• Sonuç bulunamadı

Metnin içinde dikkat çekmek istediğim bir konu Uygur Harfli Oğuz Kagan destanına yansıyan Türk kozmogonisidir. Ahmet Bican Ercilasun’un bir makalesinde de bahsettiği bu konuyu, onun makalesinden alıntı yaparak tekrar gündeme getirmek istiyorum. “Oğuz Kağan, gökten inen ışığın içindeki kızla evlenince üç oğlu olur; bunlara Kün yani güneş, Ay ve Yultuz adları verilir. Göl ortasındaki ağaç kovuğunda bulunan kızla evlenince yine üç oğlu olur; bunlara da Kök, Taġ ve Tengiz adları verilir. Bizce bu motifler, Türklerin, kâinatın yaratılışı hakkındaki ilk inanışlarının çok değişmiş olarak destana yansımasıdır. Çocuklara verilen isimlerin bir tesadüf olamayacağı; ilk üçünün yıldızlar âlemini, diğerlerinin yeryüzünü temsil ettiği hemen belli olmaktadır ve bu münasebete daha önce de birçok defa temas edilmiştir. Gerçekten de ilk çocuklar Güneş, Ay, Yıldız isimlerini taşır ve bunlar yeryüzünün dışını, uzayı temsil eder. Üstelik bunların annesi gökten gelen mavi ışık içinden çıkmıştır. İkinci kadından doğan çocuklar Gök, Dağ ve Deniz adını taşır; bunlar da yeryüzünü temsil eder. Burada gök de yeryüzüne ait kabul edilmektedir. Bunların da annesi göl ortasındaki ağaç kovuğundan çıkmıştır. Bu sembollerden hareket edersek, Türklerin, kâinatın yaratılışı hakkındaki ilk inanışlarını şöyle tespit edebiliriz: Önce güneş, ay ve yıldızların bulunduğu uzay yaratılmıştır. Bunda Gök tanrı’nın rolü vardır (gökten inen ışıktan çıkan kız). Daha sonra göğün, dağların ve denizlerin bulunduğu yeryüzü yaratılmıştır; bunda da Yer-Su tanrısının rolü vardır (göl ortasındaki ağaç kovuğundan çıkan kız)… çocukların doğuşunun ve adlarının kainatın yaratılışını temsil ettiğini kabul edersek Oğuz Kağan’ın da Kişi’yi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Bu durumda Oğuz Kağan destanına göre önce kişi, sonra yıldızlar âlemi, sonra yeryüzü yaratılmıştır.”103

Metin Eski Uygur alfabesi kullanılarak yazılmıştır. Metinde İslamiyet ile alakalı hiçbir bulguya rastlanmamasına rağmen Arapça-Farsça kelimelerin kullanılması dikkat çekicidir. Her ne kadar Paul Pelliot metinde Arapça-Farsça kelime olmadığını öne sürse de104 metinde kullanılan Arapça-Farsça kelimeler şunlardır:

dost (Far.) 111, dost+luḳ (Far. + Tü.) 123, duşman (Far.) 113.

103

Ahmet Bican Ercilasun; “Oğuz Kağan Destanı Üzerine Bazı Düşünceler”, TDAY/Belleten 1986, Ankara 1988, s.13-16.

104

- 56 -

Yine metinde bazı kelimeler yakın anlamlılarıyla beraber kullanılmıştır. Örneklendirecek olursak:

amıraḳ (123) - dost (111) “arkadaş, dost” anlamında. nöker (271) - çerig (113) “mahiyet, asker” anlamında. müren (157) - taluy (101) “nehir, ırmak” anlamında. Bazı kelimeler iki hatta üç şekilde yazılmıştır:

aġaç (364), ıġaç (210), yıġaç (34) gibi…

Erkek olan hükümdarlara “kaġan” sıfatı kullanılırken “Ay Hatun” için de “kaġan” ibaresi kullanılmıştır.

“kene künlerdin bir gün ay ḳaġannung közü” (3)

Metnin imlasında “z” sesi yazılmamış onun yerine “s” sesinin işareti kullanılmıştır.

aġızı (6), közü (4), kızıl (6) kelimelerine el yazmasında bakıldığı zaman görülmektedir.

Yine metinde iyelik ekleri, çokluk ekleri, bazı hal ekleri kelime köklerinden ayrı olarak yazılması tercih edilmiştir.

“y” sesinin “ç” sesine dönüşmesi Kırgızcanın etkisidir. (bkz: 2.1.2.1.4.)

“oşul orman içinde bedük bir ḳıyandkat bar irdi.” (22). Bu mısrada ve birçok yerde adı geçen hayvanın (ḳıyandkat) okunuşu konusunda farklı görüşler mevcuttur. Rıza Nur bu kelimeyi “ḳiat” diye okumuş, “yırtıcı hayvan” diye çevirmiş; el yazmasının yıpranmışlığı nedeniyle kelimenin “kiat, tikk, ktakk, ndkk, vb.” çok değişik şekillerde de okunabileceğini ileri sürmüştür. Radlov da bu görüşü kabul etmiş ve kelimenin Arapça “ḳiğat” kelimesinden alınmış olabileceğini söylüyor. Pelliot’a göre araştırmacıların söylediği “ḳiat” kelimesi “gözleri güzel olan bir hayvan ya da bir aşiret” için kullanılan bir kelimedir. Ancak yine Pelliot’a göre ḳiat kelimesi ile Çince-Uygurca sözlüklerde ki tek boynuzlu at anlamına gelen k’i-lin kelimesinin Uygurcadaki karşılığı olan ḳat kelimesinin aynı kelime olduğunu savunuyor. Hatta tam yerine taġam, ḳar

