• Sonuç bulunamadı

B. Nişanlılığın Sona Ermesinin Sonuçları

VI. Nişanın Bozulmasından Doğan Davalarda Zamanaşımı

Maddi ve manevi tazminat davalarının ve hediyelerin iadesi davasının nişanın bozulduğu tarihten itibaren en çok bir sene içinde açılması gerekir

(TMK.m.123)498 . Nişanın bozulması kavramına, nişandan rücu, nişanın

feshi, bozucu şartın gerçekleşmesi, evliliğin imkânsızlaşması,ölüm, tarafların

karşılıklı rızalarıyla nişanı bozmaları gibi haller girer499. TMK.m.123’ün açık

ifadesine göre, dava sürelerinin başlangıç anı doğrudan doğruya nişanlılığın sona ermesi olayına dayanmaktadır. Diğer nişanlının bu olayı öğrenmesi

önem taşımamaktadır500.

Nişanın bozulduğu tarihin zamanaşımının işlemeye başlamasında esas alınması, bazı hallerde adalete aykırı sonuçlar verebilir. Örneğin, nişanlı erkeğin evlenmesi ve bunu ilk nişanlıdan gizlemesi halinde, sürenin nişanın

494 Kanunda, alacaklının manevi tazminat alacağını ileri sürmesinin herhangi bir şekle bağlandığından söz edilmemiştir. Kılıçoğlu’na göre, burada önemli olan, alacaklının manevi tazminat istemine ilişkin iradesini açıklamış olmasıdır. Hatta, bu istemin manevi tazminat borçlusuna ileri sürülmüş olması dahi zorunlu değildir. Öyleyse, alacaklının bu istemini bir başkasına açıklamış olması dahi yeterli görülebilecektir. Bunun sonucu olarak, manevi tazminat alacaklısının borçluya bir ihtar çekmesi, bu istemini ortaya koyan bir yazı gönderdiğinin kanıtlanması, yakınlarına bu alacağının tahsil edilmesini açıklaması, dava açmış olması, bir vasiyet yaparak hakkının aranmasını istemesi, manevi tazminat alacağının, mirasçılara geçmesi için yeterli olacaktır. Şüphesiz, mirasçıların bu alacaklarının borçludan tahsil edilebilmesi için, zamanaşımı durumunun ortaya çıkmaması gerekir (Kılıçoğlu, s. 4). 495 3.HD., 12.11.1990, 2735 / 9100 (Yavuz, s. 267)

496 2.HD., 12.5.1975, 2451 / 3511 (RKD, 1975, S. II, s. 43). 497 Öztan, s. 93.

498 Akıntürk, s. 51; Öztan, s. 93.

499 Öztan, s. 93; Götz, Art. 95, n.2, s. 44 .

500 Öztan, s. 93; Tuor / Schnyder / Schmid / Rumo – Jungo, s. 160; Hegnauer / Breitschmid , n.3.34; Deschenaux / Tercier / Werro : La marriage et le divorce, 4. Aufl., Bern 1995, n.211.

bozulduğu tarihten başlatılması, iyiniyetli nişanlının aleyhine sonuç yaratacaktır. Bu nedenle, zamanaşımı süresinin, karşı tarafın nişanın bozulduğunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeğe başlatılması kendisine

katıldığımız Öztan’a göre daha isabetlidir501.

Eski Medeni Kanun’un 87.maddesinde kullanılan, “nişanın bozulduğu tarihten itibaren” şeklindeki anlatım, yeni Medeni Kanun’un

123.maddesinde “sona ermenin üzerinden” şeklinde değiştirilmiştir502. Bu

değişikliğin gerekçesi, tasarıda şöyle açıklanmaktadır: “Madde, nişanlılığın sadece bozulması halini değil, ölüm, gaiplik gibi diğer sona erme sebeplerini

de kapsayacak şekilde kaleme alınmıştır...”503. Koç’a göre, bu değişiklik

yerinde olmuştur504.

