• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Öncesi Dönemde Tokat, Kastamonu, Çorum ve Amasya’da Sosyal ve Kültürel Hayat

Türklerin Anadolu Ģehirlerine yerleĢmesi 1071‘den sonra hemen bir anda olmamıĢtır. Yerli halk ile görüĢmeleri onların kendilerini güvende hissetmesi gelen toplumun yabancı olması sebebiyle yavaĢ yavaĢ kendi yurtlarını terk edip batıya geçmiĢlerdir. Türklerin de kitleler halinde bölgeye geliĢi ve savaĢlardan bıkmıĢ, yılmıĢ ve sosyal-kültürel hayatı sıfıra inmiĢ bir bölge olan orta Anadolu‘yu çekip düzene sokmaları, güven ortamını sağlayıp yerleĢmeleri ve günlük hayatlarını sürdürebilmeleri hiç de kolay olmamıĢtır.

Yarı göçebe Türkmenler ile göçebe Türkmenler bu bölgelerde zorda olsa da yerleĢmiĢlerdir. Çorum-Tokat- Amasya-Kastamonu‘daki Türkmenler genellikle göçebe olmayan, ya da yarı göçebe topluluklardı. Bunların Ģehre ve köylere adapsiyonu zor olmamıĢtır. Kırsal alanların TürkleĢmesine yol açanlar tamamen Türkmenlerdir. Bu, yerine göre değiĢmekle beraber, önceki yerleĢik çiftçi nüfusunun hepsi kaçmamıĢ ya da öldürülmemiĢti ve kırsal alanlarda da genellikle nüfusun çoğunluğunu meydana getirmekteydiler. ġehirlere tüccar, sanatkâr, köylü Türkmenler de gelmiĢtir. XIII yy ikinci yarısında Selçuklular Moğol baskısı altına girince Türkmenler yine bağımsızlık hareketine girdiler ve beylikler dönemi ile tekrar bir TürkleĢme ve canlılık görüldü. Moğol

baskısından kaçan Türkmenler aynı ilk fetih döneminde olduğu gibi, büyük gruplar halinde Anadolu‘ya girdiler.75

Toplum ve sosyal hayatını, köy ve Ģehirdeki yerleĢme birimlerine göre incelemek gerekir. Çünkü bu iki yerleĢmenin gösterdiği özellikler farklıdır.

Anadolu‘ya gelen Türkmenler, bir yandan Ģehirlere yerleĢirken büyük ölçüde de köyler kurarak kendilerine yurtlar edinmiĢlerdir. Bu arada da büyük ölçüde yerleĢik hayata geçmiĢlerdir. Anadolu‘da Türk fetihleri baĢladığı zaman çeĢitli kökenlerden gelme gayrimüslim halk, kısmen köylü ve kısmen Ģehirli idi.

SavaĢ ve anarĢi yılları, bu iki hırpalanmıĢ savunmasız köy halkını, koruyan Ģehirlere ve Ģehir yakınlarına kaydırmıĢtır. Bu yüzden Anadolu Türk devletlerinde yeni köyler de inĢa edilmiĢtir76.

Orta Karadeniz ve Orta Anadolu‘daki bu dört Ģehrimizde genellikle Anadolu köylüsü tarım ile uğraĢan ve birbirinden yaĢayıĢları çok farklı bulunmayan çiftçi ailelerinden oluĢuyordu. Bütün bu iĢ hayatına hayvancılık ve tarım hâkimdi. Bir cami etrafında toplanan köyü, dini görev itibariyle imam temsil ediyordu. Ayrıca bazı köylerde zaviye ve tekkelere rastlamak mümkündü. Gerektiği zamanlarda yiğit baĢı gibi liderler aracılığı ile kendilerini temsil ettirebilmekteydiler. ġehirlerde ise durum farklıydı;

sosyolojik bakımdan farklı olan Ģehirlerde Rum-Ermeni-Süryani halklar yaĢıyordu ve bunların durumu değiĢkenlik göstermekteydi77.

