• Sonuç bulunamadı

NÜBÜVVET HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİ

“Nebî” kelimesi kendisiyle ilim hâsıl olan önemli haber, yalandan arınmış olan haber

anlamındaki “n-b-e” kökünden türemiştir.418

“Resûl” kelimesi, Arapça’da “r-s-l” kökünden (mastarı, “risl”) gelir. Asıl anlamı, teenni ile gitmektir. “Resûl” kelimesi yumuşaklık, gönderilen, sözün ve mesajın taşıyıcısı mânâlarına gelmektedir. “Rusül” şeklindeki çoğulu en yaygın olanıdır. Allah'ın resûlleri, sözünden bazen melekler bazen de peygamberler kastedilir.419

Kitabü’t-Tarifat’ta ise nebî kelimesi “kendisine melek vasıtasıyla vahiy edilen veya kalbine

ilham edilen veya salih rü'ya ile tenbih olunan kimsedir.” şeklinde açıklanmıştır. Resûlün, nübüvvet vahyinin üstündeki özel vahiy sebebiyle daha üstün olduğu belirtilerek, bunun sebebi olarak resûlün, Allah tarafından kitab indirilmekle kendisine bilhassa Cebrail'in vahiy getirdiği kimse olması gösterilmiştir.420

Yine Kitabü’t-Tarifat’ta resûl kelimesi, “ilahî

417

Gölcük & Toprak, Kelâm: Tarih-Ekoller-Problemler, s. 119.

418

İsfahânî, Müfredât, s. 1030.

419

İsfahânî, Müfredât, s. 426-427.

420

Ali İbn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcânî, Kitabü’t-Tarifat: Arapça Türkçe Terimler Sözlüğü, (trc. Arif Erkan), Bahar Yayınları, İstanbul 1997., s. 237.

hükümleri bildirmesi için Allah'ın, yaratıklara, ilahî bir kitap veya kitapçıklar (suhuf) ile görderdiği insandır” şeklinde tanımlanmıştır. Mu’tezile’nin resûl ve nebî kelimeleri arasında fark görmediğini, buna delil olarak onların “Çünkü Allah Teâla, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kimi kez nebî, kimi kez de resûl diye hitab etmiştir.” dediklerine yer verilmiştir.421

Kur’an-ı Kerim’de resûl ve nebî kelimelerinin kullanılış biçimleri bu kelimeler

arasında fark olup olmadığı konusunda farklı görüşlerin olmasına neden olmuştur. Resûl ile nebî arasında fark olmadığını ileri sürenlerin delil getirdiği âyetlerden biri olan Hacc Sûresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşeri arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder.”422

Bu âyetleri delil gösterenler her iki kelime için de aynı hükmün söz konusu olduğunu söylemişlerdir. Yine başka bir âyette;

“(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde Allah’a ve onun sözlerine inanan Resülüne, o ümmi peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”423

buyurulmaktadır. Bu âyette Hz. Muhammed’in hem nebî hem de resûl olduğunun bildirildiğini;

“Kitapta, Musa’yı da an. Şüphesiz o seçkin bir insan idi. Bir resûl, bir nebi idi. Ona, Tûr dağının sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık. Rahmetimiz sonucu kardeşi Harun’u bir nebi olarak kendisine bahşettik. Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resûl, bir nebi idi.”424

âyetlerinde Hz. Musa ve Hz. İsmail’in de hem nebî hem resûl olduklarının bildirildiğini belirtmişlerdir. Mu’tezîle âlimleri, bu âyetleri delil getirerek nebî ile

resûl arasında fark olmadığını söylemişlerdir.425

Öte yandan resûl ve nebî kelimeleri arasında fark olduğunu ileri sürenler “…O (Musa) tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi.”426

âyetinde bu iki kavramın özelliklerinin aynı olamadığına dair açık işaret olduğunu söylemişlerdir. Yine “Senden önce 421 Cürcânî, Kitabü’t-Tarifat, s. 111. 422 Hacc 22/52 423 A’raf 7/158 424 Meryem 19/51-54 425

Arslan&Bozkurt, Sistematik Kelâm, s. 314.