Kanunkoyucu, nişanın bozulmasından doğan davalar için öngördüğü sürenin hoş olmayan olayların bir an önce tasfiyesine olanak tanıyacak kadar kısa, ilk asabiyetin yatışıp, anlaşma olanaklarının doğması olasılığını da ortadan kaldırmayacak kadar uzun tutulmasına dikkat etmiştir. Zamanaşımının kesilmesi veya tatili sebepleri varsa, bunlar hakkında genel

esaslar uygulanır (BK.m.127,132,133,140)505. Nişanın bozulması bir suçla

bağlantılı ise, manevi tazminat davasına Ceza Kanunu’ndaki uzun zamanaşımı uygulanır (BK.m.102, 423). Bu durum özellikle evlenme

vaadiyle kandırılarak cinsi ilişki kurulması hallerinde açıkça ortaya çıkar506.

SONUÇ

Çalışmamızda varılan sonuçları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz : 1)Nişanlanmanın hukuki niteliği, bize göre aile hukukuna özgü sözleşmedir. Nişanlanma ile gelecekte bir evlenmenin yapılacağı vaadedilmektedir. Nişanlanma sözleşmesinin hukuki sonuçları, sözleşmenin bu özel niteliğinden ortaya çıkar ve sözleşmelerle ilgili genel hükümler nişanlanma sözleşmesine de uygulanır. Bu uygulama, nişanlanmanın özellikleri ve borçlar hukuku hükümlerinin aile hukukuna ait bir sözleşmeye uygulanması imkânı ile sınırlıdır.

501 Öztan, s. 94. Bu konuda farklı bir görüş için bkz. Koç, s. 166. 502 Koç, s. 168.

503 Öztan, Türk Medenî Kanunu, s. 130. Bu maddenin gerekçesinde konuyla ilgili ayrıca şu açıklamalara yer verilmiştir: “Böylece maddeye “Nişanlılığın sona ermesinden doğan dava hakları” ifadesi konulmak suretiyle bozma dışındaki diğer sona erme hallerinde açılan davaların da buradaki özel zamanaşımı süresine tabi olduğu anlatılmak istenmektedir” (Öztan, Türk Medenî Kanunu, s. 130).

504 Koç, s. 168.

505 Öztan, s. 94; Götz , Art. 94, n. 4, s. 44; Tekinay, s. 61; Tandoğan, s. 24; Velidedeoğlu, s. 43; Saymen / Elbir, s. 65; Gürsel, s. 32.

506 Öztan, s. 94; Tekinay, s.61; 2.HD., 22.5.1941, 2296 / 1398 ( Olgaç, 1967, s. 98, m. 87, n.3) .

2)İrade bozukluğu sonucunda nişanlanan taraf, somut olayın özelliğine ve dürüstlük kurallarına (TMK.m.2 / I) göre belirlenecek uygun bir süre içinde, haklı sebeple, nişanı bozma hakkını kullanmalıdır. Bu durumda, Borçlar Kanunu’nun 31.maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin sonuna kadar, nişanı bozma hakkının kullanılabileceği düşüncesi, nişanlanmanın hukuki niteliğiyle bağdaşmaz.

3)Muvazaalı bir nişanlanma geçerli değildir, çünkü bu durumda taraflar sadece üçüncü kişilere karşı bir görünüş yaratmak, onlara ortada bir nişanlanma varmış inancını vermek istemektedirler. Örneğin tanıklıktan kaçınmaya olanak tanıyan hükümden yararlanmak istendiği için gerçek olmayan bir nişanlanmanın yapılmış gibi gösterilmesinde durum böyledir.

4)Aile hukukundaki hukuki işlemler esas itibariyle şarta bağlı olarak yapılamazken, bizim de katıldığımız doktrinde ağır basan görüşe göre, nişanlanmanın şarta bağlı olarak yapılabileceği kabul edilmektedir. Nişanlanmadaki şartlar geciktirici veya bozucu olabilir. Nişanlının iradesiyle doğacak bir geciktirici şartın ise, nişanlılığı sona erdirmesi düşünülemez; aksi takdirde, nişanlılardan birinin kendi iradesiyle nişanlılığı her zaman sona erdirmesi mümkün olur ve nişanlılık her zaman haklı bir nedenle sona erdirilebilir.

