• Sonuç bulunamadı

C) Hwang Sun-won (황순원 )

2.3.3. Nihilizm (허무주의- Heomujuui)

İnsanoğlunun ilkel zamanlardan beri tecrübe etmek durumunda kaldığı savaşlar, bölge halkına daima büyük acı ve kayıplar yaşatarak, bir boşlukta kalma ve savunmasız olma durumunda bırakmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde tarihe damgasını vurmuş olan pek

64

çok savaşa tanıklık edilmiştir. Ve insanların tanıklık ettiği bu acı görüntüler duygularında çöküntüye sebebiyet vermiştir. İnsanların alt üst olmuş duygularını dile getirmede bir araç olan nihilizm terimi ilk kez eleştirici bir anlamda Alman filozofu F.H. Jacobi tarafından filozof Fichte’ye yazdığı mektupta kullanılmıştır (Çoşkun Karataş, 2014: 39). Çoşkun Karataş (2014: 41) çalışmasında Bülent Diken’in nihilizme bakış açısına “kökenine bakıldığında nihilizm sözcüğü acıyı, çatışmayı ve antagonizmayı (tezat olma) kabul edememe halini anlatır.” şeklinde yer vermiştir.

(Metin 11) “Dalgın dalgın çiçek tarlasına baktı. Birkaç gündür hissedemediği çiçeklerin özgünlüğünü hissetti. – İnsanlar çiçeklere çeşitli anlamlar yükledi. Tutku, keder, hüzün, azamet, kötülük, öfke, iki anlamlılık, nezaket, delilik ilacı.- Fakat çiçekler sadece güzelliktir. Zamanı geldiğinde açılıp zamanı geçtiğinde kapanan. Fakat insanlar çiçeklere de istediği gibi anlamlar yükledi. İnsan kendini renklerle ayırıp parçalar oluşturup birbirinin göğsünü keskin bıçağa hedef yaptı.” (Seon, 2006: 100)

Dönem eserleri niteliğinde kaleme alınan eserler yazıldığı dönemin arka planında meydana gelen olaylardan izler taşır. Öyle ki, direk tarihi olaylar çerçevesinde olay örgüsü kurgulanır. ‘Savaş sonrası edebiyat’ terimi genel olarak II. Dünya Savaşı sonrası edebiyatı nitelemekle birlikte bu dönemdeki eserler içerik bakımından savaşın etkisi ile oluşan hiçlik duygusunu işlemektedir. Savaş sonrası edebiyat teriminin Kore edebiyatındaki karşılığı ise 1950 yılında meydana gelen Kore Savaşı sonrasında ortaya çıkan edebiyat olarak işaret edilebilir (Lee, vd., 2012: 112).

Ha Geun-chan Kore edebiyatında nihilizmin öncüsü olarak görülen yazarlardan birisi konumundadır. Japon İstilası Dönemi ve Kore Savaşı’ndan etkilenmiş bir ailedeki iki neslin acılarını anlattığı Sunan İdae adlı kısa romanında zorluklar, baskılar ve savaş durumlarının insanoğluna yaşatmış olduğu hiçlik duygusunu dile getirdiği görülmektedir.

65

(Metin 12) “Tam da bu istasyon bahçesinde aşağı yukarı 100 kişi toplanıp şamata etmekteydi. O sırada Mando da ayaklarını sürümekteydi. Treni beklemekte oldukları için, hiçbiri kendi çocuğunun nereye gideceğini bilmiyordu. Tabii ya arabaya bin denildiğinde binen insanlardı. Askere alınmak için sürüklenerek götürülen insanlardı.” (Ha: 1957, 10)

Askerden döneceği haberini aldığı oğlunu beklemek için istasyona koşup beklemeye koyulan Mando’nun o an ki durumunun tasvir edildiği alıntıda, savaş durumunda olan halkın önemsiz bir varlık olarak görüldüğüne dikkat çekilmektedir.

Halktan tüm söylenilen emirlere uyması beklenmektedir.

