• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ORYANTALİST SÖYLEM VE İMGELER ZEMİNİNDE KÜRESELLEŞME ZEMİNİNDE KÜRESELLEŞME

2.1. Oryantalizmin Ana Zemini ‘‘Öteki’’ ve Kimlik İnşası

Her ilişki her bağ birden fazla özne arasında cereyan etmektedir. Bunlardan biri “ben”

diğeri ise “ötekidir’’ ve varoluşsal olarak bu dairenin dışına çıkabilmek mümkün değildir (Kalın, 2007: 455). Ben tasviri üzerinden başkalığı niteleyen “öteki” kavramı,

insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Öyle ki “öteki” söyleminin modern toplum devrimi ile hayatımıza girdiğini söylemek pek doğru olmayacaktır. Çünkü ‘‘öteki’’nin tarihsel ve söylemsel varlığı olmadan geleneksel ya da modern toplum tek başına bir anlam teşkil edememektedir (Uluç, 2009: 45).

Geçmişten bu yana sömürge ve sömürge sonrası süreçlerin ardından farklı kimliklerin nasıl kurulduğu, hangi yöntemlerle neye etki edildiği ve farklı kimliklerin nasıl ötekileştirildiği gibi sorulara yanıt aranmıştır. Bilinmektedir ki, iktidar/güç/bilgi ifadesiyle de birebir bağlantılı olan ötekileştirme, karşıt olanı olumsuzlarken ‘‘öteki’’ nin karşısında olanı yüceltme amacı taşımaktadır.

Oryantalizmin sistemsel olarak kalıplarını üstüne kurduğu en mühim öğe Doğu’nun ‘‘öteki’’ halini alma konusudur. Batı’ya özgü bir davranış yöntemi olan “öteki”, ben üzerinden, ben ile beraber kurgulanmış bir kavramı nitelemektedir. Bilimsel olarak değerlendirildiğinde ise, her disiplinin ‘‘öteki’’ni işleyiş ve tanımlama şeklinin birbirinden farklı olduğu görülmektedir. Örneğin Türk Dil Kurumu tarafından ‘‘öteki’’

sözü edilen veya benzer iki nesneden önem ve konum bakımından uzakta olan”, “öbür, diğer”, “mevcut kültürün içinde dışlanmış olan” (www.tdk.gov.tr, 2018) şeklinde

tanımlanmaktadır. Bryan S. Turner’e (2003: 147) göre; İbrahim’i kökenli dinler

arasındaki teolojik çatışma, ilk sistematik ve global ötekilik sistemini doğurmuştur

(Şişli, 2017: 4). Antik Yunan Çağı’ndan günümüze kadar gelen bu idea yapısı, kendi özlüğünde farklı tanımlamaları da içerisinde barındırmaktadır. İnsan biliminin kültür ve kimlik dizisi öteki kavramını modern bir kendilik üstünden değerlendirilen deneysel ve tarihsel bir obje, bir var oluş hali şeklinde tanımlamaktadır (Keyman, 2002: 24).

Sosyolojik anlamda ise ‘‘öteki’’nin kavramsal olarak başlıca iki türü vardır: ilki; evrensellik yöntemiyle asimilasyondur ki, bu yöntem kavramın daha çok antropolojiyi ilgilendiren yanı olarak ele alınmaktadır. Sosyal bilimler ile ilişkilendiren diğer kısım ikinci türdür ve bu “ben” ile “öteki” arasındaki ayrımın nitelik ve niceliği ile alakalıdır.

37

Bu ayrım kaçınılmaz olarak aşağıda kalma, zayıf olma durumlarıyla ilişkilendirilir. “Ben” olgusu “öteki”ne değer biçerken bana ait olan kültürün kıstaslarını kullanır. Yine sosyoloji perspektifinde “öteki”; sığınmacı, sürgün, misafir, marjinal kişiler ve yabancı olarak yorumlanmakta, felsefede “öteki” diğer insan, diğer ben olarak tasvir edilmektedir. Hukuk açısından ise “öteki”, bir devletin yurttaşlık haklarına sahip

olmayan kişidir. Foucault açısından bakıldığında ise, psikiyatri tarihine göre “öteki”, ırak bir sessizliktir ve bilinmeyendir (Yurdagül, 2009: 4). Buradan hareketle “öteki”,

kendisine ait olanın eksik ve ayrı bırakılmış taraflarından başka bir zihniyeti işaret edememektedir.

Deleuze “öteki”ni ne sadece özne ne de nesne olarak tanımlamaktadır. Ona göre her ikisinin de aşkın (fazla) bir koşulu ve yapısı vardır (Uluç, 2009: 37). Algısal düzeyde “öteki” bu ayrım ve birleşimle kabul görse de anlam olarak değiştirilmesi pek mümkün olmayan bir halde, aşağıda olma durumu içerisinde kıymetlendirmektedir. Nitekim toplumlararası ilişkilerde ‘‘ben’’ bilinci, kimliğin “öteki”ne karşı konumlandırmasını sağlayan bir araca dönüşmektedir (Said, 1995: 3).

