• Sonuç bulunamadı

M İ HNET KE Ş AN’DA GELENEKSEL MODERN AYRIM

B. Olay Örgüsü:

Geleneksel ile modern ayrımının belirginlik kazandığı bir diğer özellik “olay örgüsü”dür. Geleneksel ve modern türlerde konunun farklı ele alınıyor olması bu ayrımı belirginleşir. Watt, “Gerçekçilik ve Romansal Biçim” başlıklı yazısında geleneksel türlerle roman arasındaki bu ayrımı şöyle dile getirir:

Daha önceki edebî biçimler, ait oldukları kültürlerin, geleneğe sadakati hakikatin temel ölçüsü sayan genel eğilimini

yansıtıyorlardı: Örneğin klasik döneme ve Rönesans’a ait epik şiirler konularını (plot) tarihsel olaylar ya da masaldan alıyorlar ve yazarın üslubu, büyük ölçüde, türün önceden belirlenmiş

modellerini esas alan edebi bir beğeniye göre değerlendiriliyordu. (16)

Konularını mitoloji, tarih ya da efsanelerden almayan yeni anlatılar, bu özelliğiyle geleneksel olandan ayrılırken “konunun tamamen özyaşamöyküsel anılar esas alınarak düzenlenmesi […] bireysel yaşantılara aşırı bir önem verildiğini [gösterir]” (Watt, 20). Konu seçimlerinin yarattığı bu fark,

beraberinde kökten değişiklikleri gerektiriyordu. Watt’ın bu tespitinde de “gerçeklik” vurgusu ağırlık taşır:

Kurmaca geleneğinde, konunun yanı sıra başka pek çok şeyinde değişmesi gerekiyordu. İlk önce tarihsel kişilikler ve onların eylem alanları yeni bir edebi bir perspektif içine

oturtulmalıydı: Eskiden olduğu gibi, genel insan tiplerinin uygun bir edebi çerçevede önceden belirlenmiş bir fon üzerinde boy göstermesi yerine, olay örgüsü tek tek kişiler arasında ve özel koşullarda gelişmeliydi. (20-21)

Mihnet-Keşan, bireyin özyaşamöyküsünden hareketle kurgulanmış bir yapıt olarak olay örgüsünün yapısı, kişilerin birbirleriyle etkileşimi ve bu etkileşimin gerçekleştiği mekân bakımından geleneksel kalıpların dışına çıkar. Klişe insan tiplerinin yerini bireylerin aldığı eserde, bireyler gerçek çevre içerisinde varlık gösteren unsurlar olarak rastlantı sonucu değil, özel koşullarda bir araya gelirler. Bu yönüyle Mihnet-Keşan’da anlatıcı kendi

yaşam öyküsünü temele alırken kaçınılmaz olarak geleneğin dışına çıkmıştır. Geleneksel anlatılar, yazarının hayal güçünden ve önceden belirlenmiş kalıplar dahilinde oluşturulurken, bireyin kişisel deneyimlerinin ele alındığı

metinlerde, geleneksel kalıp ve tarihin ötesinde bireyin tarihi, ânı ve geleceğe dair kurgusu ön plana çıkar. Mihnet-Keşan’da da böyle olmuştur. Kuşkusuz,

Mihnet-Keşan’ı geleneksel yapıdan uzaklaştıran olay örgüsü ve bireyselliğin ön plana çıkarılmış olması kadar, metnin olay örgüsünün özgünlüğü de bu ayrıksılığı belirleyen yönlerindendir.

Olay örgüsünün “yeni” olmasının yanında yeni bir perspektifle birlikte sunulması da son derece önemlidir. Watt, “Defoe ve Richardson İngiliz edebiyatında olay örgülerini mitolojiden tarihten, efsanelerden ya da geçmiş edebiyattan almayan ilk büyük yazarlardır” (15) derken olay örgüsünün özgünlüğüne işaret eder ve “olay örgüsündeki aktörler ve onların eylem alanı yeni bir perspektif içerisine oturtulması gerektiğine işaret eder. Özgünlüğü sağlayan ise tikelliğin ön plana çıkarılması, bireyin ayrıntılı sunumudur:

Olay örgüsü eskiden olduğu gibi esasen uygun edebi uzlaşımın belirlediği bir arka plan dahilinde hareket eden genel insan tipleri tarafından değil, tikel koşullar altındaki tikel insanlar tarafından canlandırılmalıydı. [Çünkü] romanı diğer edebiyat türlerinden ayırt eden husus hem karakterlerinin

bireyselleşmelerine hem de yaşadıkları çevrenin ayrıntılı sunumuna büyük önem vermesidir. (17)

“Geçmiş yaşantıları şimdiki eylemin nedeni olarak değerlendi[ren] [modern anlatılarda] eski anlatılara güç katan şaşırtmacaların ve rastlantıların yerini, zaman boyunca ilerleyen nedensel bir bağ almıştır” (Watt, 33). Mihnet-

Keşan’ın olay örgüsü nedensellik bağı açısından değerlendirildiğinde, Watt’ın modern anlatılar kategorisine girecek güçlü emareler taşımaktadır. Geçmiş

yaşantıların şimdiki eylemin nedeni olarak ele alınması, başka bir deyişle neden-sonuç ilişkisi metnin bütünlüklü bir yapı ve sağlam bir kurgu üzerinden ilerlediğini göstermektedir. Bu savı temellendirmek için Mihnet-Keşan’ın

bütünündeki olay örgüsüne kısaca değinmek gerekir.