Son Chang-seob'un savaşı konu edinen temsili eserlerinden olan Bi Oneun Nal'da ise Kuzey Kore'den Güney Kore'ye kaçan üç gencin savaş sonrası harap olmuş hayatları Kore toplumunda sekteye uğratılmış insanlığın sembolü olarak görülmektedir. Yazar bu eserdeki insanların yaşamları aracılığı ile savaş sonrası Kore toplumunda hakim olan hiçlik duygusu ve umutsuzluğu ifade etmektedir (Lee, v.d., 2012: 10).

İnsanların savaşta sonrası maruz kaldıkları hayat standartları dolayısıyla barındıkları evlerde yaşadıkları sorunlar ve maddi problemler eserin kahramanları üzerinden anlatılmıştır.

(Metin 13) “Wongu da hayattındaki tehditi hissetmeye başladı.

Neredeyse bir aydır yağmur mevsimiyle gülüp oynadıktan sonra, ana kaynağı bulunmayan birikimlerini şuraya buraya harcamış oldu. Wongu’nun sahip olduğu sıkıcı oda da nemden rutubetlendi.

Üstünü değiştirdiği kıyafetler ve yatak örtülerine kadar da küf olmuştu. Onlardaki küf sanki vücuduna girmiş gibiydi. Böyle bir gün, böyle kasvetli bir odada kendisine denk geldiği için, Dongog ve Dongug’un günü doğal olarak ağır ve üzgün geçmekteydi.”

(Son, 1997: 58)

66

Bi Oneun Nal’de eserin kahramanlarının hayatlarının bir türlü düzene girmemesi savaş sonrası durumun gerçekliğini yansıtmaktadır.

Savaşın yaşandığı 1950’li yılların ardından yarımadada meydana gelen ayrılma neticesinde de olaylar hala durulmamıştır. 1960’lı yıllarda Kore toplumunun somut gerçekliğine dikkati çekmek, Kore’nin o zamanki ana probleminin ne olduğunu sormayı kaçınılmaz hale getirmekle kalmayıp, 19 Nisan 1960 Sivil Ayaklanması fiyaskosu da Kore halkını hayal kırıklığı ve çaresizliğe sürüklemiştir. Beklenildiği üzere hissettikleri bu hayal kırıklığı ve ümitsizlik edebiyatta nihilizm şeklinde kendini gösterir (Kim, 1998:

11). İnsanlara ümitsizlik ve çaresizlik olarak yansıyan bu kötü deneyimlere en güzel örneği yine Ha (1957)’nın eserinde görmek mümkündür. Eserde yer alan savaş mağduru baba ve oğulun diyalogunda:

(Metin 14) “- Baba!

- Efendim?

- Bu halimle ben artık nasıl yaşayacağım?

- Ne demek nasıl yaşarım. Yaşamak için bir nefesin olması yeter. Böyle laflar etme.

-….

- Bana bak, kolumun biri olmasa da iyi yaşayamaz mıyım yani. Geri kalan baharları biraz daha güzel yaşayamayacaksın diye mi böyle diyorsun, yaşamak yaşamaktır, neden yaşayamayasın.

- Onun yerine senin gibi kolumun birini kaybetmiş olmak daha iyi olurdu baba. Bacağının olmaması her şeyden önce yürümemde rahatsızlık verdiği için öldürecek beni.

- Hey hey, öyle değil. Sadece düzgün yürüyebilirsen ne yapacaksın. Elini iyi kullanabilmelisin ki yaptığın işi düzgün yapabilesin.” (Ha, 1957: 17-18)

67

Baba oğul arasında geçen bu diyalogdan, yaşanılan kötü günlerin vermiş olduğu engelden dolayı umutsuzluk içinde olan Jinsu geleceğe dair endişeler taşırken, babasının umut dolu sözlerle ona cesaret verdiği görülmektedir. Burada aynı zamanda benzer zorluklara tabi olmuş insanlar arasında oluşan duygu birliğinin yol açtığı dayanışmada görülmektedir.

Lee (2002: 4)’de Han (1992:388)’e göre "Savaş sonrası roman kavramı genel olarak II. Dünya Savaşı yaşandıktan sonraki hayatları ve sorunları işleyen romanlar ile savaşın yaralarını sırtlanıp yaşamakta olan insanların endişe, hiçlik duygusu ve kötüleşen moralleri gibi genel yaptırımlar”ın konu edildiği belirtilmektedir.