426

gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki…”427

âyetinde nebî kelimesinin resûl kelimesine atfolunduğunu dolayısıyla bu iki kavramın farklı olduğunu ileri sürmüşlerdir.428

Teftâzânî de bu iki kavramın farklı olduğunu savunanlar arasındadır. O, bu kavramları şöyle tanımlamıştır:

“Resûl, halka dini hükümleri tebliğ etmesi için Allah Teâlâ tarafından gönderilen bir insandır. Bir insanın resûl olması için, kendisine Allah tarafından kitap verilmesi şart iken, nebîde böyle bir şart mevcut değildir. Zira nebî daha genel bir tâbirdir. (Her resûl nebîdir fakat her nebî resûl değildir. Resûl yeni bir şeriat getirir, nebî önce gelen şeriatı yerleştirir ve yayar. Resûl melek vasıtasıyla kendisine vahiy gelen zattır. Resûle de, rüyada vahye mazhar olana da nebî denilir.)”429

Hümeyyis, kitabında resûl ile nebî arasındaki farkı açıklarken şöyle demektedir: “Bir görüşe göre bu iki kelime eş anlamlıdır. Buna göre; “Her nebî, resûldür, her resûl de nebîdir.” Aliyyü’l-Karî’nin söylediğine göre İmam Ebû Hanîfe’nin sözünden anlaşılan da budur.”430

Ancak, Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhu’l-ekber’ine bakıldığında tevhîd konusundan bahsederken şöyle dediği görülmektedir: “Tevhîd’in aslı, buna iman etmenin en doğru yolu şudur: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resûllerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi de haktır, demek gerekir.”431 Bu tanımda sadece resûl kelimesinin geçtiğini

görüyoruz. Fakat daha sonra Hz. Muhammed’den bahsederken O’nun aynı cümle içinde hem nebî hem de resûl kelimesini kullandığını görmekteyiz. Bu cümleyi, anlam bütünlüğünün bozulmaması açısından cümlenin geçtiği paragrafla birlikte vermek yerinde olacaktır:

“Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hâllerden münezzehtirler. Fakat onların sürçme ve hataları vâki olmuştur. Hz. Muhammed, Allah’ın sevgili kulu, resûlü, nebîsi, seçilmiş tertemiz kuludur. O, hiçbir zaman putlara tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah’a ortak koşmamıştır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir.”432

Yukarıda Ebû Hanîfe, Hz. Muhammed’in özelliklerinden bahsederken resûl ve nebî kelimelerini aynı cümlede kullanmıştır. Eğer her iki kelimenin mânâsını aynı

427

Hacc 22/52.

428

Gölcük&Toprak, Kelâm: Tarih-Ekoller-Problemler, s. 309.

429

Teftazânî, Şerhu-l Akâid, s. 96.

430

Hümeyyis, Usulid-din inde’l-İmamı Ebî Hanîfe, s. 467.

431

Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, s. 53.

432

görseydi her iki kelimeyi aynı cümlede ardı ardına kullanmaması gerekirdi. Ebû Hanîfe’nin, tevhîd konusunu açıklarken sadece resûl kelimesini kullanmasının sebebi, resûl kelimesine yüklediği mânânın daha kapsamlı olmasıdır. Bu onun “Her resûl aynı zamanda nebîdir, fakat her nebî resûl değildir” görüşünde olduğunu göstermektedir. Zira daha sonra yaptığı Hz. Muhammed hakkındaki açıklamalarında aynı cümle içinde O’nun hem resûl hem de nebî olduğunu belirtmesi bunu kanıtlamaktadır.

Ebü’l-Müntehâ el-Fıkhu’l-ekber Şerhi’nde resûllere imanı şerh ederken “Nebilerden kendisine kitap ve şeriat verilenlere resûl denir. Yani resûl denince kendisinde şeriat ve kitap bulunan nebî anlaşılır” demektedir. Ebü’l-Müntehâ, Ebû Hanîfe’nin tevhîd konusunu açıklarken iman edilmesi gereken esaslarla ilgili olarak yaptığı sıralamadaki gerçek kastın bu esaslara iman olduğunu vurguladığını “…ister nebî olsun, ister resûl olsun; kendisine kitap indirilmiş olsun veya indirilmesin hepsinin hak peygamber olduklarına iman ederiz. Velhasıl Müslümanlar olarak bizler bütün peygamberlere iman ederiz.”433 şeklinde şerh etmiştir. Ebü’l-Müntehâ’nın bu şerhinden onun nebî ve resûl ayırımında esas aldığı kıstasın peygambere yeni bir şeriat ve kitap verilip verilmediği olduğu anlaşılmaktadır.

