• Sonuç bulunamadı

NAZMİ ZİYA GÜRAN'IN ÇAĞDAŞLARI ARASINDAKİ YERİ VE

Almanya ve İtalya'da resim öğrenimine gönderilen sanatçılar, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla İstanbul'a dönmüşlerdir. Resim sanatımızda, 1914 kuşağı olarak tanınan ressamlar, bu yıldan başlayarak sanat ortamının temsilcileri olmuşlardır. 1914 kuşağı ürettikleri resimlerle sanat çevrelerinin dikkatini üzerlerine çekmişler, Türk ressamların Hoca Ali Rıza ile tanıdığı ışık ve renk uyumunun yarattığı

görecelik, çekicilik, Çallı ve arkadaşlarının resimlerindeki tekniği, bilgisi ve becerisiyle sanatsal bir kimlik kazandırmışlardır. Bu grup ressamları aydınlanma çağının, rasyonel düşüncenin ve bilimin önderliğinin sanata getirdiği değişimi ancak biçimsel olarak yakalayarak ve resimlerini bu seçim üzerine kurmuşlardır. Çallı ve kuşağına genel bir tanımlama ile "Türk resminin empresyonistleri" denilmesinin nedeni renk ve ışık oyunlarının anlatıma kazandırdığı zenginlik üzerinde ayrı ayrı durmalarından kaynaklanmaktadır (Giray, 2000: 110-116).

Bu akım temsilcilerinin uyguladıkları teknik, önceki ressamların geleneğe bağlı akademik icrası yerine, 19. yüzyıl Empresyonizm tekniğine yakındır. Açık hava ressamlığının başlangıcı sayılan bu eğilim, doğduğu Fransa ve yağıldığı öteki memleketlerde, atölyelerin loş, gölgeli kuytuluğu yerine güneş ışınlarının aydınlattığı dış görünümleri yeğleyerek, resim sanatına yeni bir kan aşılamışlardır. Ancak, klasisizm nasıl zamanla yozlaşarak akademizme dönüşmüşse, Empresyonizm de zamanla yozlaştırılmıştır. Ne var ki, Avrupa'da çoktan dönemi kapanan bir eğilim Türkiye için yenilikçi ve bu yeniliği getiren sanatçılar resim sanatımıza bir gelişme sağlamıştır (Berk, 1977: 22). Çünkü bu ressamlar batıdan edindikleri renk, kompozisyon ve boya bilgisi ile yaptıkları çalışmalar Türk resim sanatı için önemli gelişme olarak görülmüştür.

Bu ressamlar eğitimlerini çoğunlukla gelenekçilerden almış olmalarına rağmen, daha çağdaş bir sanat anlayışıyla tanınmışlardır. "Gerçeklik"ten hoşlanmıyor, kendi kişisel yorumlarıyla çalışmak istiyorlardı. Teknik açısından siyah rengi ve çizgisel deseni ortadan kaldırmış parlak ışık üzerinde yoğunlaşmışlar; bu arada açık havada çalışmaya ve çıplak insan resimleri yapmaya alışmışlardır. Nitekim, 1914 Savaşı'nın başlamasıyla birlikte hepsi yurda döndüklerinde, beraberlerinde "İzlenimci Resim Tarzı"nı da getirmişlerdir (Arsal, 2000: 78).

1914 kuşağı içerisinde yeni görüşleri katan, yeteneğinin yanında, hareketli kişiliği, esprili konuşmaları ve bohem yaşantısıyla dikkati çeken ve bir öncü kimliğe bürünen İbrahim Çallı olmuştur. Resimleri onun coşkulu mizacını yansıtan, sabırsız fırça vuruşlarının yeşillere ve kırmızılara öncelik tanıdığı, taze ve canlı kompozisyonlardan oluşuyordu. Resimlerinde, desenden çok renk uyumuna ve ifadeye önem vermiştir (İrepoğlu, 1985: 60). Ayrıca İbrahim Çallı, atölyesine kapanıp akıldan

da resimler yapmıştır. Peyzaj çalışmalarında birkaç kroki ile yetindiği bilenmektedir. Fotoğraftan yararlanıp yaptığı eserlerde vardır. Çalışmalarını sadece peyzaj ile sınırlamayarak birçok türde eserler vermiştir.

İbrahim Çallı gibi çeşitli türlerde eserler veren, ama genel olarak portre çalışmalarıyla tanınan Feyhaman Duran tüm dikkat ve titizliğini insan yüzünde göstererek portre türünün Türkiye'deki öncüsü olmuştur. Bir portre ressamı olan Feyhaman Duran, Türk resmi içinde insan yüzünün yalnız dış çizgileri üstüne değil, ruhsal niteliği üstünde de eğilen tek ressamın gücünü gözler önüne serebilmiştir (Berk, 1981: 30-32). Feyhaman Duran, portrelerinde ve resimlerinde kompozisyon ve anlatım kusursuzluğuna dayanan bir anlayışa önem vermiş renk ve ışık, lekesel yorumlarla bu kuralların içinde katılmıştır (Giray, 2000: 116).

Bu konuların yanında İzlenimci ressamların resimlerinde biçemi de çok önemlidir. İbrahim Çallı, Hikmet Onat ve Nazmi Ziya gibi sanatçılar renk kalitelerini koruyabilmek için "Tuş" tekniğine önem vermiştir. Paletlerinden koyu, karanlık kahverengi tonları uzaklaştırarak resimleri yapmışlardır. Tuval üzerine sanki özensizce sürülen ve kalınlığı gözle ayırt edilebilen boya katmanlarına dayanan bu resimlerde gökler, denizler, ağaçlar, çiçekler resme biraz uzaktan bakılınca ne kadar canlı gözüktüğünü ve her nesne için yerli yerinde oturduğu görülmüştür (Erol, 1995: 13).

