• Sonuç bulunamadı

2. GENEL BİLGİLER

2.2. OBEZİTE VE BEDEN İMAJI (İMGESİ)

Gastroözafegal reflü; öyküsü olan hastaların gastrik baypasdan sonra şikâyetlerinde

gerileme görülürken SG ve DS gibi cerrahi girişimlerden sonra insidans yükselmektedir. Bu duruma proksimal fundusun aşırı rezeksiyonuna bağlı alt özofajeal sfinkterin neden olduğu öne sürülmektedir (Kim and Crookes 2014).

Vitamin ve mineral eksiklikleri; malabsorptif yöntemlerde restriktif yöntemlere göre

çok daha yüksek oranda görülmektedir. Özellikle yağda eriyen vitaminlerden A vitamini (%69), D vitamini (%25-80), E vitamini (%7,1), K vitamini (%68), B12 (%18), folik asit (%54), magnezyum (36-51), demir eksiklikleri (%10-74) ve hipoalbüminemi (%3-11) görülmektedir (Tessier and Eagon 2008, Bozkurt 2014, Kim and Crookes 2014).

Obezite cerrahisi sonrasında yeniden kilo alma; kesin oranlar olmamakla birlikte

ortalama beş morbid obez hastanın birinin yeniden kilo aldığı belirtilmektedir. Bu durumun nedenleri ise, seçilen cerrahi prosedür ve yaşam tarzı değişikliğinin yapılamaması ile açıklanmaktadır (Tessier and Eagon 2008, Kim and Crookes 2014).

2.2. OBEZİTE VE BEDEN İMAJI (İMGESİ)

2.2.1. Beden İmajına Teorik Bakış

Literatüre bakıldığında beden imajı ile ilgili net ve ortak bir tanımın olmadığı dikkati çekmektedir. İlk kez Paul Schilder 1935 yılında beden imajını “Beden imgesi,

bedenimizin zihnimizdeki resmi, yani bedenimizin bize göründüğü biçimidir”

şeklinde tanımlamış ve beden imajının psikolojik, nörolojik ve sosyo-kültürel alanlarından bahsetmiştir. Beden imajı uzun bir süre tek boyutlu bir yapı olarak düşünülse de günümüzde çok boyutlu bir kavram olduğu üzerinde durulmaktadır (Cash and Smolak 2011). Fisher ve Clevende 1958 yılında, beden imajını psikodinamik kuramlar çerçevesinde ele alarak beden imajı sınırlılıklarına

38

odaklanmıştır. Shontz ise, 1969 yılında beden imajını kognitif psikoloji ve gestalt psikoloji teorileriyle tanımlamıştır (Cash and Smolak 2011). 1990’lı yıllarda beden imajı ile ilgili yapılan çalışmalar hızla artarken kavramsal tanımlamaların yanında beden imajındaki bozulmalar üzerinde durulmaya başlanmıştır. Günümüzde, özellikle yeme bozuklukları, obezite, çocukluk ergenlik dönemindeki beden imajı ve beden imajı bozukluklarının tedavisi klinik çalışmalarda ön plana çıkmaktadır. Bütün bu tarihsel süreç içerisinde beden imajı ile ilgili ana görüş “bireyin beden şekli ve

görünümünün içsel temsili olduğu ve algısal, tutumsal, davranışsal özellikleri olan çok boyutlu bir kavram” olduğu yönündedir (Cash and Smolak 2011, Schwartz and

Brownell 2004).