Edward Said, ‘‘öteki’’ni oryantalizm penceresinden değerlendirirken, ilgili kavramı Batı’nın Doğu’yu koloni haline getirerek sömürüye yönelik bilimsel bir devinim olduğunu ve kimliksizleştirmek istediği Doğu’nun Batı’nın suskun “öteki’’ halini olduğunu söylemektedir. Buradan hareketle oryantalizm, aleni ve saklı olan, tüm yönleriyle bilinmeyen, gizlenen güç unsurlarının ilişkilerini kapsayan siyasal bir proses şeklinde de tarif edilebilmektedir. Bu nedenle birey üzerinden yaratılabildiği gibi kültür üzerinden de yaratılabilen kimlik, aynı zamanda “öteki” ile bağlantılı olan bir kavramdır (Uluç, 2009: 54). Sonuç olarak ‘‘öteki’’ ile Doğu-Batı yaşayışının her bir derecesi birbirinden ayrık olarak ele alınıp anlaşılmakta ve bu şekilde aktarılmaktadır. Başka bir söylemle, yaşadığımız dünya “Doğu” ve “Batı” olarak kati sınırlarla birbirinden ayrışmaktadır. Çünkü oryantalizm temelli ‘‘öteki’’ ideasının yapısında insanı ve dünyayı doğu-batı olarak ayrıştırmak vardır. Nitekim eğer Doğu yoksa Batı’da yoktur ve Batı’nın varlığını sürdürdüğü andan itibaren Doğu, O’nun en mükemmel ötekisidir. Oryantalizm, Batı’nın bu en mükemmel ötekisi nesnesini yani, Doğu’yu kendine ciddi bir mesele edinmiştir (Bulut, 2004: 9). Bu görüş açısı oryantalizmin ana unsurunu, özünü buradan da nihayetinde teori ve pratiğini oluşturmaktadır.

38

Bu düşünceye göre oryantalizmin ana öğelerinden biri; Batı’nın Doğu üzerinde sistematik bilgiye ehil olma isteği ve nihayetinde bu bilgiye de sahip oluşudur. Nitekim, oryantalist bilgi inşası doğrudan bu prosesi, yani Batının ‘‘ötekileştirme’’ ile oluşturduğu meşrulaştırma işleyişini kullanmaktadır. Oryantalizm yalnızca bilgiye veya bilime dair kuramsal bir çerçeve, geçer bir teori değil; değil aynı zamanda gerçek boyutta da mevcudiyeti olan stratejik bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir söylemle ifade etmek gerekirse, Batı bir imajı ve imgeler grubunu sembolize ederken aynı zamanda bir temsil etme işlevi ile cebrî yaptırıma da referans etmektedir (Bulut, 2004: 5-6). Çünkü Doğu ve Batı özler itibariyle ayrıştırılmış olgular olarak süregelmiştir ve Batı dünyası Doğu’yu simgesel bir meta olarak kullanmaktadır. Neticede bütün bunlar, oryantalist çalışmaların birbirinden ayrılamaz tamamlayıcıları, unsurları olarak değerlendirebileceğimiz nitelikleridir (Bulut, 2004: 6).

Öte yandan literatüre kuramsal açıdan çok boyutlu ve derinlikli analiz metinleri katan Slavoj Zizek’in ‘‘öteki’’ ye dair söylemleri, oryantalizmin genel çerçevesini yorumlama konusunda bizlere ciddi kılavuzluk etmektedir. Zizek’e göre:

‘‘Küçük öteki nesnesi gerçek bir nesne değil bir fantezi nesnesidir. Özne, simgesel sistemin bir türlü sınırları içine alamadığı gerçek’in bir türlü açıklanamayan, adlandırılamayan, bu gereğinden fazla olan şeyin üstesinden gelebilmek maksadıyla ve ben olarak oluştuğu evrelerden başlamak suretiyle bir fantezi nesnesi-objesi oluşturur. Bu nesne, yani arzu nesnesi aslında yoktur, öznenin ne olduğunu bilmediği, sadece göz ucuyla görebildiği ilksel ‘eksik’ inin fantazmatik eşdeğeridir. Nesne ancak belli bir görüş açısından yani arzunun desteklediği yönden seyredildiğinde görülebilmektedir (Zizek’den Akt. Arlı, 2009: 24)’’.

18. yüzyıla kadar ilgilendiği alanın kendisinin dışında bir öteki yaratma ve ‘‘öteki’’nin kültürünü bellemek olan Batı’nın, aksiyon noktasında Doğu üzerinde otorite, avantaj, üstünlük kurma ve yaptırım uygulama politikalarına odaklandığı bilinmektedir. Öteki bir söylemle, Doğu toplumları, Batı’nın elinde olduğu nesnelerle mukayese edilerek, Batı’nın öbürü durumuna getirilmektedir. Doğu “hegemonize” edilerek, Batı tarafından yeniden yazılmakta böylece Batı kendi ötekisini yaratırken kendi farkını ortaya koyarak, mevcut kimliğini şekillendirmekte, yeniden üretmektedir (Mutman, 1999: 44).