Anadolu Ģehir hayatının geliĢmesini siyasi ve toplumsal tarihin gidiĢine bakarak on ikinci yüzyılın ikinci yarısına götürmek ve özellikle on üçüncü yüzyılda kuvvetlendiğini tahmin etmek yanlıĢ olmayacaktır. Gerçi Bizanslılardan fethedilen eski Ģehirlerden birçoğunun ilk fetih zamanından baĢlayarak iskân edilmiĢ olması doğaldır. Fakat ticari iliĢkilerin düzenlenmesi,

75 YaĢar Yücel; Anadolu Beyliklerinde Devlet TeĢkilatı ve Toplum Hayatı, Belleten, c. LIV, S.

210, Ankara, 1990, s. 819.

76 YaĢar Yücel; a. g. m., s. 820.

77 Ümit Hasan; Osmanlı Devletine Kadar Türkler, C. I, Ġstanbul, 2000, s. 359.

sanayinin Ģehirlerde toplanması ve köy ekonomisinden Ģehir ekonomisine geçilmesi her halde yavaĢ yavaĢ gerçekleĢmiĢ olmalıdır78.

Ġslam‘ın yükseliĢinden sonra, Anadolu‘daki Bizans Ģehirleri gittikçe fakir ve bakımsız bir duruma düĢtüler. Yedinci yüzyıldan on birinci yüzyıla kadar ülkenin askeri örgütlenmesine paralel olarak, özellikle orta ve doğu Anadolu‘da ―Ģehirlerin devamlı bir Ģehir niteliğinden uzaklaĢma sürecine girdiği‖ ileri sürülebilir. Eğer, Ģehrin ―tek istihsal biçimi ziraat olmayan ve hukuki bir statüsü olan bir topluluk‖ olduğu Ģeklindeki sosyolojik tanım dikkate alınırsa, Bizans Ģehirleri köyleĢmeye yüz tutmuĢtur. Ekonomik bakımdan ortaçağ Ģehirleri, ticari ve ziraattan çok toprak üzerine dayanıyordu.

Hatta bunlara Ģehir demek zordur. Anadolu‘nun Ģehir ekonomi tarıma dayandığı diğer yazarlar tarafından teyit edilir. Anadolu Ģehrinin TürkleĢmesinin üç cephesi vardır. Eski Türklerin geliĢmesi ve yeni bir Ģehir fizyonomisinin doğuĢu, yeni Ģehirlerin kurulması veya meydana geliĢi;

göçebelerin Ģehirli oluĢu. Yeni fethedilmiĢ Ģehre bir emir veya komutan-vali atanıyordu. Arkasından Sultan hemen oraya birkaç yüksek rütbeli memur yolluyordu. Yeni Türk Ģehirlerinin ilk sakinleri askerler arasındaki ikta sahipleriydi79.

Fetih hareketinin sağlamlaĢmasından sonra, orduyla beraber dolaĢan derviĢler bir kısım halk, tüccarlar, baĢka bölgelerden gelen ya da zorla getirilenler Ģehirlere yerleĢtiriliyorlardı. ġehirde kalan gayr-i Türk ve gayr-i Müslim halk ise cizye ödemek koĢuluyla yeni düzene ayak uyduruyordu.

Hıristiyan halk serbest bırakılmıĢ ve diğer Ģehirlerde olduğu gibi Çorum, Tokat, Amasya ve Kastamonu‘da kilise ve cami yan yana yükselmiĢtir.