- 57 -

yerine ḳaġar (bkz: 2.1.1.1.)gibi ḳat yerine ḳaġat olabileceğini söylüyor. Bahsi geçen hayvanın tek boynuzlu gergedan olması ve Sanskritçe gergedan anlamına gelen khadga kelimesini birbiriyle ilişkilendiren Pelliot bu kelimeyi böyle açıklıyor.105 Ancak biz bu kelimeyi W.Bang ve R.Rahmeri Arat’ın transkripsiyonundaki gibi ḳıyandkat olarak kabul ediyoruz. Her ne kadar Pelliot’un açıklamaları tatminkâr olsa da metinde bu kelimenin farklı şekillerde yazılıyor olması üzerinde kesin bir şey söylemek konusunda araştırmacıları kararsızlığa itmektedir.

“ töl boġaz boldı;” (83). Radlov bu cümleyi “boğazına kadar doldu.” olarak çevirmiş olsa da esas anlam “kız gebe kaldı.” olmalıdır. “Boġaz” kelimesi alfabenin gereklerinden dolayı buġaz ya da buaz şeklinde de okunabilir ve bu kelimeler de Kırgız ağızlarında “gebe kadın”, “gebelik, hamilelik” anlamlarında bilinen bir kelimedir.106

Eserin yazılış tarihi ve yeri konusunda böylece bir ipucu daha elimize geçmiş oluyor. “çalang bulangdın ḳorukmaz turur irdi.” (237). Rıza Nur bu cümleyi “O, Çalang Bulang’dan beri görünmüyor idi” diye çevirmiştir. Çalang ve bulang kelimelerini çevirememiş olsa da ana hatlarıyla doğru bir çeviri yapmıştır. Ancak “körükmez” olarak okuduğu kelime aslında “ḳorukmaz” olmalıdır. Bu mısranın öncesinde adı geçen bir beyin bu iki kelimenin verdiği anlamdan korkmadığı anlatılmaktadır. Radlov da bu iki sözcüğü çevirememiştir. Paul Pelliot ise ilk kelimeyi “bir darbe vurmak” anlamındaki çal- fiilinden türetmiş ve çalang şeklinde okumuş; ikinci kelimeyi Doğu Türkistanda Türkî Ağzında tanınan ve “yağmalamak” anlamındaki bula- kelimesinden türetmiş ve bulang okumuştur. Bunun da kökeninin bulġa- olduğunu savunmakta; Osmanlıcada kullanılan bula-, “karıştırmak, bulandırmak” ve buradan türeyen bulġaḳ “siyasi karşıtlık, göğüs göğse savaş” kelimeleriyle ispatlamaktadır. Dolayısıyla çevirisini “O, darbelerden ve göğüs göğse savaştan korkmaz idi.” şeklinde yapmaktadır.107

Bang ile Arat ise çalang ve bulang kelimelerini bir ikileme olarak değerlendiriyor. çalang kelimesini ç<y değişmesi ile yalang şeklinde olup, bulang’ın “eski-püskü, obruk-subruk” gibi bir terkip sonucu oluşabileceğinden bahseder.108

Cümleyi ise “Ne tanrıdan ne de şeytandan korkardı.”

105

Paul Pelliot; a.g.e., s.23-25. 106

Paul Pelliot; a.g.e., s.34. 107

Paul Pelliot; a.g.e., s.77-78. 108

- 58 - şeklinde çevirir.109

Ayrıca metnin Kırgız sahasında yazılmış olma ihtimalinin yüksek olması sebebiyle Kırgız sözlüğüne de bakmak gerekmektedir. Kızgızca sözlükte bulan- “yağmalamak” anlamına gelirken bula- “şerif gibi yükselmek” anlamına gelmektedir. Buradan da bulang kelimesi yüksek mevki sahibi insan anlamına gelen bir isim olabilir. Bizim esas aldığımız metinin sahipleri olan W.Bang ve R.Arat da bu kelimeleri sözlüğe almamıştır. Ancak biz kendi sözlük/dizin bölümümüzde bu kelimeyi anlamlandırmaya çalıştık.

* Metinde Kırgızca’nın ve ağızlarının veya dönem olarak Kıpçak Türkçesi’nin etkilerinin bariz bir şekilde görülmesi (bkz:2.1.2.1.4. ve 2.2.7.2.1.5.) bu metnin Kırgız/Kıpçak sahasında yazıldığını söylememize yardımcı olmaktadır. Gerek ses ve şekil değişmelerinden gerekse ağızlarda yerel olarak kullanılagelmiş kelimelerin varlığı bizi bu düşünceye sevketmiştir. Yazıldığı tarih olarak da biz Pelliot’un görüşüne katılıyoruz. Pelliot: “Her şeyi ölçüp biçtikten sonra, Oguz Kagan Destanının Turfan’da 1300 yıllarına doğru Uygurca olarak kaleme alındığı ve bu metnin XV. yüzyılda, bir Kırgız bölgesinde, hemen hemen yalnızca imla olarak değiştirilip düzenlendiği sonucuna varıyorum.”110

demişti.

109

W. Bang; R. Rahmeti Arat; a.g.e., s.25. 110

- 59 -

Benzer Belgeler