• Sonuç bulunamadı

1.3. Postmodernizm

1.3.1. Moderniteden Postmoderniteye Toplum ve Din

Temelleri reformasyonda atılan bireysel dindarlık Katolik kilisesinin toplumsal kurtuluş hedefinin aksine bireysel kurtuluşu öneren Lutherci anlayış “görünmeyen kilise” mefhumunu savundu. Yine bu doğrultuda Thomas Paine’in “Zihnim kilisemdir” ve Thomas Jefferson’un “Bizzat kendim bir mezhebim” beyanlarıyla dinsel bireyciliğin tohumları atıldı (Ünal, 2011: 19). Paine ve Jefferson’un bu düşünceleri postmodernizmin din anlayışına açılan kapıyı araladı. Böylece postmodernizmle birlikte din toplum içinde çoğulcu bir görünüm kazandı. Sanat ve edebiyatın bu çoğulcu yapıyı desteklemesiyle dinin görünümü yeni bir boyut kazandı. Toplumun dini zayıflarken “bireyin dini” güç kazandı.

Dinin toplumsal çizgideki bu yeni konumlandırılışı, “bireysel inanç”, “ideoloji” ve “kültür” parantezlerinde dine yeni mana ve görev belirlemiş, ancak nihayetinde ikincil pozisyonunu tahkim etmiştir. “Bu sebeple dinin bünyesinde yer aldığı hümaniter dairede oluşturulan toplumsal gerçeklik alanında, pratiğe yönlendirmeyen bireysel inanç düzeyinde; fakat bir yönüyle de bütün sorulara cevap veren ideolojik; iddia ve taleplerin dönüştürülerek folklorik kılındığı kültürel din anlayışları ortaya çıkmıştır. Böylece din, salt inanç düzeyinde, yer yer ideolojik özellikler göstererek ve kültürleşerek bu toplumsallığı işlerliğe sokma yönünde görev almıştır.” (Tekin, 2003: 21).

Weber (2012b: 32) ekonomik alanda gelenekselcilikten uzaklaşmanın dini veya geleneksel bütün otoritelere başkaldırıyı desteklediğini vurgulamıştır. Reformun kilisenin geleneksel yapısının, katı kurallarının insanlar üzerindeki otoritesinin tamamıyla yok edilmesi anlamına gelmediğini söyleyen Weber dinin toplum ve üretim süreci üzerindeki etkisinin

biçim değiştirdiğini de ilave eder. Hatta o bu değişimi dinin (Protestanlık inancının) toplumun üretme isteği üzerinde itici bir etkiye sahip olduğunu iddia eder. Weber, dinin ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerdeki orta sınıf üzerinde yeteri kadar denetime sahip olmadığından bahseder. Bu noktada Weber’in toplum tipinde kilisenin geleneksel kurallarından uzaklaştırılmış, rasyonel kurallara dayanan duygu ve inançlara söz hakkı tanımayan bürokratik ahlakın egemen olduğu bir yapı vardır.

Toplum tipi ve toplumsal yapı tanımlamasındaki değişim sekülerleşme ve din ilişkisine yönelik yaklaşımları da etkilemiştir. Dinin bir süre sonra ortadan kalkacağına ilişkin klasik sekülerleşme teorilerinin aksine postmodernizm ile birlikte sanat dallarında geleneksel olana dönüş ve geleneksel olanın yeniden popüler hale gelmesi beraberinde dini, mitolojik ve kutsal olanı da gün yüzüne çıkarmaktadır (Bell, 1977: 57-70). Dinin dönüşü şeklinde kavramsallaştırılan bu postmodern durum; kentsel dönüşüm, dinin dönüşümü ve kişisel dönüşümden oluşan üçlü saç ayağına oturmaktadır. Dinin dönüşüm ayağında dinsel modernliğin geleneksel büyük dinsel sistemleri eriten ve yeni formlar üreten, yeni kutsallık tarzları keşfeden yönü, modernliğin kendi içsel dinamiklerinin bir sonucudur. Arslan, bu paradoksal durumu açıklanmasında iki sosyolojik bağlam kullanır: i) “Bireyselleşme”, ii) Bireyselleşmenin ve geleneksel dinlerin kurumsal niteliğinin zayıflamasının doğurduğu “dinsel çoğulculuk” (Arslan, 2010: 202). Bu araştırmaya konu olan romanlarda toplumsal hayata egemen olan dini düşünceyi temelinden sarsan bireyin kontrolünde olan bir dini düşünme biçimi eşliğinde kişisel dönüşüm öne çıkmaktadır.

Modernlik devrimi, tarihin diyalektiğine, ekonomi ya da arzuya yaslanan bir anlam kalıbıyken postmodern toplum anlamla yaşayan anlamla ölür ilkesi gereği güvenli limana demirlemeksizin rizomatik bir seyir izlemiştir. Anlam derinliği, gizli bir boyutu, ilk anda fark edilmeyen ve devamlılığı olan bir zemin gerektirir; oysa postmodern toplumda her şey müstehcen, görünür, açık seçiktir ve daima hareket halindedir. Göstergelerin ve biçimlerin bu giderek hızlanan dallanıp budaklanışlarında, sınırların ötesine taşan büyüme, kendi içine dönme ve atalet içerisinde çökmeyle karakterize olan ve gittikçe artan bir infilak edip içe göçme söz konusudur (Best ve Kellner, 2011: 158).