Pezdevî’nin resûl ve nebî kelimeleri hakkındaki açıklamalarına baktığımızda Ebû Münteha’nın açıklamalarıyla örtüştüğü görülmektedir. O, resûl ve nebî kelimeleri arasındaki farkı şöyle açıklamıştır:

“Resûl ancak nebî olur, nebî ise resûl olmaz. Nebî kelimesi haber vermekten, yüce olmaktan gelir. Resûl kelimesi ise feûl vezninde göndermekten türetilmiştir. Resûl kavminin davetine gönderilendir. Buna göre resûl kendisinin şeriatı olan, Allah’ın kendisine Cebrail’i (a.s.) gönderdiği, kavmini İslâm’a çağıran, onlara ilahî hükümleri öğreten, kimsedir. Nebî ise Allah’ın kendisine Cebrail’i (a.s.) göndermediği, kendisinin şeriatı olmayan, fakat Allah’ın insanları İslâm’a davet için ilham verdiği ve bunu rüyada gösterdiği kimsedir veya bir resûlün lisanıyla onun nebî olduğunu, insanların İslâm’a davetine uyması gerektiğini Allah’ın bildirdiği kişidir.”434

Pezdevî; resûl ve nebî olma şerefinin ölümden sonra da devam edeceğini belirterek resûlün ölümden sonra da derecesinin nebîden daha üstün olacağını, nebîlerin de mü’minlerden daha üstün olacaklarını söylemiştir.

433

Ebü’l-Müntehâ, el-Fıkhu’l-Ekber Şerhi, s. 3.

434

Anlaşılan o ki Ebû Hanîfe, tevhîdi açıklarken resûl ve nebî kelimeleri arasındaki fark üzerinde durmamış, tevhîdte iman edilmesi gereken esasları vurgulayarak ayırt etmeden bütün peygamberlere inanılması gerektiğini söylemiştir. Fakat daha sonra yukarıda da belirtildiği gibi resûl ve nebî arasındaki farkla alakalı görüşünü belli eder tarzda Hz. Muhammed’in özelliklerini belirtmiş O’nun hem nebî hem de resûl olduğunu ifade etmiştir.

Hümeyyis, kitabında İbn Teymiyye’nin yaptığı nebî ve resûl ayırımı için “Nebî ile resûl arasındaki farkı en güzel açıklayan sözlerden biri, Şeyhülislam İbn Teymiyye’nin Kitabü’n-Nübüvvat da zikrettiği şu sözlerdir.” diyerek İbn Teymiyye’nin konuyla ilgili görüşüne dikkat çekmiştir. O, resûllerin Allah’a muhalefet eden bir kavme Allah’ın mesajını tebliğ etmek üzere gönderildiklerini, gönderildikleri kavim tarafından yalanlandıklarını ve bunun Allah tarafından Kur’an’da haber verildiğini söylemiştir. Örnek olarak “İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir resûl geldiğinde hemen ‘o, bir büyücüdür veya delidir’ dediler.”435

âyeti ile “(Resûlüm!) Sana söylenen, senden önceki resûllere söylenmiş olandan başka bir şey değildir.”436

âyetlerini delil olarak vermiştir. Nebîlerin ise sadece önceki peygamberin şeriatıyla amel etmek üzere, kendisini kabul eden bir kavme gönderildiğini, ne yapacakları ve gönderildikleri mü’minlere neyi emredecekleri konusunda Allah’tan vahiy aldıklarını söylemiştir. Öte yandan yeni bir şeriat getirmenin resûl olmanın bir şartı olmadığını ifade etmiş, resûl ve nebî ayırımında kendilerine peygamber gönderilen kavmin peygamberi kabul etmelerini yahut ona muhalefet etmelerini ana kıstas olarak gördüğünü dile getirmiştir. Bu görüşünü desteklemek için Hz. Yusuf’un Hz. İbrahim’in şeriatı üzere olduğu hâlde onun bir resûl olduğunu söylemiştir. Ayrıca Allah’ın Firavun ailesinden olan ve iman eden bir kişinin ağzından “Andolsun ki ondan (Musa’dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince ‘Allah ondan sonra resûl göndermez’ dediniz”437

buyurduğunu aktarmıştır. Hümeyyis, İbn Teymiyye’nin görüşünü aktardıktan sonra onun görüşünü esas aldığını ve onun görüşünde olduğunu belirtmiştir.438 435 Zâriyât 51/52. 436 Fussilet 43. 437 Ğafir 67/34. 438