Ġncelediğimiz dört Ģehrin kuruluĢ ve geliĢmesinde halkın dini inanıĢlarının temsili olan derviĢlerin, geliĢme mekanizmasının yakından ilgisi dâhilinde olmuĢtur. ġehirlerde bir Ģeyhin zaviyesi etrafında meydana gelen mahallelerin çokluğu, zaviye adıyla anılan sayısız mahallelerden anlaĢılmaktadır. Zaten zaviye Ģehir nüfusunu çeken baĢlıca fonksiyonlardandı. Burada Ģeyh ve

78 YaĢar Yücel, a. g. m., s. 820.

79 Doğan Kuban; ―Anadolu-Türk ġehri Tarihi GeliĢimi, Sosyal ve Fiziki Özellikleri Üzerinde Bazı GeliĢmeler‖, Vakıflar Dergisi, C. VII, Ankara, 1968, s. 58.

derviĢler, yeni toplumun göçebeleri yerleĢtirme gayretinin temsilcisi olarak görülüyor. Ahiler ve derviĢleri yerleĢme sürecini göçebeliğe karĢı koruyan elamanlar olarak görmekteyiz. Zaviyelerin babaları ve onların müritleri çevrelerini ekip biçerek ziraatla meĢgul oluyorlar, evler, ahırlar, mescitler inĢa ediyorlar ve sonra halk bunların etrafında yerleĢiyordu80.

Türkler yerleĢtikleri yerlere kendi ailelerini, oymağı ile birlikte yerleĢiyordu. Bu da toplu halde olan bu oymakların gücünü muhafaza etmelerini sağlamaktaydı ve ileride bunun olumsuz etkilerini göreceğiz. ġöyle ki; KızılbaĢ ulusunu oluĢturan oymaklar Ustuculalılar; Amasya-Tokat Ģehirlerine yerleĢmiĢlerdi. Diğer oymakların düzeni de Ģöyleydi: Çorum‘da;

Dodurga, Eymür, Bayat, Çepni vb., Tokat‘ta Ustuculalılar, Karabölük vb., Kastamonu‘da; Dodurga, Bayat, Çepni, AvĢar ve Kayı vb. Amasya‘ da ise;

Eymür, Bayat, Çepni vb. yukarıda söylediğimiz gibi birlik ve beraberlik ve aynı coğrafi bölgelerde olması sebebiyle en küçük bir kıvılcımda bu bölge olumsuz yönde etkileniyordu81.

Devletin Ģehirlere özel ve devamlı bir mali desteği tespit edilemiyor;

halkın, Ģehrin iĢlerinin yürütülmesi için özel bir yardımı ise yok denecek kadar azdır. Belediye hizmetleri için vergi alınmıyordu. Ancak kale, cami, köprü vb.

gibi umumi ihtiyaçlar için ve bunların bakım ve onarımı için yardım toplanırdı. Bu sorunu çözen ise vakıf müesseseleriydi. Sosyal yönlü bayındırlık hizmetleri; çeĢitli sosyal yardım kuruluĢları ve tıp merkezleri dikkati çeker. Tıbba verilen önem ve hemen her Ģehirde olduğu gibi Tokat, Amasya ve Kastamonu‘da da kurulmasına çalıĢılan hastaneler, çeĢitli adlarla anılmıĢtır. Dârü'Ģ-ġifa, Dârü'l-'Âfiye, Dârü's-Sıhha gibi. Medrese, kervansaraylarda baĢlı baĢına bir sosyal kültür abideleridir. Medresenin yanına inĢa edilen cami, çeĢme ve külliye bunların en güzel örnekleridir82.

XII ve XIII. Yüzyıllarda Sivas-Kayseri-Tokat-KırĢehir-Amasya-Kastamonu önemli Ģehirlerdendir. Bu Ģehirlerde canlı bir sosyal hayat ve

80 Doğan Kuban; a. g. m., s. 56-57.

81 GeniĢ bilgi için bkz. Faruk Sümer; Oğuzlar, Ġstanbul, 1999, s. 174, 406, 411.

82 Ümit Hasan; a. g. e., s. 359.

