• Sonuç bulunamadı

Nevâî’nin Osmanlı şairleri üzerindeki tesirlerini gözlemlemenin önemli bir diğer yolu da Anadolu’da Çağatayca şiir yazan şairlere ve onların “Çağatayca” yazma sebeplerine bakmaktır.

Anadolu’dan çeşitli sebeplerle Orta Asya’ya giden ve Çağatayca şiirler yazan şairler olduğu bilinmektedir. Bu geleneğin Ali Şir Nevâî’nin etkisi ile başladığını söylemek mümkün değildir ancak onun Anadolu’da tanınması ve bilinmesi ile Çağatayca yazılan şiirler artmıştır. Osman Fikri Sertkaya, “Osmanlı Şairlerinde Ali Şir Nevayî Tarzı ve Nevayî’ye Anadolu’da Yazılan Nazireler” adlı yazısında, Anadolu’da gelişen edebiyatı Orta Asya edebiyatının bir devamı olarak görür ve Anadolu şairlerinin Doğu Türkçesi ile şiir söyleme geleneğini terk etmediklerini belirtir. Bunun ilk örneğinin Şeyyad Hamza’nın dokuz beyitli bir mülemma gazeli olduğunu; Ahmed-i Dâî, Kaygusuz Abdal, Sâfî ve Karamanlı Nizâmî’nin de bu geleneği devam ettirdiğini söyler8

(129). Sertkaya tespit ettiği şiirler sonucunda Anadolu’da Doğu Türkçesi ile şiir söylemenin bir gelenek olduğunu ve bu geleneğin temelinin de Türk kültürünün birlik ve beraberliğinin devamlılığına dayandığını belirtir ve ekler: “Anadolu Türkleri ile Doğu Türklerinin şiir dili arasında bu günkü kadar büyük bir fark olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla Türk dünyasının şair ve yazarları birbirini okuyup anlıyor ve birbirlerine nazireler yazıyorlardı” (139).

8

Sertkaya yazısında Doğu Türkçesi ile şiir söyleme geleneğini beş bölüme ayırır. Burada ilk grup Lutfî ve Nevâî’den önce Doğu Türkçesi ile şiir yazan şairler, ikincisi Lutfî ve Nevâî çağı şairleri, üçüncüsü Lutfî’ye nazire yazan şairler, dördüncüsü Nevâî’ye nazire yazan şairler ve sonuncusu şairlerin birbirlerine nazireleridir. Sertkaya şairlerin ve belliyse nazire yazdıkları şairlerin adlarını bir tabloda yüzyıllara göre verir.

25

Sertkaya bunun dışında, 1970, 1971, 1973 ve 1977 yıllarında yayımladığı “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri” adlı yazı serisinde Nedîm, Şeyh Galip, Ahmed-i Dâ‘î, Lutfî, Sekkakî, Sâfî, Fuzûlî gibi şairlerin Çağatayca yazdıkları şiirleri sunar.

Sigrid Kleinmichel “Ali Şir Nevayi ve Osmanlı Şairleri” adlı yazısında, Çağatayca şiir yazma geleneği konusunda Sertkaya’dan daha farklı tespitler yapar. Kleinmichel ilk olarak, Osmanlı Türk şiirinde kesintisiz bir Çağatayca şiir yazma geleneği olduğunu, şimdiye kadar Çağatayca şiir yazmış kırka yakın Osmanlı şairinin bulunduğunu söyler (697). Nevâî’den önce, Ahmed-i Dâ‘î’nin (15.yy) Çağatayca bir

İskendernâme’si ve Sâfî adlı bir şairin de Çağatayca bir gazeli olduğunu aktarır. Ona

göre, bunlar göstermektedir ki Anadolu’da Nevâî’nin şiirleri tanındığında, Çağatayca şiirin kabulü için hazır bir ortam bulunmaktadır (698). Bu ortamın oluşmasının hazırlayıcısı da Timur’la Anadolu’ya gelen şair ve bilim adamları olmalıdır.9