39

Ferdî ve sosyolojik açıdan “öteki” üzerinde erk sahibi olmaya çalışan ben, “öteki” olanı ehlileştirmenin çabasındadır. “Öteki”ni ehlileştirirken ona ait olan şeyleri iteler (Uluç, 2009: 55) Öyle ki öteki, öznenin sahipliğindeki niteliklerden mahrumdur; ancak benzer zamanda keskin ve köklü ayrımından ötürü nesne olmayanın dengeli varlığına da bir tehdit oluşturmaktadır (Yeğenoğlu, 1998: 15). Kendi toplumsal değerlerini özümsemiş bir birey, kendi içinde farklı ve özgün değerlere ehil bir toplumla karşılaşınca bu farklı olan yeniyi inkâr eder, yalnızca kendi toplumunun hakikatinde geçerli bir tarihe inanır. Bu bakış açısında oryantalizm Doğu’yu irdelemekle kalmayıp takınılan tutumlar ve yapılan benzetmelerle O’nu bir araştırma malzemesine dönüştüren bir nevi öğreti tarzı, yönetme biçimi veya hükmetme şekli olarak görülmelidir (Said, 1995: 14). Buna göre varlığını modern benlikten ile çağdaş kimlikten aldığı iddiasıyla Avrupa-merkezci bir söylem olan “öteki”ne öznenin tam tersi özellikler atfedilir.

“Öteki” öznenin kıyaslandığı bir öğedir ve ‘biz’ den farklı olan olarak kalır. Suçlu olarak doğmuştur; Ben’in sahip olduğu özelliklerden yoksundur ve başkalığı nedeniyle güçlünün dengeli varlığına ciddi bir sıkıntı yaratmakta tehdit oluşturmaktadır (Uluç,

2009: 46). Öteki’ni bir fırsat ve zenginlik olarak gören birey ya da toplumun ben tasavvuru ve öteki bilincine varma arasında ne gibi bir bağlantı bulunuyorsa, ‘‘öteki’’ni korkunç şeklinde gören kişi veya kitlenin ben tasavvuru ile öteki algısı arasında da öyle bir bağlantı bulunmaktadır.

Kimlik inşa etme sürecinin en önemli aşmasının ve en değerli basamağının “öteki”ni sınırlamak olduğunu söylemek gerekir. Özne “ben” hüviyetini edinirken ‘‘öteki’’ küçük düşürülür, aşağılanır, kötülenir hatta canavar ilan edilir. Bu yaratılan öteki, kimi zaman bir toplumun tamamı, kişi kimi zaman bir grup kimi zamansa sadece bir birey olabilmektedir. Doğu’da tam bu çerçevedeki ötekidir ve yabancı olduğu kadar, bir o kadar sessiz; ancak içselde gürültülüdür. Kısaca belirtmek gerekirse, Batılı toplumlar tüm bu aksiyonları güderken ve Şark’ı korkunçlaştırırken, Doğu’nun bu eylemlere suskun ve işlevsiz kalışı oryantalizmi baştan sona başarılı bir girişime dönüştürmüştür. Bu idea özetinde evrensel görüş Batı’yı özne, Doğu’yu nesne konumuna yerleştirmiştir. Gelinen noktada Doğu’ya dair söylenen her şey Batı’nın egemenliğinde zuhur etmektedir. Öyle ki, oryantalizm ile artık Doğu toplumları da kendi farklılıklarını kabul etmek zorunda bırakılmıştır.

40

Toplumların varlık biçimleri başka bireyler ve kültürler ile etkileşimde olunarak şekillenir. Yani toplumlar başkalarından farklı, birbirine benzemeyen özellikler aracığıyla etkileşim içerisinde olunan ‘‘öteki’’nin belli zıtlıkları çerçevesinde kimlik oluşturabilirler. Buraya değin tartışılan olgular, nüanslar ve karşıtlıklar perspektifinde Batılı bilinç modern, çağdaş, özgür ve medeni olduğu iddiasında bulunurken, karşısına koyduğu Doğu’yu ilkel, gelişmemiş, uygarlaşmamış ve hatta evrimini tamamlayan bir toplum olarak gördüğü savını ileri sürmektedir (Kahraman, 2002: 158). Nitekim oryantalizm düşüncesinin zemininde, salt bilginin dünya ölçütünde geçerli kabul edilmesi savından hareket ederek kendine has olan bütün detayları içine alacak ve ötekini dışarıda bırakacak bir düşünce sistemini meşrulaştırmak ve tüm görüş ve öğretileri kendi penceresinden algılama ve algılatma yaklaşımı yer almaktadır (Boztemur, 2002: 135). Ancak göz ardı edilmemesi gerekir ki, toplumsal ilişkiler zemininde bütün kimlikler eşit olmalı ve mevcut kültür özgünlüğünü koruyarak devam ettirilmelidir.