Şart ister geciktirici, ister bozucu olsun, her halde ahlâka (adaba), kamu düzenine ve emredici hukuk kurallarına aykırı olmamalıdır. Nişanlanma ahlâk ve âdaba aykırı bir şartın gerçekleşmesine bağlanmışsa, yapıldığı andan itibaren butlanla sakattır.

5)TMK.m.119 / II ile “evlenmeden kaçınma hali için öngörülen cayma tazminatı veya ceza şartı dava edilemez; ancak yapılan ödemeler de geri istenemez” hükmünün öngörülmesi isabetli olmamıştır. Çünkü, böyle bir hüküm yokken, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre verilen miktarın iadesinin söz konusu olabileceği durumlar ortaya çıkabilirdi. Yeni düzenleme ile bu imkân ortadan kalkmıştır.

6)Evli olup da, yeniden nişanlanan bir kimse evli olduğunu gizlemişse, yapılan sözleşme, dürüstlük kurallarına ters düştüğü için (BK.m.20) geçersizdir; nişanlanan taraf iyiniyetli de olsa, iyiniyetli olarak korunmaz; çünkü, iyiniyet, sadece kanunda öngörülmüş hallerde korunur. Bu bakımdan karşı tarafın evli olduğunu bilmeyen taraf, TMK.m.120 ve 121’e göre tazminat davası açamaz. Burada culpa in contrahendo yoluyla sözleşme sorumluluğu hükümleri uygulanmalı ve nişanlı, menfi zararının tazminini talep edebilmelidir.

7)Hangi hediyelerin alışılmışın dışında hediye olduğu hâkim tarafından belirlenirken Yargıtay kararlarındaki bazı kıstasları gözönünde tutulmalıdır. Buna göre, hediyelerin verilmesinin yöresel örf ve âdete göre alışılmış olmasına, hediyenin verilme anındaki değerinin çok fazla olmamasına dikkat edilmelidir. Hediyenin değerinin olağan dışı sayılabilip sayılamayacağının

belirlenmesinde, nişanlının sosyal ve mali gücü de gözönünde tutulmalıdır. Ayrıca hediyenin alışılmışın dışında hediye olduğunun kabulü için evlenmenin yapılacağı inancıyla nişanlılara verilmesi gerekir. Bunun yanısıra, nişanın bozulması nedeniyle, hediyelerin iadesini talep edebilecek kişilerin sadece nişanlılar ile nişanlıların ana babaları veya onlar yerine hareket eden kimseler olduğu da unutulmamalıdır.

8)Üçüncü kişilere de hediyelerin geri verilmesini isteme hakkı tanınıp tanınmadığı üzerinde durulmalıdır. Nişanlının ana babası veya onların yerine hareket eden kişiler de, verdikleri hediyeleri, bunların alışılmış olmayan hediye kavramına dahil olması halinde geri isteyebileceklerdir. Nişanlıların ana babaları ile onlar gibi hareket edenlerin dışında kalan üçüncü kişiler, nişanlılara vermiş oldukları hediyelerin; ancak BK.m. 61 ve sonraki maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri verilmesini isteyebilirler.

9)Nişanlıların birbirlerine verdikleri manevi değer taşıyan fotoğraf ve mektup gibi eşyanın geri verilmesi gerekip gerekmediği doktrinde tartışmalıdır. Bizim de katıldığımız görüşe göre, mektuplar kural olarak bir fikri karşı tarafa iletmek için kullanılan bir vasıta olup, hediye sayılamaz. Bu nedenle, mektup ve fotoğrafların iadesi konusunda TMK.m.122’nin aradığı şartlar yoktur. TMK.m.122, karşılıksız yapılan kazandırmaları kapsamakta ve malvarlığında verilen hediye dolayısıyla bir artışı aramaktadır. Mektuplar için ise malvarlığında bir artış meydana gelmez. Mektupların ve fotoğrafların iadesi konusunda TMK.m.122’ye başvurulamayacağını savunanlar kendi içlerinde değişik görüşler ileri sürerler. Bizim de katıldığımız bir görüşe göre, burada hukuki anlamda bir borç olup, mektupların iadesi dava yoluyla istenebilir ve bu borcun hukuki temeli TMK.m. 23 ve 25’de ele alınan “Kişiliğin Korunması Prensibine” bağlanmaktadır.