Beden imajı her ne kadar öznel, psikolojik bir kavram olsa da bu kavramı etkileyen sosyal, kültürel ve toplumsal faktörler de bulunmaktadır. Kişinin bireysel gelişim süreci içerisinde beden algısı, yaşadığı deneyimler, kendi beden imajına verdiği değer, başkalarının onun fiziksel görüntüsü hakkındaki düşünce, tutumları ve bireyin bunlara gösterdiği tepkilerle belirlenir. Herhangi bir dönemde bireyin beden görüntüsü ile ideal beden imajı arasında bir uyumsuzluk olduğunda bireyin beden imajını algılayış şekli de değişebilmektedir. Her bireyin ideal kabul ettiği ve kendi bedeni ile karşılaştırma yaptığı bir beden imajı bulunmakla birlikte, beden imajını bozan ameliyatlar, hastalıklar veya ilaç kullanımları bireyde bahsi geçen ideal beden imajı ile var olan beden imajı arasındaki uyuşmazlığı arttırmaktadır (Armağan 2013, Schwartz and Brownell 2004).

2.2.2. Obezite ve Beden İmajı

Obezitede beden imajı bozuklukları, anoreksiya nervoza (AN) ve bulimiya nervoza (BA)’da görülen beden imajı bozukluklarından farklıdır. AN ve BN’de gerçek olmayan bir beden algısı nedeniyle beden imajında sorunlar ortaya çıkarken, obezitede toplum tarafından kabul görmeyen beden şeklinin görüntüsünden dolayı bireyin duyduğu rahatsızlığa bağlı olarak beden imajı sorunları yaşanmaktadır. Bu nedenle AN ve BN gibi psikiyatrik hastalıklarda beden imajındaki bozukluklar tanı kriteri iken, obezitede “beden bölgelerinden hoşnutsuzluk” (BBH) kavramına daha fazla rastlanmaktadır (Deveci 2013, Schwartz and Brownell 2004). Obezitenin,

39

BBH’ye neden olabileceği 1967 yıllarında Stunkard ve Mendelson tarafından bildirilmiştir. Özellikle ergenlik öncesinde obez olanlarda, emosyonel bir rahatsızlığı olanlarda ve kendileri için önemli olan kişilerin olumsuz değerlendirilmelerine maruz kalanlarda BBH’ye daha sık rastlanıldığı görülmüştür (Aktarım: Sarwer and Thompson 2003). Ancak obezite ve beden imajı ile ilgili çalışmalara 1990’lı yıllardan sonra ağırlık verilmiştir. Literatüre bakıldığında obez bireylerde, obez olmayan bireylere göre BBH’nin daha yüksek olduğu görülmektedir (Sarwer et al 2010, Armağan 2013, Deveci 2013, Pınar 2002, Hamurcu, Öner, Telatar ve Yeşildağ 2015). Özellikle zayıf olmanın güzellik ve ideal kadın ile kaslı, zayıf ve gelişmiş vücutların ideal erkek ile eş değer tutulduğu batı kültürüne sahip toplumlarda beden imajı ile ilgili çalışmalara daha çok rastlanmaktadır. Ancak son yıllarda küreselleşmenin sonucu olarak, beden görüntüsü ve beden ağırlığı arasındaki ilişki tüm kültürlerde karşımıza çıkmaktadır (Sarwer and Thompson 2003).

Obez bireylerdeki BBH’nin şiddetini etkileyen faktörler incelendiğinde BKİ ile ilgili çelişkili sonuçlara rastlanmaktadır. BKİ arttıkça BBH’nin de yükseldiğini gösteren iki çalışmada; Armağan (2013) BKİ>30 kg/m2 olan kadınlarda, BKİ ile BBH arasında pozitif yönde bir ilişkinin olduğunu, Deveci’de (2013), obezite cerrahisi için başvuran morbid obez hastaların BBH’sinin obez hastalara göre daha yüksek olduğunu belirtmiştir. Ancak BKİ ile BBH arasında bir ilişki olmadığını belirten iki çalışmada da; Tezcan (2009) BKİ’nin BBH’nin şiddetini etkilemediğini, benzer şekilde Sarwer ve ark. da (2010) obez bireylerde BBH’nin yüksek olduğunu ancak BKİ ile arasında bir ilişki olmadığını vurgulamıştır.