ticari-kültürel faaliyetler, bir yandan da Selçuklu devletinin sağlamıĢ olduğu siyasi otorite ise buna yardımcı oluyordu. Selçuklu yönetimindeki coğrafyada yarı göçebeler ve tüm yerleĢim birimlerindeki nüfus dikkate alındığında tahmin olunur ki, Türklerin çoğunluğunu temsil ettiği bir nüfus dokusu mevcut idi. Bu çoğunluğa coğrafyanın boyutları düĢünüldüğünde pekte uzun bir sürede eriĢilmiĢti. Rum-Ermeni-Süryaniler baĢlıca azınlıklardı. XIII Yüzyılda artık Türkmen boyları, bu azınlıkların batıya doğru çekilmeleri ile birlikte Ģehirlerdeki çoğunluğu sağlamıĢ bulunuyorlardı. Tokat Ģehrinde, Türklerden önce baĢka etnik yapısını tam olarak tespit edemediğimiz Müslim ve gayr-i Müslim (Yahudi-Rum) bulunduğunu hakkında her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Zaten Tokat daha öncede bir Hıristiyan devletin toprağındaydı.

Bu topluluklar Ģehrin değiĢik mahallelerinde yaĢıyorlardı; ama Türklerle de iliĢkilerini ve bir birlerine borç para vererek alıĢ veriĢ yaptıklarını ve ticari ortaklık kurduklarını çok rahat bir Ģekilde söyleyebiliriz83.

Bu dört Ģehirdeki sosyal yaĢamda, DanıĢmentli ve gerekse Selçuklu dönemlerinde buraya gelen Türkmen oymak ve boylarının çoğunluğu zaten Orta Asya ve Azerbaycan‘daki yaĢamlarında da yerleĢik bir kültüre sahip oldukları açıktır. Burada tehlikeli olan ise bu boyların beraber yaĢamalarıydı ki bunu da Baba Ġlyas ve Baba Ġshak (1240) ayaklanmalarında göreceğiz. Bir de Ģunu belirtelim ki bu dört Ģehirdeki Türkmenler Ġran ve Azerbaycan topraklarından geldikleri içindir ki Ģia mezhebine yakın duran ve fikirleri bu yönde olan Türkmenlerdir. Anadolu‘ya yerleĢmeye baĢlayan Türkmen boyları, Anadolu‘ya gelirken sadece nüfuslarını değil ilim, edebiyat, fikir ve düĢüncelerini de kendileriyle getirmiĢlerdir. Ġlk dönem olarak nitelendirilen DanıĢment, Mengucek, Artuklu ve Saltuklu dönemlerinde daha ziyade yerleĢme ve bölge tanıma olarak geçmiĢtir. XII ve XIII. Asırlarda dört devletin ibadet yuvaları, istirahat ve yolculuk konakları, kamu yararına birçok kuruluĢlar tesis etmiĢlerdir. Bu devletlerin bölgede ilim-edebiyat alanlarında çalıĢma yaptıklarını görmekteyiz. Anadolu topraklarında, Ġslam inançlarına bağlı insanlar tarafından ilme değer verildiğini, çeĢitli ilim alanlarında uğraĢıp eserler meydana getirildiğini görmekteyiz. Haçlı seferlerini bertaraf eden,

83 Ömür Bakırer; a. g. m. s. 60-61; Ümit Hasan; a. g. e. s. 359.

küçük Asya'da Türk birliğini temin ve Anadolu‘yu ilim, Ģiir, sanat ve ticaret noktasında geliĢtiren Anadolu Selçukluları, 1243'de meydana gelen Moğol istilası üzerine maddi ve manevi sarsıntılara ve bunun neticesinde daha bir takım siyasi cereyan ve entrikalar sonucunda zor günler yaĢadığını görmekteyiz. Moğol istilası zamanında ilim hareketlerinin tamamıyla durduğu iddia edilmese de vermiĢ olduğu zararların daha sonraki dönemlere yansımadığını da inkâr edemeyiz.