Modern toplumda medyanın din, kültür gibi toplumsal yapılara baskısı beraberinde bir parçalanmaya yol açmıştır. Bunun neticesinde meydana gelen postmodern toplum, medyanın hükmettiği gösteri ile dolu hipergerçeklik ve tüketimin ön planda olduğu bir yapıya bürünmüştür. Bu sayede toplum yapısını parçalayan meta-anlatının en önemli kaynağı dinin bütünlüğünü ve rasyonelliğini reddeden bir postmodern toplum biçimi gelişmiştir (Binay,

2010: 19). Birçok özelliği itibariyle postmodern toplum ile modern toplum arasında karakteristik benzerlikler vardır. Modernite din ilişkisi ile postmodernizmin din ilişkisini kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir (Günay, 2014: 405). Postmodernizm dinle kolkola yürüyen bir kavram olmaktan ziyade dinin saflığını tehdit eden bir olgu olarak da algılanmıştır. Postmodernizm bir yanıyla dine bünyesinde yer verse de bir nevi dine karşı bir meydan okuma olarak da görülür. Bu meydan okuma, geçmişten ayrı olarak, değişik dinler arasındaki yakın ilişkilere, dinler arasındaki gittikçe yaygınlaşan ruhani ve karmaşık yeni hareketlere imkân sağlamasıyla, sarmal kültürler arası işbirliklerini teşvik etmesiyle ve son olarak daha fazla seküler bağlama vurgu yapmasıyla dinamizmini korur (Hüküm, 2010: 42).

Postmodern toplum, imajın egemen olduğu bir toplumdur. K. Robins, Narcisus’un sudaki imajına hayran kalarak boğulması gibi, insanoğlunun da postmodernizmin imajlarla dolu evreninde boğulduğuna işaret etmektedir. Narcisus, sudaki yansıması olan kendi imajına asık olmuş ve ona kavuşmaya çalışmıştır. İşte sanal gerçeklik kullanıcıları da, aynı kucaklama arzusuna kapılarak, benzetilmiş imajla bir vücut olmayı ve kapalı bir birim kurmayı deniyor olabilirler (Robins, 1999: 92). Robins’in henüz sosyal medyanın toplum hayatına egemen olmadığı bir dönemde yaptığı bu tanımlamadan beri toplumun imaj arayışı artarak devam etmiştir. İmaj ve imge iç içe geçmiş abartılı mütevazilikler sanal arkadaşlıklar arasına kibirden duvarlar örülmüştür.

Din ve postmodernizm ilişkisi postmodernizmin dine bir alan açması nedeniyle olumlu karşılayanların yanında postmodernizmin dinin içini boşalttığı gerekçesiyle postmodernizme mesafeli duranlar da vardır. Dine bir alan açması, dine yeniden dönüş temasını içeren yanıyla sadece Batı’nın modern hatta postmodern çevrelerinde değil aynı zamanda Müslüman ülkelerde de postmodernizme sempatiyle bakılmıştır. Ancak bu süreçte yeni yeni filizlenen ideolojiler ve dini söylemler ötekilik sürecinden kurtulduktan sonra kendi ötekilerini üretmiştir.

Postmodernizm gerçeklikleri bir pazardan satın alabileceğimiz bir elbise olduğunu söyler. Bu bağlamda sufilik, Hindu meditasyonları vb. şeylerin değeri tüketim ürünleri olduğu takdirde değerlidir (Serdar, 2001: 64). Bilimsel düşünceye olan güveni sarsan küresel boyutlarda hissedilen çevre kirliliği, kitle imha silahları, terörizm, savaşlar karşıt bir tepki ortaya çıkarmış (Kuyucuoğlu, 2012: 36) ve bu tepki dini/mistik bir kimliğe bürünmüştür. Küresel sorunlar etrafında tek tek bireylerin tepkisi, kendini gerçekleştirme, çevre bilinci, sağlık konularındaki duyarlık dini/mistik bir görünüm ortaya çıkarmıştır. Best ve Kellner’in Baudrillard’dan aktardığı gibi postmodernizm, geçmiş kültürün onarılmasına yönelmiş boşluk

ve şiddetli acıya gösterilen bir tepki olarak betimlenmiştir. Baudrillard’a göre postmodernizm; tüm geçmiş kültürleri, insanların yıktıkları her şeyi; insanların neşeyle yıktıkları ve şimdi yaşayabilmek, ekonomik ve sosyopsikolojik açıdan ayakta kalabilmek için tarihsel ve dinsel olana geri dönerek yeniden inşa etmeye çalıştıkları her şeyi geri getirmeye çalışmaktadır (Best ve Kellner, 2011: 159).