Hümeyyis’in resûl ve nebî kavramları hakkındaki açıklamalarından bu konuda onun Ebû Hanîfe’den farklı düşündüğünü özellikle vurguladığı görülmektedir. Ayrıca O, İbn Teymiyye’nin görüşünü en güzel görüş olarak aktararak bu konuda da İbn Teymiyye’yi takip ettiğini göstermektedir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

“Selef” kavramı, sahabe ve tâbiûn asrını ve o asırda yaşayan âlimlerin bazı konulardaki ictihadlarını ifade etmek için kullanılırken, “Selefîlik” kavramı sahabe, tâbiûn ve etbau’t-tâbiîn dönemini benimsediğini söyleyenler tarafından, kendi radikal görüşlerini meşrûlaştırmak amacıyla sistemleştirilmiş bir kavramdır. Dolayısıyla

selef kavramı ile Selefîlik kavramı birbirinden çok farklıdır. Selefin görüşleri ve

Selefîlerin görüşleri karşılaştırıldığında Selefîlerin iddia ettikleri gibi selef itikadı üzere olmadıkları görülmektedir.

Öte yandan Selefîler, Ebû Hanîfe’nin görüşleri ile Selefî görüşün birbiriyle uyum içinde olduğunu ileri sürerek Ebû Hanîfe üzerinden kendi görüşlerini meşrûlaştırma gayretine girmişlerdir. Bunun en önemli sebebi olarak Ebû Hanîfe’nin görüşlerinin İslâm dünyasında geniş yankı bulması ve benimsenmesi gözükmektedir. Hümeyyis, Selefî görüşü Selef-i Sâlihîn’in görüşü olarak açıklamış, Ebû Hanîfe’nin de Selefî olduğunu iddia ederek bunu ispatlamaya çalışmıştır.

Selefî âlimler, tevhîdi; Rubûbiyyet, Ulûhiyyet, isim ve sıfat tevhîdi olarak kısımlara ayırmışlardır. Rubûbiyyet Tevhîdi’ni, bütün mahlukâtın yaratıcısının ve âlemdeki her şeyin ihtiyacını karşılayanın sadece Allah olduğunun ikrarı; Ulûhiyyet Tevhîdi’ni de Allah’ı ibadette birlemek, sadece O’na ibadet etmek olarak açıklamışlardır. Bu anlayış sonucu da ameli olmayan Müslümanları müşriklerle bir tutmuşlardır. Hümeyyis’in de tevhîdi Selefî görüşe göre açıklayarak Ebû Hanîfe’yi bu anlayışa ortak etmeye çalıştığı görülmüştür. Fakat Ebû Hanîfe için böyle bir taksimin söz konusu olmadığı hem ona nispet edilen eserlerinden hem de Hanefî âlimlerin açıklamalarından anlaşılmaktadır.

Hümeyyis, Ebû Hanîfe’nin Allah’ın zatî, subutî ve haberî sıfatları konusunda da Selefî görüşle aynı görüşte olduğunu iddia etmiştir. Ne tevhîd konusunda ne de Allah’ın zâtî, subûtî, haberî sıfatları, müteşabih âyetlerin yorumlanması gibi belli başlı konularda iddia edildiği gibi Ebû Hanîfe ile Selefîlerin aynı görüşü paylaşmadığı ortadadır.

Allah’ın sıfatları konusunda Selefîlerin savundukları görüşler, Ebû Hanîfe ve Ehl-i Sünnet’in diğer âlimlerinin görüşlerinden çok farklıdır. Onlar ne selef gibi teşbihe düşmekten korkarak tefvize giderler ne de halef gibi bu sıfatları Kur’an’ın açık hükümlerini göz önünde bulundurarak câiz olan te’vil’i yaparlar. Onlar, Allah’a yaratıklara has olan şeyleri yakıştırmışlar, Mücessime ve Müşebbihe’nin düştüğü yanlışa düşmüşlerdir. Ebû Hanîfe, eserlerinde bu tür yakıştırmalara şiddetle karşı çıkmıştır. O icmalî te’vil yapmış, sıfatların mânâsını Allah’a havale ederek Selefi Sâlihîn’in yolundan gitmiştir. Ebû Hanîfe’nin kitaplarında bu açıkça görülmektedir.