(Metin 15) “Sopasına dayanıp baba oğul pirinç tarlalarının arasındaki patikadan yola koyuldular. Az önceki gibi Mando değil, bu sefer Jinsu öncülük etti. Değneğine yaslanıp bir o yana bir bu yana sendeleyerek önünde yürümekte olan oğlunun arkadan görüntüsüne bakıp, kolunun sadece birine sahip olan baba ağır ağır oğlunu takip eder. Elinde tuttuğu uskumru balığı sürekli hareket etmektedir.” (Ha, 1957: 17)

Oğlunun arkadan oluşan görüntüsü babada iç burukluğu ve moral bozukluğuna sebep olmaktadır.

Kore’nin geçtiği güçlüklerden ülke ekonomisi, sosyal yaşantı gibi durumlar bir yana, en çok yara alınan yönün halkın bireysel yaşamlarında olduğu bir gerçektir. Halk ülkedeki olumsuz şartlar nedeniyle pek çok ihtiyacından ödün vermek durumunda kalmıştır. En önemli ihtiyaçların başında gelen eğitim hayatından feragat edip annesine bakmak uğruna köyünün yolunu tutan Hyeon’un davranışında kendi yaşantısının, geleceğinin ön planda olmadığı görülmektedir.

(Metin 16) “Sonraki yıl Hyeon okuldan mezun olur. Arkadaşları lisede ya da iki yıllık üniversitelerin ilk yıllarında olsalar bile Hyeon daha şimdiden sadece eve geri dönmeyi düşünmektedir.

68

Hyeon’un karakterini iyi bilen sınıf öğretmeni, onun oldukça ilgisiz olan bu davranışına şaşırır.

- Bu kadarı benim için yeterli. Kargaşa çıkarma düşüncesinde değilim. Eve geri dönüp annemi rahat bir şekilde yaşatma amacındayım.

- O zaman hayatın için bir hedefin? Gençliğe özgü bir tutkun?

- Evet, başkalarına zarar vermeden, o şekilde yaşamak, benim isteğim sadece bu kadar.” (Seon, 2006: 57)

Hyeon bu davranışı ile küçüklüğünden itibaren dedesinin ona yüklemiş olduğu hayırlı evlat rolünü tamamlamakta ve atalarına bakması gerektiği misyonunu da yerine getirmektedir.

Kore Savaşı esnasında bir mağaraya kaçıp gizlenen Hyeon, 1 Mart Bağımsızlık Hareketi sırasında Japon baskısından kaçıp bir mağaraya sığınan babasıyla aynı kaderi paylaşmıştır. Oğul Hyeon’un mağarada geçirdiği gayri insani yaşam şekli bir köstebeğe benzetilerek aktarılmıştır.

(Metin 17) “Kabuğun içine sıkışmış vücudunu büzüp köstebek gibi güneş ışığından saklanan bir yaşam. Bu bir yaşamak değil sadece var olmaktı. Sanki bir çakıl taşı gibi. Sonuç olarak yaşayıp gördüğün bir gün yoktu. Yaşayıp gördüğün bir günün yoksa bu ölmeyeceğin anlamına gelmez. Yaşayacak bir günü olmaksızın ölmek, yoo hayır ölümünde olmadığını hatırlamasıyla aniden Hyeon’un kalbine söz geçiremediği bir endişe duygusu geldi.

Hyeon kaybetmekte olduğu yaşama gücünü arttırarak bu endişe duygusunu geri püskürttü.” (Seon, 2006: 114)

Bulunduğu mağarada ne zamana kadar gizleneceği konusunda bir öngörüsü olmayan Hyeon’un aklına yaşadığı hayatın ölümden de kötü olduğu düşüncesi takılır.

Fakat gücünü geri kazanabilmesi için derhal bu düşünceden sıyrılıp, yeniden kendine geldiği görülmektedir.

3. KORE SAVAŞINI KONU ALAN ESERLERİN TEMATİK OLARAK