Anlatının ana olay örgüsü kısaca şöyledir:

Şairin İstanbul’daki yaşamı ve yaşadığı olumsuzluklar ↔bu olumsuzlukların sonucu olarak sürgün↔sürgünde yaşam↔ sürgünün bitişi↔İstanbul’a dönüş.

Daha önce belirtildiği gibi anlatıda giriş gelişme ve sonuç bölümleri

arasındaki nedensellik bağı güçlüdür ve bunun en belirgin işareti anlatının yazılışına sebep olan kişisel durumdur. Halet Efendi’ye intisab etmiş olan İzzet Molla, Halet Efendi’nin gözden düşmesiyle onunla kısmen de olsa aynı akıbeti paylaşır ve Keşan’a sürgün edilir. İzzet Molla, anlatının ilk bölümünde geçmişte neler olduğunu; mesleğini, yaşam biçimini, çevresini ve sürgün edilme nedenlerini anlatır ve bu nedenlerin yarattığı sonuç olarak sürgün olma durumuna gösterir. Böylelikle ilk bölümde başlayan nedensellik bağı anlatı ilerledikçe aynı düzlemde güçlenir. İzzet Molla sürgün emrini alıp yola çıkar, yol boyunca geçtiği tüm mekânları betimler. Anlatıda bu mekân

betimlemelerinin de kurgudaki nedensellik bağı açısından önemli bir yeri vardır. İstanbullu bir şair olarak çıktığı yolculukta, taşrayı hiç görmemiş birinin gözlemlerinin bu yolla metne yansıması önemlidir. Bu gözlemler, hem

merkezden taşraya bakışı hem de kurgunun gerçekçi bir bakış açısıyla ele alındığının göstergesidir. İzzet Molla bu betimlemelerle okuyucunun metnin içine girmesini de sağlar. Keşan yolculuğu boyunca sadece mekân

betimlemelerine değil, geçtiği yerlerde karşılaştığı kişilere ve toplumsal çarpıklıklara da değinir.

İzzet Molla sırasıyla; Keşan’a varışı, Keşan halkının kendisini ziyaret etmesi, Keşan’a ve Keşanlılara dair gözlemleri, gittiği ilk günlerde yaşadığı yabancılaşma ve yalnızlık duygusunun verdiği ruh halleri, İstanbul’dan aldığı haberler ve dostlarıyla mektuplaşmaları, kendisiyle aynı zamanlarda Keşan yakınlarında bulunan Talat adlı Afgan asıllı şairle tanışması ve bu şairle geliştirdiği dostluk, Keşan çevresine vakit geçirmek için yaptığı geziler, ramazan ayının gelişi, yazın gelişi, zamanın geçmesine rağmen sürgünlük halinin sürüyor olmasının yarattığı travma, maddi sorunların ortaya çıkması, Keşanlılarla bayramlaşması, Keşan’daki Bektaşi dergahını ziyareti ve

döneminde Bektaşilere genel bakışı, affedilmesine yardımcı olacağını düşündüğü kişilere yazdığı kıtalar, kaside ve tarihleri, kurban bayramının gelişini ve bayramla birlikte yeni bir sıkıntının baş göstermesini, Hıristiyan bir kadının Muhammed’e olan aşkını, yeni yılın gelişini, muharrem ayı ve Hz. Hasan ve Hüseyin’in bu vesile ile anmasını, kurtuluşunu müjdeleyecek olan Galip Paşa’nın sadrazam oluşunun haberini almasını, yeniden ümitsizliğe kapılması, kurtuluş ümidiyle Galip Paşa’ya kaside yazması ve Paşa’nın padişahtan affını isteyip kurtuluşunu müjdelemesini, sürgünden ayrılmadan önce Keşanlılarla veda yemeğini, yola çıkıp Edirne üzerinden İstanbul’a gidişini, İstanbul’da dostları ve akrabalarıyla hasret gidermesini, devlet büyüklerini ziyareti ve günahlara tövbesini, son olarak da Mevlana’nın

övgüsüyle mesneviye son vermesi’ni zamansal bir düzlemde kimi zaman ileri ve geri sıçrayışlarla ve neden-sonuç ilişkisi içinde aktarır.

Mihnet-Keşan’ın nedensellik bağından ve bütünlükten yoksun

olduğunu savunanların temel dayanağı, İzzet Molla’nın anlatısında yer vermiş olduğu farklı nazım biçimleri ve metnin önemli bir bölümünü kapsayan aşk hikayesidir. Her iki durumun nedenlerine ileride değinilecektir.

Olay örgüsündeki özgünlüğün bir diğer yönü ise karakterlerin

bireyliğine vurgu yapan birer isminin olmasıdır. “Klasik dönemdeki kurmaca eserlerde karakterlere genellikle karakteristik ya da tikel olmayan ve

gerçekdışı adlar veriliyordu ve bu karakterlerin günlük yaşamdakinin aksine hem adı hem soyadı yoktu ve bu halleriyle tümel nitelik taşıyorlardı” (Watt, 20). Watt, bu belirlemesinin ardından ilk romancıların “karakterlerini çağdaş toplumsal çevre içerisinde yaşayan tikel bireyler olarak gösterecek adlar kullanarak bu gelenekle çok önemli bir kopuş yaşadıklarını” (21)

söylemektedir. Mihnet Keşan’da da bazı yan karakterler dışında hemen bütün karakterlerin birey olarak işaret edilmelerini sağlayan gerçek birer isminin olduğu görülür. İzzet Molla, İstanbul’daki dostlarını, ailesini, siyasi kişilikleri gerçek isimleriyle anarak toplumsal çevre içindeki kendi konumunu ve tek tek bireylerin konumunu belirginleştirir.

Benzer Belgeler