10) TMK.m.122’ye göre iadesi talep olunacak hediye nişanlıya verilen hediye olduğu için başlık, TMK.m.122 anlamında bir hediye değildir. Başlık, nişanlı erkek veya onun babası tarafından, kız babasına verilen bir paradır. Nişanın bozulması durumunda, 122. madde sadece nişanlıya verilen hediyeleri kapsadığı için bu paranın geri alınabilmesi TMK.m.122’ye göre, mümkün olmamalıdır. Ancak, diğer taraftan, ödenen başlık parasının iadesinin, kanunda düzenlenmemiş olması, ortada hakkaniyete aykırı bir durumun var olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. İyiniyetle ve evlenebilmek için verilmesinin gerekli olduğuna inandığı için başlık parası veren nişanlının, nişan bozulduktan sonra bir anlamda cezalandırılması, hakkaniyet kuralıyla bağdaşmaz. Yargıtay’ın başlık parasını, TMK.m.122’deki hediye kavramına dahil etmesi bu hakkaniyet düşüncesiyle olmalıdır. Başlık, nişanlıya, cihaz (çeyiz) olarak verilmişse, başlığın hediye kavramına dahil edilmesi isabetlidir.Burada başlığın, kızının temsilcisi olarak, babaya

verildiği veya kızına vermek üzere teslim edildiği ispat olunmaktadır. Aksi halde, başlık parası, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenebilir.

Başlık parasının verilmesi, ahlâka aykırı bir davranış olarak değerlendirilemez. Her ne kadar başlık, Türk Medeni Kanunu’nun hükümleri ile bağdaşmıyorsa da ve günümüzdeki değer hükümleri karşısında, kabulü mümkün değilse de, bu müessese halen halk şuurunda yaşamaktadır ve bu nedenle de müessesenin ahlâka aykırılığının ileri sürülmesi isabetli değildir.

11)Kanaatimizce, TMK.m.122/ II hükmünün, kısmen özel bir sebepsiz

zenginleşme kuralı olduğu kabul edilmelidir507. Zira, kanunkoyucu, burada

BK.m.61 ve sonraki maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerine yollamada bulunmuştur. Bu nedenle, TMK.m.122/ II hükmünün, sebepsiz zenginleşmenin geri verilmesine ilişkin özel bir kanun hükmü niteliğinde görülerek, BK.m.61 ve sonraki maddelerinin uygulanmasını engellediği sonucuna varılamaz. Diğer bir deyişle, TMK.m.122/ II hükmü, iyiniyetli ve kötüniyetli zilyedin geri verme borcuna ilişkin TMK.m.993-995 hükümlerinden farklı olarak, BK.m.61 ve sonraki maddelerinin uygulanmasına olanak tanımayacak ölçüde, dar ve teknik anlamda, özel bir sebepsiz zenginleşme kuralı değildir.