Kaynakların verdiği son döneme ait bilgilerde, XIII. Yüzyıl 1270‘den sonraki zamanlarda Müinüddin Süleyman Pervane-Hatip Mehmet-Horasanlı Hoca Dehhan‘ın isimlerini görmekteyiz. Bunların yazmıĢ oldukları eserlerin kıymetini hemen burada belirtelim. Bu dönemde ileri çıkamayan tasavvufi manzumelerse, Mevlevilik, Babailik akidelerini neĢreden mesnevilere daha ziyade tesadüf olunması dikkat çekicidir. Bu tarihlerden itibaren tarikat ve akidelerini neĢre baĢlamıĢlardır ki, bu propagandaların esas tesiri XIV yüzyılda Anadolu sosyal hayatında belirgin olarak göze çarpmaktadır84.

Devleti kurdukları dönemde çoğu memleketler elde etmeye ve mücadeleler vermeye baĢladıkları bu dönemler, Anadolu siyasi tarihini geniĢ veren tarihi kitaplar onların Anadolu‘ya kattıkları ve miras bıraktıkları önemli kültür ve ilim müesseselerini görmemekteyiz ya da fazla incelenmemiĢtir.

ġunu söyleyelim ki hem siyasi mücadeleleri veren bu halk bir yandan da ilim ve fikir hayatına aksatmadan yavaĢta olsa devam edebilmiĢtir. Tabi ki bu durumun meydana gelmesinde en önemli faktörlerin baĢında bu hareketleri koruyup kollayan ve onlara sahip çıkan devlet adamlarının sonsuz gayret ve çabalarıydı. Ġlim ve fikir hayatına damgasını vuran ve iz bırakan iki kiĢi bizim dikkatimizi çekmektedir. Bunlar Ahi Evren ve Baba Ġlyas'tır. Bu insanlar Anadolu kültür hayatına çıkmamak üzerine girmiĢlerdir.

Orta Anadolu'da yüz küsur yıl egemen olan ve Selçuklular tarafından kaldırılan DanıĢment devleti döneminde, Anadolu‘da yoğun bir bilimsel faaliyet göze çarpmaktadır. DanıĢment oğulları ortadan kaldırıldıktan sonra da

84 Ġ. Hakkı UzunçarĢılı; a. g. e., s. 209-210.

bu devletin koyduğu bilimsel gelenekler bölgede devam etti. Anadolu Selçuklu devletinin kuruluĢunu takip eden ilk 150 yıl ve DanıĢment oğulları döneminde Anadolu‘da telif edilen eserlerin hemen tamamı tıp, astronomi, matematik felsefe gibi aklî ve tabiî ilimlere dairdir. Anadolu‘da bu devirde yaĢayan bilim adamları bu ilim dallarında faaliyet göstermiĢlerdir. Burada astronomi eserlerinden birini örnek verirsek, Anadolu‘da yazılmıĢ ilk bilimsel eser olarak ta nitelendirilen KeĢfü‘l-Akabe, Malazgirt savaĢından yirmi beĢ yıl sonra GümüĢ Tegin Ahmet Gazi‘ye sunulmuĢ olan bir astronomi kitabıdır.

Eser tahmini olarak 1105‘te yazılmıĢtır. Eserin yazarı Ġbnü‘l-Kemal Ġlyas bin Ahmet‘tir. Bu dönemde Anadolu‘ya gelen Ömer bin Muhammed b. Ali es-Savi, ―Akaid-i Ehli-Sünnet‖ adlı eserinin ön sözünde; ―Diyar-ı Rum„a geldim herkes ilm-i nücûm (astroloji) ile uğraşmakta olduğunu, dini ilimlerden bî haber olduklarını gördüm‖ diyerek bu gerçeği ifade etmiĢtir. Bu yazar, dini ilimlere olan ihtiyacı karĢılamak amacıyla eserini yazdığını da bildirmektedir.