Ayrıca, Ebû Hanîfe’nin görüşleri ile Selefîlerin görüşlerinin uyumu kanıtlanmaya çalışılırken Ebû Hanîfe’nin ifadeleriyle ilgili zorlama yorumlar yapıldığı, görüşlerini açıkladığı paragrafları oluşturan cümlelerin ise çoğunlukla mânâyı bozacak şekilde eksik alındığı görülmüştür. Bu tesbit konunun tarafsız bir şekilde ele alınmadığını düşündürmektedir.

Ebû Hanîfe’nin iman konusundaki görüşleri hiçbir zorlama ve yorum kabul etmeyecek kadar açık ve nettir. O’nun iman ve ameller konusunda Selefîlerle farklı düşündüğü kabul edilmiş fakat Hümeyyis tarafından bu, O’nun yanlışı olarak yorumlanmıştır.

Bütün bu yaklaşımlar özelde Hümeyyis’in genelde ise Selefî düşüncenin oluşturmaya çalıştığı Ebû Hanîfe algısı hakkında ipuçları vermektedir. Bu çalışmada hem Selefin hem de Ebû Hanîfe’nin Selefî zihniyetle aynı görüşü paylaşmadığı gözler önüne serilmiştir. Hem Ebû Hanîfe’nin görüşlerini yansıtan eserlerinde hem de onun takipçileri olan öğrencilerinin ve diğer Hanefî âlimlerin eserlerinde bunu açık ve net bir şekilde görmek mümkündür. Hâl böyleyken Ebû Hanîfe’nin görüşleriyle Selefî görüşleri örtüştüren Hümeyyis’in bu tavrının eleştiriye açık olduğunu ifade etmek yerinde olacaktır.

KAYNAKÇA

Abdulvehhâb, M. (2013). Selef Akidesi, (Haz. Ahmed b. Abdülkerim Necib), Kitap ve Sünnete Davet Yayınları, y.y.

Abdülazîm Mahmûd ed Dîb (1993). “Cüveynî, İmamül Haremeyn”,TDV İslâm Ansiklopedisi, C. VIII., İstanbul Akkoyunlu, İ. (2011). İbn Teymiyye’nin İman Konusunda Mezheplere Bakışı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Ahmed b. Abdülkerim Necib, (2013). Muhammed b. Abdulvehhâb’ın Selef Akidesi, Kitap ve Sünnete Davet Yayınları, y.y.

Ali el-Karî el-Hanefî, (1984). el-Fıkhu’l-Ekber Şerhi İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe

Numan b. Sabit el-Kûfî, Daru’l-kutub el-ilmiyye, Beyrut-Lübnan.

Arıcan, M.K. (2015). Kültürel/Dini Farklılık ve Ebû Hanîfe, Hece Yayınları, Ankara. Arslan, H.& Bozkurt, M. (2016). Sistematik Kelâm, TDVM Yayınevi, 2. bsk.,

Ankara.

Arslan, İ. (2013). Ahmed b. Hanbel’in Siyasî Otorite Karşısındaki Tavrı, Marife Dinî

Araştırmalar Dergisi, C. 12., Sa. 3., s. 69-88.

Atalan, M. (2013). Cafer-i Sadık, TDV Yayınları, 3. bsk., Ankara.

Aydınlı, A. (1994). Ehl-i Hadîs, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. X., İstanbul. (1999). İbn Râhûye, TDV İslâm Ansiklopdisi, C. XX., s. 241., İstanbul. Aykaç, M. (2018). Tahâvî Bağlamında İki Farklı Hanefîlik Okuması: Ekmelüddîn el-

Bâbertî ve İbn Ebi’l-İzz Örneği, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 17, Sa. 33, ss. 127-156.