Kadınlarda (Pınar 2002), çocukluk çağında obezitesi olup kilosu ile alay edilenlerde (Sarwer and Thompson 2003), yeme bozukluğu varlığında (Annesi, Mareno and McEwen 2016) ve eğitim seviyesi düşük olanlarda (Armağan 2013) obeziteye bağlı BBH’nin daha yüksek oranda görüldüğü belirtilmektedir. Ayrıca obez bireylerde BBH’nin depresyon ve benlik saygısı ile yakından ilişkili olduğu da gösterilmektedir (Pınar 2002, Armağan 2013, Hamurcu ve ark 2015, Schwartz and Brownell 2004). Obezlerde görülen beden bölgeleri ile olumsuz düşüncelerin tedavi sürecini de

40

olumsuz yönde etkileyebileceği ve bu durumun nedenlerini anlamanın önemi üzerinde durulmaktadır.

2.2.3. Obezite Cerrahisi Hastalarında Beden İmajı ve İlgili Çalışmalar

Günümüzde obezitenin tedavisinde cerrahi yöntemler yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Hastaların obezite cerrahisini seçme nedenleri arasında ilk sıralarda sağlık durumları ile ilgili yaşadıkları kaygılar, kronik hastalıklar yer alsa da görünüşleri hakkındaki olumsuz düşüncülerin de cerrahiyi seçmede önemli bir etken olduğu gösterilmektedir (Libeton, Dixon, Laurie and O'Brien 2004). Homer ve ark. nın (2016) niteleyici (kalitatif) çalışmasında, cerrahi için başvuran hastaların, sağlık düzeyinde ve fiziksel kapasitelerinde azalmanın yanı sıra utanç ve damgalanma nedeniyle de cerrahi girişimi tercih ettikleri belirlenmiştir. Obezite cerrahisi olmak isteyen ya da olan hastalarda BBH’yi inceleyen ilk çalışmalar arasında Halmi ve arkadaşlarının 1980 yılında yaptığı çalışma göze çarpmaktadır ve bu çalışmada cerrahi öncesi hastaların %70’i BBH yaşarken ameliyat sonrası bu oranın %4’lere düştüğü ifade edilmektedir (Aktarım: Sarwerand Thompson 2003).

Cerrahi girişim sonrasında beden bölgelerine yönelik yaşanan hoşnutsuzluğun azalmasında ameliyat sonrası geçen süre önemli bir etkendir. Sarwer ve ark. (2010) RYGB sonrası 6.-12.-24. aylarda yaptıkları değerlendirmelerde, BBH düzeyinde azalma olduğunu, cinsiyetler açısından bir fark olmadığını ve kaybedilen kilo oranı ile negatif korelasyon gösterdiğini belirlemişlerdir. Nickel ve ark. (2017) ise obezite cerrahisi sonrasında 6. ayda BBH’de düzelme olduğunu ancak 6. ay ile 24. ay arasında anlamlı bir değişimin olmadığını göstermişlerdir.

Ameliyat sonrası anlamlı miktarlarda kilo kayıpları olmasına rağmen BBH’nin devam ettiğini gösteren çalışmalar da bulunmaktadır (Kubik, Gill, Laffin and Karmali 2013). Burada en büyük etkenin ise fazla kilo kaybına bağlı oluşan cilt sarkmaları olduğu görülmektedir. White (2016) ameliyat sonrası hastaların karın bölgesindeki sarkmalar nedeniyle BBH’nin devam ettiğini, Kinzl, Traweger, Trefalt ve Biebl (2003) kilo vermek için cerrahi operasyon geçiren kişilerin %87’sinin ameliyat oldukları için mutlu olduklarını, ancak fazlalık derilerini (%53), sarkan

41

karın bölgesini (%47) ve sarkan memelerini (%42) geçirdikleri cerrahinin olumsuz sonucu olarak ifade ettiklerini belirtmişlerdir.

Benzer Belgeler