Anadolu‘da felsefeye ve tabii ilimlere yöneliĢin sebebi, DanıĢmentli ve Selçuklu sultanlarının Mutezile mezhebine eğimli olmalarından kaynaklanmaktaydı85

Bu dönemde temeli atılan ilim faaliyetleri Tokat, Kastamonu, Sivas ve Amasya gibi Ģehirlerde XIV yüzyıla da damgasını vuracaktır. Çoğu Türkçe‘den baĢka lisan bilmeyen beyler, yazılan eserlerinde daha ziyade Türkçe olmasına özen göstermiĢlerdir. Böylelikle de eserlerden hem kendileri faydalanmıĢ hem de halkın yararlanmasını sağlamıĢlardır. Bilimsel eserlerden baĢka halkın fütuhat hislerini kuvvetlendirmek için bu devirde manzum ve mensur birçok kahramanlık hikâyeleri yazılmıĢ ve hikâyeler halk arasında kısa zamanda yaygın hale gelmiĢtir. Anılan yöneticiler, bir tarafından da kendi memleketlerine ilim adamlarını getirmiĢler ve onlara ikram ve ihsanda bulunmuĢlardır86.

Bu devrede Anadolu‘da aklî ilimler ve tabiatı ve eĢyanın sırlarını inceleyip araĢtırmayı esas alan tasavvufi bir duruĢ ve düĢünüĢ biçimi (Afakîlik)

85 Mikail Bayram; Türkiye Selçuklu Dönemi Bilimsel Ortamı, Türkler Ansiklopedisi, C. 7, Ankara, 2002, s. 259.

86 Ġ. Hakkı UzunçarĢılı; a. g. e., s. 211.

oluĢmuĢ iken, Moğol istilasından sonra bu duruĢ ve düĢünüĢte olan ahi ve Türkmen çevrelerin teĢkilat ve tarikatları dağıtılmıĢ akli ilimlere muhalif olan çevrelerin meĢrepleri ön plana çıkmıĢtır. Bu durumda Anadolu‘da tabi ve akli ilimler tamamen korumasız kalmıĢtır. Moğol istilasından sonra Anadolu‘da hızlı bir mistikleĢme görülmektedir. Bunun sonucu olarak bu dönemde telif edilen eserlerin büyük ekseriyeti tasavvufi-dini-edebi eserlerdir. Bunda Moğol iktidarının yanında Ġran çevrelerinin de büyük rolü görülmektedir.

Anadolu‘daki bu fikri ve ilmi geliĢim ve değiĢimin sebeplerini maddeler halinde açıklamaya çalıĢalım;

1. XIII. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren çok sayıda mutasavvıf ve derviĢler Moğol istilası önünden kaçıp Anadolu‘ya sığınmıĢlardır. Bu tasavvuf zümrelerinin Anadolu‘da faaliyet göstermeleri sonucu fikri denge tasavvuf lehine bir geliĢme göstermiĢtir.

2. Moğol iktidarının Anadolu halkı üzerinde yarattığı Ģiddetli fikri ve siyasi baskı ve gerçekleĢtirdiği acımasız katliamlar, Anadolu halkını bezginliğe ve ümitsizliğe sevk etmiĢtir. Bu durum bunalımlı ve çaresiz insanlara umut ve huzur kaynağı olan tekke ve zaviyelere rağbeti arttırmıĢtır. Bu gibi geliĢmeler hiç kuĢkusuz bilimsel faaliyetlerin yavaĢlamasına veya ortadan kalkmasına zemin hazırlar.

3. Moğolların Anadolu‘da gerçekleĢtirdikleri katliam ve zulümler pek çok aydın, kültürlü ve bilge kiĢilerin telef olmasına veya Moğol zulmünden kaçıp Anadolu‘yu terk etmelerine sebep olmuĢtur. Ahi teĢkilatının baĢ mimarı olan Ahi Evren ve arkadaĢlarının KırĢehir‘de katliama uğramalarını örnek gösterebiliriz.