XV. ve XVI. yüzyıllarda farklı bir kültür atmosferi ile karşılaşılır. XV. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet (ö.1481) ve II. Bayezid (ö.1512)’in Orta Asya şairleri ve bilim adamlarına büyük ilgisi vardır. Halil İncalcık’ın aktardığına göre Câmî’nin hac dönüşü Şam’a geldiğini öğrenen Fatih Sultan Mehmet, elçisi Hoca Ataullah Kirmâni aracılığıyla Câmî’ye 5000 altın gönderip İstanbul’a gelmesi halinde de 100.000 altın teklif etmiştir (130). Buna karşın Câmî bu teklifi kabul etmemiştir. Fatih’in ardından tahta geçen II. Bayezid de Câmî’yi İstanbul’a çağırmış ancak Câmî bu teklifi de reddetmiştir. Cemal Kurnaz, “Anadolu ve Orta Asya Edebî İlişkileri” adlı yazısında Fatih Mehmet ve oğlu II. Bayezit dönemlerinde Herat, Akkoyunlu ve hatta Hint saraylarıyla Anadolu arasında fikrî ve edebî ilişkilerin olduğunu, bu iki padişahın başka ülkelerdeki tanınmış ilim adamları ve şairleri kendi saraylarına davet ettiklerini, gelmeyenlere hediyeler, caizeler ve mektuplar yollayarak Türk-İslam

9 Bu konuda Kleinmichel, Hikmet Ertaylan’ın 1952 yılında yayımlanan Ahmed-i Dai: Hayatı ve

Eserleri kitabına atıfta bulunur. Ahmed-i Dâ‘î’nin Çağatayca bir eser yazmasını Timur’la Anadolu’ya

26

dünyasındaki manevî etkilerini artırmaya çalıştıklarını belirtir (231). Dolayısıyla Orta Asya ile kurulan kültürel ilişkiler sonucunda Anadolu’da Nevâî’nin etkileri

yoğunlaşmıştır.

“Osmanlı şairlerinin Çağatayca şiir yazmayı denemelerinin sebepleri nelerdir?” gibi bir soru sorulduğunda ise verilecek ilk cevap Nevâî’nin şiirlerini yazdığı “Çağatayca”nın Osmanlı şairleri için kendi sanat ve şairlik güçlerini ölçebilecekleri, Farsçadan farklı yeni bir alan olmasıdır. Üstelik Nevâî onlar için Farsçadan farklı bir dilde tezkire yazan ve hamsesi olan “üstad” bir şairdir. Bu duruma Kleinmichel şöyle bir yorum getirir:

Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu’nda Ali Şir Nevayi şiirine olan hayranlığın Çağatayca beyitler yazmayı teşvik ettiği hususunda şüphe yoktur. Bu şiirler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki nazımdan anlayan Osmanlıca konuşurlarının hoşuna gitmekteydi. Şair dostlarının

Farsçası karşısına, kendilerine yakın olan bir dilde, bu kadar büyük bir eseri ortaya koymuş olması gerçeği de Nevai’ye duydukları derin hayranlığa katkıda bulunmuş olmalıdır. (701)

Şairler, Nevâî’ye duydukları hayranlık sonucunda Çağatayca şiir yazmışlardır ama onları Çağatayca yazmaya iten tek sebep bu değildir. Kleinmichel, düşüncelerine şöyle devam eder: “Şu anki bilgilere göre bence Osmanlı şairleri Çağatayca şiirleriyle virtüözlüklerini kanıtlamak istemişlerdir. […] Şair isterse bu dille de yazabileceğini göstermek için eserine bir de Çağatayca şiir eklemektedir” (701). O halde “Çağatayca”, şairler için Farsçadan “farklı” bir dilde de şiir yazabildiklerini kanıtlamalarının bir yoludur. Kleinmichel’e göre Osmanlı şairlerinin Çağatayca şiir yazmalarının son bir sebebi daha vardır. Ona göre bu şiirler, “şair çevrelerinde hoş

27

görülen bir espriyi andırmaktadır” (701). Böylece farklı bir dilde ifade edilen arzu, dil bakımından yabancılaştırılarak hafifletilmektedir.10

Çağatayca şiir yazmanın, Osmanlı şiirinde bir geleneğe dönüştüğü görülür. En çok XVI. yüzyılda etkisini gösteren bu gelenek, sonraki yüzyıllarda azalarak devam etmiştir. Bunun bir sebebi, Anadolu ve Orta Asya kültür ilişkilerinin

zayıflamasıyla birlikte XVI. yüzyıldaki canlı kültürel ortamın kaybolması, bir diğer sebebi de Çavuşoğlu’nun da belirtmiş olduğu gibi (35) XVII. yüzyılda Sebk-i Hindî’nin başlaması olmalıdır.

Benzer Belgeler