12)TMK.m.122/ II’de “Hediye aynen veya mislen geri verilemiyorsa, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanır” hükmü yer almaktadır. Burada “hediye aynen veya mislen geri verilemiyorsa” anlatımını incelemek gerekir. EMK.m. 86’da yer almayan “veya mislen” ifadesi de TMK.m.122 / II’ye eklenmiştir. Bu ifade eklenmiştir, çünkü hediye misli nesne olsaydı düzenleme aksayacaktı. Enflasyon ortamında kişi hediyeyi aynen veremeyebilirler. Hediyenin değeri düşünce, hediyeyi iade ile yükümlü nişanlı, ondan kurtulmasın diye “mislen” sözcüğü eklenmiştir. Hediye aynen veya mislen ödenemediğinde BK.m.61 ve devamı maddelerine yasa içi yollama yapılmıştır. Hediye aynen veya mislen ödenemediğinde nakden iade edilebilir. Ama enflasyon anında bu durum borçlunun aleyhinedir. Kanaatimizce, aynen kelimesinin içinde mislen de vardır ve bu nedenle kanunkoyucu gerekli olmayan bir şeyi söylemiştir.

13)TMK.m.120’de maddi tazminatın kapsamına girecek zararlar arasında açıkça zarara uğrayan nişanlının katlandığı maddi fedakârlıklara da yer verilmesi kanaatimizce isabetli olmuştur. Zaten eski Medeni Kanun’un konuya ilişkin 84. maddesinin yürürlükte olduğu dönemde de nişanlısı istemediği için iyiniyetle evliliğin yapılacağı inancıyla kız nişanlının çalışmakta olduğu işi bırakması veya öğrenimini terk etmesi gibi örnekler de katlanılan maddi fedakârlık olarak değerlendirilip maddi tazminat

kapsamında sayılması gerektiği belirtiliyordu508.

507 Koç’un savunduğu bu görüşe biz de katılıyoruz. Bkz. Koç, s. 148. 508 Bkz. yukarıda, s. 59 ve dn. 417.

14) TMK.m.120’nin “nişan giderleri” anlatımına yer vererek bu giderleri de maddi tazminat kapsamına sokması kanaatimizce isabetli olmuştur. Çünkü bu hüküm öngörülmeden önce, nişan töreni için yapılan masraflara ilişkin olarak tazminat talep edilip edilemeyeceği doktrinde ve

uygulamada önemli tartışmalara509 yol açmıştı. TMK.m.120 hükmüyle bütün

bu tartışmalara son verilmiştir.

15)TMK.m.121’in metninden hâkimin manevi tazminat davasının şartları varsa, sadece paraya hükmedebileceği açıkça anlaşılmakta ve aynı

maddenin gerekçesinde510 ise, manevi tazminatın para dışındaki diğer

şekillerine yer verilmediği belirtilmektedir. Bütün bu açıklamalara rağmen, kanaatimizce, bugün de, eski Medeni Kanun’un konuya ilişkin 85.

maddesinin yürürlükte olduğu dönemde, bazı yazarlarca511 savunulan

görüşte olduğu gibi, hâkimin uygun gördüğü takdirde, para dışında bir manevi tazminata da (örneğin, mahkeme kararıyla kınama, kınama kararının ilânı, açıkça özür dileme vb.) hükmedebilmesi gerekir. Bu nedenle, kanaatimizce, hâkimin para dışındaki manevi tazminata hükmedebilmesi için Borçlar Kanunu’nun değişik 49.maddesinin 3.fıkrası nişanın bozulması nedeniyle açılacak bir manevi tazminat davasında kıyasen uygulanabilmelidir.

16) EMK.m.85 f.2, manevi tazminatın mirasçılara intikal etmeyeceği ilkesini benimsemekle birlikte, maddede öngörülen istisnai durumlarda bu intikale izin vermekteydi. TMK.m.121’de, bu maddeden farklı olarak, nişanın bozulması nedeniyle manevi tazminat isteminin mirasçılara geçmesinin koşullarına yer verilmemiştir. Çünkü, söz konusu hüküm, TMK.m.25 f.4’te genel hüküm haline dönüştürülmüştür. TMK.m.25 f.4 hükmünün eMK.m.85 f.2’ye uygun olarak düzenlenmiş olması sevindiricidir. Böylece, eMK.m. 24/ a’nın üçüncü fıkrasında, manevi tazminat alacağının, kendiliğinden alacaklının mirasçılarına geçmesinin kabul edilmesinin eMK.m.85 f.2’ye uygulanabilip uygulanamayacağı