4. Moğol hâkimiyeti, Anadolu Selçuklu siyasi hâkimiyetinin ve ekonomik gücünün zayıflamasına sebep olmuĢtur. Bu durum, âlimlerin Anadolu‘dan göçmelerine yol açmıĢtır. Ancak XII. Yüzyılın sonlarına doğru istiklallerini ilan eden Türkmen beyleri sınırlıda olsa bazı ilim ve fikir adamlarını himayelerine aldıkları görülmektedir.

5. Moğol iktidarının himayesini kazanan Mevlana Celaleddin-i Rumi ve etrafındakilerin Anadolu‘da fikri üstünlük kurmaları da akli ilimlerin gerilemesine sebep olmuĢtur. Zira bu tasavvuf zümresi akli ilimlere önem vermiyorlardı. Ayrıca Moğolların da desteğini kazananlar felsefe ve pozitif ilimlerin horlanmasında baĢ aktörlerdendiler87.

Kastamonu ilim ve fikir olarak canlı bir bölgedir. Kastamonu‘da yaĢayan ve Kastamonu hükümdarı Müzafferettin ve Candaroğlu Süleyman PaĢa adına eserler yazmıĢ bir âlim olan Allame-i ġirazi, yüksek ilim adamları arasında Allame-i Mutlak diye Ģöhret kazanan Mahmut b. Mesud‘dur. Bu âlim, Süleyman PaĢa'ya "intihab-ı süleymani" adında bir eser takdim etmiĢtir.

Ayrıca tıp ve astronomiyle alakalı Ġhtiyaratü'l-Muzafferi ve Nihayetü'l-Ġdrak fi Dirayeti'l-Ġflak adlı eseri de mevcuttur.

Candaroğulları döneminde ilmi gücünü koruyan Kastamonu‘da birçok âlim yetiĢmiĢtir. Bunları Ģöyle sıralamak mümkündür:

1. Seyyid ġerif talebesinden Seyyid Ali Acemi.

2. Bursalı Kadızade-i Rumi talebesinden riyazet mütehassısı ġirvanlı Fethullah.

3. Kıraat ihtisası olan ve Ġsmail Bey namına tecvitle ilgili "Risale-i Münciye"yi yazan Kastamonulu Ömer.

4. Ġsmail Bey namına "Mi'yârü'l-EĢrar vel-Ahyar"ı telif eden Halil oğlu Yunus.

5. Ġsmail Bey tarafından ilim ve fazileti hürmetine kendisine kütüphane ve medrese yaptırılan Niksarlı Muhyiddin.

6. Göz tedavisine dair "Miftahü'n-Nur ve Hazâinü's-Sürur" ve "Zahire-i Muradiye" isimli Türkçe mufassal tıbbî eserlerin müellifi Sinoplu Mukbil oğlu Mü'min.

87 Mikail Bayram; Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam ve Ahiliğin DoğuĢuna Etkisi, Türkler Ansiklopedisi, C. 7, Ankara, 2002, s. 262.

7. Sinoplu Mehmet.

8. Kastamonulu Türabi.

9. Kastamonulu Hamidi.

10. Kastamonulu Senayi.

11. Haki.

Bütün bu Ģair ve edipler Candaroğlu Ġsmail Bey tarafından çok hürmet ve ihsanlar görmüĢlerdir. Yine muzaffereddin ve oğlu Mahmut namına Hoylu Abdulmümin‘in, sarf‘a dair ―Nüzhetü‘l-Küttâb‖ adlı eserinin ve bunun muhtasarı olan ―Kavâ'idü‘r-Resâil‖ adlı eserin de Kastamonu‘da kaleme alındığını söyleyebiliriz88.

