. Türk İslam eserleri henüz eski eser kategorisine dahil edilmemiştir. 2 Muharrem 1324/ 27 Şubat 1906‟da İstanbul‟daki vakıf onarımlarına ilişkin yürürlüğe giren, “Der saadet‟te Kain Müberratı Vakfiye Heyeti Keşfiyesine Dair Nizamname”de işleyişe yönelik önemli noktalar vurgulanmıştır. Uygulama ve denetim birimlerinin ayrılması; eski eser onarımlarında Müze uzmanlarına başvurulması; proje gerekliliği; geniş ölçekte, vakıf yapılarına yönelik yapılan yasadışı müdahalelerin kaldırılması için Evkaf Nezaretine kamulaştırma yetkisi verilmesi bu noktalardandır. Nizamname ile oluşturulmaya çalışılan koruma olgusunu, günümüzdeki, sistemin doğru kurulmasına rağmen, işletecek insan gücünün temin edilememesi olarak nitelemektedir (Madran,2002).

1906 yılında çıkarılan ve 1973 yılına dek kullanılan Asar-ı Atika Nizamnamesi‟nde, kararları Maarif Nezareti tarafından onaylanması gereken Müze Müdürlüğü‟nün eski eserlerle ilgili tüm işlemlerden sorumlu kurum olduğu belirtilmiştir. Özel mülkiyetteki eski eserlerde mal sahibinin sınırsız hak sahibi olması durumuna sınırlar getirilmiş; İslam çağı eserlerinin eski eser olduğuna dair hükümlere yer verilmiştir (Madran, 2002). Evkaf Nezareti‟nin 1324/1908 yılında Mimar Kemalettin‟e hazırlattığı rapor, eski eser ve koruma yaklaşımları yönünden olumlu görüşler içermektedir. “Evkafı Hümayun Tamiratının Sureti İcrası Hakkında

Mimar Kemalettin Beyefendi Tarafından Nezarete Takdim Olunan Layiha” isimli raporda, onarıma yönelik yaklaşımların yanı sıra, “Asar-ı Atika-i İslamiye, Muhafaza ve Tamirat Teşkilatı”nın örgütlenmesine yönelik görüşler yer almaktadır (Madran, 2002). Raporda, örgütlenme için uzman kadro oluşturulması, eserlerin sürekli bakım yöntemiyle onarılmasının sağlanması görüşleri ön plana çıkarılmıştır.

1909 yılında kurulan “İnşaat ve Tamirat Müdürlüğü” ile Nezaret, günümüz Vakıflar Genel Müdürlüğü kurumuna yakın bir örgütlenme oluşturmuştur (Madran, 2002). Müdürlükte görev alan Mimar Kemalettin Bey birimin yalnızca onarıma yönelik çalışması gerektiğini vurgulamışsa da, birim hem onarım hem de yeni yapı inşası alanlarında faaliyet gösteren, ikili sistemi oluşturmuştur. Yine 1909 yılında „Evkaf Nezareti dairesinde Teftiş Kalemi‟yle, Belediye dairelerinde evkaf