Bu ressamlar "Tuş" tekniğini uygulayıp akımın tüm gereklerini çalışmalarında uygulamışlardır. Hikmet Onat, Avni Lifij ve Nazmi Ziya Güran'dan oluşan "İstanbul ressamları" grubu içinde Emprestyonist tekniğe en bağlı kalan, tipik bir Emprestyonist diyebileceğimiz Nazmi Ziya olmuştur (Berk, 1981: 37).

Nazmi Ziya'nın resimlerinde ki güneş, İzlenimcilerin önemli bir sorun olarak gördükleri ve Puantilistlerin ufacık parçacıklara ayırarak analiz ettikleri güneşle aynı değildir. Nazmi Ziya'nın eserlerinde, güneş hiçbir zaman bir sorun olarak ele alınmamıştır. Onun güneşi hepimizin bildiği güneştir; Boğaz'ı bir mavi akıntıya çeviren, ama bu mavilikle karşılaşabilecek bütün renkleri silerek boğaz kıyılarının ortadan kaldıran güneştir. Nazmi Ziya için, doğanın anlamı bir enerji sistemi olmasında değil, güneşin yarattığı lirik duygularda yatmıştır (Arsal, 2000: 78).

Nazmi Ziya'nın birkaç figür ve portresi bir tarafa tüm yapıtlarında İstanbul konu olmuştur. Haliç, Manzara denizi, mavunalar ve tekneler, Çamlıca tepesinden

peyzajlar, eski sokaklar resimlerine konu olmuştur. Ama bu ressamlar arasında sadece izlenimci tekniğe bağlı kalan Nazmi Ziya olmamıştır. Hüseyin Avni Lifij'in resimleri Nazmi Ziya'ya oranla daha içten ve şairane, hele ki ressam olarak daha güçlü bir kişi olarak görülmüştür. Manzara ressamı olduğu kadar figürleri, portreleri ve kompozisyonları vardır. Büyük çapta süslemeci düzenlemeleri ona, Tük ressamlığı içinde önemli bir yer vermiştir (Berk, 1977: 23).

Hüseyin Avni Lifij edebiyata düşkün olduğu kadar şiire de düşkündür. Sanat yapıtlarını "kalp ve kafa" sentezinden geçirerek doğanın bilincine varmıştır. Sağlam desenleriyle her daim dikkat çeken bir ressam olmuştur. Eserlerinde izlenimci ekole yakınlaşan buğulu renkleri, ustalıklı tekniği ile bir araya geldiğinde ortaya duygusal kompozisyonlar çıkmıştır. Bu çok yönlü sanatçı, ruhsal durumunu eserlerine aktarmada çok başarılı olmuştur (İrepoğlu, 1985: 60).

Avni Lifij'in eserlerinin odak noktasında ağırlıklı olarak insan figürü yer almaktadır. Natürmort, deniz resimleri ve figürlü kompozisyonları ayrı bir önem taşımaktadır. Sanatçının figürlü kompozisyonlarının içinde mitoslar, alegorik ve fantastik çalışmalar yer almaktadır. Peyzajlarını direkt olarak tuvale aktarmamış kendi ruhundan geçirerek bizlere sunmuştur. Açık havada yaptığı poşad çalışmalarında serbest bir anlayışa sahip olmuştur. Avni Lifij dönemin diğer ressamları gibi batılı anlamda çalışmalarında büyük boyutlu kompozisyonlara yer vermiştir (Uğurlu, 1997: 8-10).

1914 kuşağının son temsilcisi olan Hikmet Onat'ın yorum kabiliyeti Avni Lifij veya Nazmi Ziya'nın ki kadar güçlü sayılmamaktadır. O, ayrıntıları kopyalamada ustalaşmıştı. Peyzaj çizmeyi çok sevmesine ve modele ve kitaba bağlı kalması onun diğer teknik özelliklerinin bir sonucu olmuştur (Arsal, 2000: 83) Hikmet Onat, şövalesini koyduğu manzara karşısında, o görününün en ince noktalarını hemen tuvale geçiren bir objektif olarak adlandırdığımız bir teknikle çalışmıştır. Açık hava ressamı olan sanatçı, Cezanne'ın "motif" dediği dış görünülere bağlanarak, onlardan esinlenmeden verimli olmamıştır. Yapmak istediği doğayı bitene kadar o görünüden hiçbir zaman ayrılmamıştır (Berk, 1981: 52). Bu bağlamda Hikmet Onat, diğer grup üyelerinden ayrılmıştır. Çalışmalarını açık havada yapmasına rağmen daha çok etüt çalışmaları yaptığı görülmüştür. Doğayı resmederken kişisel görüşlerine daha az yer vermiş yapıtlarını optik bir görüntü içinde oluşturmuştur. Eserleri incelendiğinde renk

sisteminde karanlık renkleri kullandığı bilinmektedir.

Bu anlatımlar doğrultusunda görülmüştür ki Nazmi Ziya çağdaşları arasında en fazla izlenimci tekniğe yakınlaşan ressamdır. Sabahın erken saatlerinde kalkarak doğa doğrultusunda yaptığı çalışmaları, paletinden uzaklaştırdığı siyah ve kahverengi renkleri, ışıklı paleti, tuş tekniği ile yaptığı manzaraları, onu izlenimci bir ressam olma yolunda ilerletmiş ve çağdaşları arasında en renkçi olan ve gün batımını en iyi ifade eden ressam safına koymuştur.