Anadolu Selçukları zamanından beri ilmi faaliyeti devam ettiren Amasya‘daki âlimlerden de söz etmemiz mümkündür. Burada Eratna Beylerinden âlim bir Ģahsiyet olan Hacı ġadgeldi Han ile oğlu Emir Ahmet‘in beylikleri esnasında gerek bu beyler namına ve gerek müstakil olarak yazılan eserleri de Ģöyle anlatabiliriz:

1. Mehmed Celaleddini Aksarayi tarafından Hacı ġadgeldi namına yazılan "Ravzatü'l-Ulema".

2. Mevaiz ve hikmetlerden bahseden bir eserin tercümesi olan

"Teferrücü'l-Ümera".

3. Aynı âlim tarafından yazılan Hacı ġadgeldi namına fıkha dair

"Kitabü'l-Elleset.

4. Amasyalı Ġzzüddin Mehmet‘in aynı zat namına telif ettiği 215 Ģeri münazaraya dair fıkıh alanındaki "Kitabü'l-Dürer el-Mensûr".

88 Ġ. Hakkı UzunçarĢılı; a. g. e., s. 213-221; Claude Cahen; a. g. e, s. 340; Abdulkadir Karahan;

XIV Yüzyılda Ġlim Hayatı, Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı, Ankara, 1977, s. 126.

5. Hacı ġadgeldi‘nin oğlu emir Ahmet adına kaleme alınan Hüsameddin Kata'nın "Mihtah ġerhi (Belagat) ".

Bunlardan baĢka hacı ġadgeldi‘nin fıkıh ve usule dair "Mesail el-Mensur" isimli bir eseri ile mühim bir kütüphanesi ve keza oğlu emir Ahmet‘in de bir kütüphanesi olduğunu belirtelim89.

Tokat ilimize gelince, DanıĢmentli Devletinin merkezi olan Niksar, Tokat ilinin sınırları içerisinde yer alıyordu. Önceki sayfalarda bahsettiğimiz ve Ahmet Tigin‘e sunulan Ġbn Kemal b. Ahmet'in yazdığı, "KeĢfu'l-Akabe"

adlı kitabın yazarı Ahmet Tigin hakkında Ģu cümleleri kullanmaktadır: ―o yüce zatı iltizam edenler çoğunlukla fazıl ve filozofturlar. Dünyanın her tarafından bilgin kiĢiler o hazrete yöneldiler ve her biri ilmini yayması miktarınca itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar‖90. Bu kayıt, Malazgirt savaĢından hemen sonra, DanıĢmentoğulları ülkesinde ilmi çalıĢmaların baĢlamıĢ olduğunu ve Ahmet gazinin birçok ilim ve fikir adamını himaye edip, çalıĢmalarına imkân sağladığını açıkça göstermektedir. Ayrıca KeĢfu'l-Akabe adlı eserin DanıĢment oğlu Ahmet gaziye (1105) sunulmuĢ olması, sanıldığı gibi Anadolu‘da ilmi ve fikri eserlerin, XII. yüzyılın ikinci yarısında

adlı kitabın yazarı Ahmet Tigin hakkında Ģu cümleleri kullanmaktadır: ―o yüce zatı iltizam edenler çoğunlukla fazıl ve filozofturlar. Dünyanın her tarafından bilgin kiĢiler o hazrete yöneldiler ve her biri ilmini yayması miktarınca itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar‖90. Bu kayıt, Malazgirt savaĢından hemen sonra, DanıĢmentoğulları ülkesinde ilmi çalıĢmaların baĢlamıĢ olduğunu ve Ahmet gazinin birçok ilim ve fikir adamını himaye edip, çalıĢmalarına imkân sağladığını açıkça göstermektedir. Ayrıca KeĢfu'l-Akabe adlı eserin DanıĢment oğlu Ahmet gaziye (1105) sunulmuĢ olması, sanıldığı gibi Anadolu‘da ilmi ve fikri eserlerin, XII. yüzyılın ikinci yarısında

Benzer Belgeler