konusunda uyandırdığı bazı tereddütler512 de ortadan kalkmıştır. Bilindiği

gibi, eMK.m.85 f.2’ye göre, nişanın bozulmasından doğan manevi tazminatın, alacaklının mirasçılarına geçebilmesi için tazminat iddiasının ya miras açıldığı zaman (yani, mirasbırakanın ölümünden sonra), mirasçıları tarafından kabul edilmiş olması ya da mirasbırakanın, sağlığında söz konusu tazminat istemini dava yoluyla ileri sürmüş olması gerekiyordu. Manevi tazminat alacağının, kişiye sıkı biçimde bağlı haklardan olması karşısında TMK.m.25 f.4’te, eMK.m.24/a’nın 3.fıkrasının aynen benimsenmemesi kanaatimizce övgüye değer bir tutumdur. Böylece, 1988 yılında, 3444 sayılı kanunla eMK.m. 24/a’nın üçüncü fıkrasında, kanunkoyucunun manevi

509 Bkz. yukarıda, s. 56 ve dn. 390- 393. 510 Bkz. Öztan, Türk Medeni Kanunu, s. 122. 511 Bkz. yukarıda, s. 65, dn. 465.

512 Bkz. Koç, s. 128- 129.

tazminatın mirasçılara kendiliğinden geçmesini kabul etmesi nedeniyle, kişiye sıkı biçimde bağlı hak özelliğiyle bağdaşmayan bir düzenleme yaptığı şaklindeki haklı eleştiri de ortadan kaldırılmıştır.

17) Kişiye sıkı biçimde bağlı bir hak olan manevi tazminat davasının mirasçılara geçtiği istisnai durumları düzenleyen kanunkoyucu bakımından önemli olan, tazminat borçlusunun, nişanın bozulmasına kendi kusuruyla sebep olduğunu kabul etmesi veya manevi tazminat davası açma hakkının, hak sahibi tarafından sağlığında kullanılmış olmasıdır. Bu nedenle, kanunkoyucunun, tazminat borçlusunun, borcunu ikrar ederken, ileride kendisine karşı açılabilecek dava sonucunda, mahkeme kararıyla belirlenecek tazminat miktarını da belirtmek suretiyle borç ikrarında bulunmasını zorunlu kılmak istediği kabul edilemez. Bu nedenle, tazminat borçlusunun, nişanın bozulması nedeniyle manevi tazminat ödemeyi kabul etmiş olması, dava hakkının, mirasçılara geçmesi için yeterli sayılmalıdır.

18)TMK.m.123’ün açık ifadesine göre, dava sürelerinin başlangıç anı doğrudan doğruya nişanlılığın sona ermesi olayına dayanmaktadır. Diğer nişanlının bu olayı öğrenmesi önem taşımamaktadır. Nişanın bozulduğu tarihin zamanaşımının işlemeye başlamasında esas alınması, bazı hallerde adalete aykırı sonuçlar verebilir. Örneğin nişanlı erkeğin evlenmesi ve bunu ilk nişanlıdan gizlemesi halinde, sürenin nişanın bozulduğu tarihten başlatılması, iyiniyetli nişanlının aleyhine sonuç yaratacaktır. Bu nedenle, zamanaşımı süresinin, karşı tarafın nişanın bozulduğunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeğe başlatılması kanaatimizce daha isabetlidir.

19)Nişanın bozulmasından doğan davaların tabi olduğu bir yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcına ilişkin eski Medeni Kanun’un 87. maddesinde “nişanın bozulduğu tarihten itibaren” şeklinde bir anlatım kullanılmıştır. Yeni Medeni Kanun’un 123. maddesinde ise, nişanlılığın sadece bozulması durumunu değil, ölüm, gaiplik gibi diğer sona erme sebeplerini de kapsamak üzere, söz konusu anlatımın, “sona ermenin üzerinden” şeklinde bir anlatımla değiştirilmesi kanaatimizce isabetli olmuştur.

Benzer Belgeler