(2019). Atıf ve Şart Delilleri ve Ehl-i Sünnet Kelâm Ekollerinin İman Görüşlerinin Teşekkül Sürecindeki İzdüşümü, Hitit Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, C. 18, Sa. 35, ss.123-146.

el-Baberti, Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, (t.y.). Şerhu’l Akîdeti’t-

Tahaviyye, (Haz. Dr.Ahmed Mahmud eş-Şehade), Mektebetü’l-Hanîfeti.

Bedir, M. (2018). Ebû Hanîfe, Entelektüel Biyografi, Ay Yayınları, Ankara.

Beyazîzâde, Ahmed Efendi, (2017). el Usulü’l-Münife li’l-İmam Ebû Hanîfe (İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri: Araştırma ve Notlar İlavesiyle, Çev. İlyas Çelebi), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:114, 6. Bs., İstanbul.

Beyler, M. (2016) Ebû Gudde, Abdülfettah, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul. Bozkurt, M. İ. (2016). Selefîliğin Tarihsel Gelişimi ve Felsefî Altyapısı, Ekonomik

Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (TESAM) Akademi Dergisi, Ocak

2016, 3(1), 9-52, ISSN: 2148-2462.

Boynukalın, E. (2016). Abdülazîz b. Bâz, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul.

Buhârî, Muhammed b. İsmail Ebu Abdullah el-Cu’fî (1987). Sahîhu’l-Buhârî. (Thk. Mustafa Dîb el-Buga), Beyrut.

el-Cevziyye, İbn Kayyim, (2017). el-Fevâid: Faydalar, (çev. A. Alpaslan Tunçer), Karınca Polen Yayınları, İstanbul.

el-Cürcânî, Ali İbn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif, (2015). Şerhu’l-Mevâkıf (Çev: Ömer Türker), C. 3., Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul. (1997). Kitabü’t-Tarifat: Arapça Türkçe Terimler Sözlüğü, (trc. Arif Erkan), Bahar Yayınları, İstanbul.

el-Cüveynî, İmâmü’l-Haremeyn, (2016). el-Varakât Fıkıh Usulü, (Çev. Adnan Memduhoğlu), Beyan Yayınları, İstanbul

Demir, H. Nedir bu Selefîlik? 15/07/2018 tarihinde m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/hilmi-demir sayfasından ulaşılmıştır.

Ebû Hanîfe, (2017). el-Fıkhu’l-Ekber, (Çev. Mustafa Öz, İmâm-ı A’zam’ın Beş Eseri), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 13. bsk., İstanbul.

Risaletün ilâ Osman el-Bettî, (Çev. Mustafa Öz, İmâm-ı A’zam’ın Beş

Eseri), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 13. bsk. İstanbul.

el-Fıkhu’l-Ebsat, (Çev. Mustafa Öz, İmâm-ı A’zam’ın Beş Eseri), Marmara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 13. bsk. İstanbul.

el-Vasiyye, (Çev. Mustafa Öz, İmâm-ı A’zam’ın Beş Eseri), Marmara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 13. bsk., İstanbul.

el-Âlim ve’l-Müteallim, (Çev. Mustafa Öz, İmâm-ı A’zam’ın Beş Eseri),

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 13. bsk. İstanbul. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (2017). Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, (Çev. Bekir Topaloğlu), C. I,

bs.3., Ensar Neşriyat, İstanbul.

Ebü’l-Hasan el-Eş’arî (2017). el-lüma’fi’r-red alâ ekli’z-zeyğ ve’l-bida’, (Çev. Kılıç Aslan Mavil&Hikmet Yağlı Mavil), 2. bsk., İz Yayıncılık, İstanbul.

Ebü’l-Müntehâ, (t.y.) Şerhu Ebî’l-Müntehâ el-Fıkhu’l-ekber İmam-ı Âzam Ebî

Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfi, el-Mektebetü’l-Hamûdiye, İstanbul.

(2015). el-Fıkhu’l-ekber Şerhi: İman Esaslarımız, (Çev. Yusuf Yiğitalp), MGV Yayınları, Ankara.

Ebu’l-Muin en-Nesefî, (2019). Bahrü’l-Kelâm, (Çev. Ramazan Biçer), Gelenek Yayınevi, İstanbul

Ebû Osman İsmail b. Abdurrahman es-Sâbûnî (1998) Akîdetü’s-Selef ve Ashâbi,’l-

Hadîs, Tah: Nâsır b. Abdurrahman b. Muhammed el-Cedî’, Riyad.

Ebû Zehra, M. (t.y.) Ebû Hanîfe, (Çev. Osman Keskioğlu) DIB Yayınları, y.y.

(1984). Ahmet İbn-i Hanbel: Hayatı-Görüşleri-Fıkıhta Yeri, (Çev: Osman Keskioğlu), Hilal Yayınları, Ankara.

(1988). İmam İbn-i Teymiyye: Hayatı Fikirleri Eserleri Çağı ve Fıkhı, (Çev. Nusrettin Bolelli, Vecdi Akyüz, Adil Bebek, Mehmet Erdoğan, Veli Kayhan), İslamoğlu Yayıncılık, İstanbul.

Ezber Bodur, H. (2003). “Vehhâbî Hareketi ve Küresel Terör” Kahramanmaraş Sütçü İmam İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sa. 2., Temmuz-Aralık 2003 s. 7-20. Fahreddîn er-Râzî, (2018). Esâsu’t-Takdîs Fî İlmi’l-Kelâm, (Çev. İbrahim Coşkun),

4. bsk., İz Yayıncılık, İstanbul.

Fayda, M. (2010). “Muhammed b. Cerîr Taberî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XXXIX., İstanbul.

Gazalî (1969). Eyyühe’l-veled, (Çev. Lütfü Doğan) 5. bsk., Bedir Yayınevi, İstanbul. Gölcük, Ş.& Toprak, S. (2001). Kelam: Tarih-Ekoller-Problemler, Tekin Dağıtım, 5.

bsk.,

el-Haseni, Seyyid Ali Hoşafçı, (2015). Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Ehl-i

Sünnet’in Cevapları Hadislerin Tahriç ve Değerlendirmeleriyle, Sistem

Matbaacılık, 3. bsk., Yasin Yayınevi, İstanbul. Heysemî, (t.y.) Mecmau’l-zevaid, y.y.

el-Humeyyis, Muhammed İbn Abdurrahman, (1992). Usulid-din indel-İmam-ı Ebû

Hanîfe, yy. Daru’s-Sumey’ili’n-Neşr ve’t-Tevzi.

(2004). Selef İmamlarının Akîdesi, (Çev. M. Beşir Eryarsoy), Guraba Yayınları 49, y.y.

Işık, K. (1967). Mutezile’nin Doğuşu ve Kelâmî Görüşleri, Ankara Üniversitesi

İbn Ebi’l-İzz ed-Dımeşkî, el-Kadî Ali b. Ali b. Muhammed, (h. 1434). Şerh’ul-

Akidetü’t-Tahavîyye, (Haz. Salih b. Abdurrahman el-Hüseyin), Guraba

Yayınları, 19. bsk., Şam.

İbn Hazm Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el Endelülisî el-Kurtubî, ( 2017). el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâ’i ven-Nihal, (Çev. Halil İbrahim Bulut), C.2, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul.

İbn Humeyd, Abdullah b. Muhammed, (2013). et-Tevhîd ve Beyanü’l-akideti’s-

Selefiyyeti’n-Nakiyye, (Tevhid ve Halis Selefî Akîdenin Beyanı, Trc. Ebu

Turab Murad bin Abdurrahman es-Sivasî), Kitap ve Sünnete Davet Yayınları. İbn Kesîr (1987). el Bidâye ve’n-Nihaye, Dâru’l-Kütibî-İlmiyye, Beyrut.

İbn Teymiyye, Takiyyüddîn, (2017). İman Üzerine, (Çev. Salih Uçan), Pınar Yayınları, İstanbul.

(t.y.). Kitabu’l-İman’il-Evsat, (Thk. Muhammed Şazelî), Kahire.

(2014). Tevhid ve Kader, (Çev: İsa Canpolat) Takva Yayınları, İstanbul. İğde, M. (2015). Fıkıh ve İtikad Arasında Hanbelîlik: Selefîliğin Teolojik Arka Planı

Üzerine Bir İnceleme, İlahiyat Akademi Dergisi “Selefîlik”, Sa. 1-2, 2015, ISSN: 2149-3979, s. 91-106.

el-İsfahanî, Ragıp (2010). Müfredât: Kur’an Kavramları Sözlüğü, (Çev. Abdulbaki

Benzer Belgeler