• Sonuç bulunamadı

Daha çok oyun konusundaki felsefi düşüncelere dayanan ve oyunun biyolojik yönüne odaklanan klasik oyun teorilerinin aksine, modern oyun teorileri oyunun

psikolojik değerinden yola çıkarak, oyunun çocuğun sosyal, duygusal ve entelektüel gelişimine olan katkısı üzerinde durmaktadır (Hughes, 2010). Klasik teorilerin aksine modern oyun teorileri deneysel araştırmalarla desteklenmiştir (Gordon-Biddle, Garcia- Nevarez, Roundtree-Henderson ve Valero-Kerrick, 2014). Bu bölümde Freud, Piaget ve Vygotsky’nin oyun teorilerine yer verilmiştir.

2.2.2.1. Sigmund Freud (Katarsis Teorisi)

Avusturyalı nörolog Sigmund Freud’a (1856-1939) göre insanların hayattaki amacı haz almaktır. Dolayısıyla, oyun dürtülerin tatmin edilmesi ya da çocuğun gerçekte çözme imkanının olmadığı çatışmaların çözümü için bir girişimdir; çünkü çocukların gerçek hayatta en çok etkilendikleri şeyleri oyunda tekrarladıkları açıktır (Nell, 2002; Schwartzman, 1979). Freud’a göre oyun çocuğun travmalarını sembolize eder. Özellikle, doktora gitmek gibi, gerçekte çocuk için hoş olmayan deneyimler bir sonraki oyunun konusu olabilir. Böylelikle, çocuk bu etkinin gücünü hisseder ve yavaşça duruma hakim olmaya başlar. Gerçekte çocuğun pasif bir biçimde deneyimlediği hoşnutsuzluk, çocuğun oyundaki aktif rolü ile başka bir nesneye ya da kişiye aktarılmış olunur. Çocuğun oynadığı bu aktif rol ve durumu kontrol altında bulundurma çabası kendine hakim olma (self-mastery/bemächtigungstrieb) olarak tanımlanır. Bu doğrultuda, küçük bir çocuğun kendi kontrolü ile nesneleri kaybedip bulmaktan duyduğu zevk, kendi kontrolünde olmayan annesinin odadan çıkıp kısa bir süreliğine de olsa onu terk etmesiyle yaşadığı travmanın haz duyduğu bir deneyime dönüşümü olarak yorumlanabilir. Freud bu durumu ise travmatik durumların takıntılı tekrarı olarak adlandırmıştır (Elkonin, 2005).

Oyunda kullanılan nesne ya da üstlenilen rollerden çok; çocuğun oyun sırasındaki duyguları, arzuları ve güdüleri önemlidir. Çocuğun doktor ya da itfaiyeci olmasına değil, sembolize ettiği travmatik duruma bakılmalıdır. Çocuğun oyunu çok çeşitli temalara sahip olsa da tek bir travmayı, dayanılmaz duyguyu, bastırılmış arzuları ya da dürtüleri sembolize edebilir. Bu nedenle, Freud’un pek çok psikoloğu etkileyen bu

görüşü, oyunun bir teşhis aracı ve bir tedavi yöntemi olarak kullanılmasına ön ayak olmuştur (Elkonin, 2005).

Freud’un oyun konusundaki düşüncelerini özetleyecek olursak, çocukluk sürekli yaşanan travmalarla dolu olduğu için oyun dönemidir ve oyun bu travmaların getirdiği katlanılmaz duyguların (tekrar yoluyla) üstesinden gelinmesinin ve kontrol altına alınmasının tek yöntemidir. Çocuk dayanılmaz duyguları oyun yoluyla tekrarlayıp asimile ettiği için, bir çocuk ne kadar oyun oynarsa travmatik nevrozlar geçirme riski o kadar azalmaktadır. Freud’a göre, çocukların ilkel oyunları ile insan ruhunun en yüksek dışavurumu olan kültür ve sanat, toplum ve medeniyetin insanın dürtülerine karşı koyduğu bariyerleri aşmanın tek yoludur (Hughes, 2010).

2.2.2.2. Jean Piaget (Bilişsel Teori)

İsviçreli psikolog Jean Piaget (1896-1980) oyun konusunu benmerkezcilik ile birlikte ele almıştır. Piaget; oyunun, çocukluğun en erken dönemindeki otistik düşünme ile yetişkin dünyasının gerektirdiği mantıksal düşünme arasında gidip gelen düşünme biçiminin en çarpıcı tezahürü olduğunu düşünmüştür (Piaget, 1960).

Piaget oyunu, alıştırma oyunları, sembolik oyun ve kurallı oyunlar olmak üzere, tek bir diziyi oluşturan üç temel yapıya bölmüştür. Hepsinin ortak noktası özümsemenin (assimilation) hakim olduğu davranış biçimleri olmalarıdır. Farklılaştıkları nokta ise her bir gelişimsel düzey gerçekliğinin farklı şemalar yoluyla özümsenmesidir. Yani çocuğun belli bir gelişim düzeyindeki düşünce yapısı, ayrıca onun oyun yapısını da oluşturur; çünkü oyun, gerçeğin mevcut düşünme yapısına özümlenmesinden başka bir şey değildir (Elkonin, 2005).

Piaget’ye göre sembolik oyun çocuktaki oyun gelişiminin en üst noktasıdır ve çocuğun hayatında çok önemli bir işleve sahiptir. Sürekli yetişkin dünyasına adapte olmaya zorlanan çocuk, bu tür bir adaptasyon aracılığı ile egosunun duygusal ve hatta

entelektüel gereksinimlerini karşılayamadığı için gerçeklere uyum sağlamak yerine gerçekleri kendi egosuna göre özümseyerek denge kurmaya çalışır ve oyun oynar. Piaget sembolik oyunların genellikle cinsel ilgiler, kaygıya karşı geliştirilen savunmalar, fobiler, agresiflik, tehlikeden kaçınma, risk ya da rekabet gibi bilinçdışı çatışmalara dayandığını da belirtmekte ve Freud’un psikanalitik kuramıyla benzerlik göstermektedir.

2.2.2.3. Lev S. Vygotsky

Rus psikolog ve sosyal gelişim kuramının babası Lev Semyonovich Vygotsky (1896-1934) diğer oyun teorilerinden farklı olarak çocuğun gelişiminin çocuğun içinde yaşadığı sosyo-kültürel ve tarihi ortamdan bağımsız olarak anlaşılamayacağını savunmuştur (Hughes, 2010). Dolayısıyla, çocuğun oynadığı oyunlar farklı sosyal ortamlarda ve çocuğun çevresindeki diğer bireylerle olan etkileşimi dikkate alınarak incelenmelidir. Örneğin, yetişkinlerin, oyunu yönlendirmeden, açık uçlu sorular sorarak ve olasılıklar hakkında sesli düşünerek verdiği sözel ipuçlarının çocukların oluşturduğu blokların karmaşıklık düzeyi üzerindeki etkisini inceleyen Gregory, Kim ve Whiren (2003), normalde yalnız başınayken hayal gücünden yoksun yaratılar ortaya koyan çocukların bu yardımı aldıktan sonra daha karmaşık blok yapıları inşa ettiği sonucuna varmıştır. Yani, oyun, çocuğun bir yetişkin ya da akran yardımıyla yalnız başına yapabileceklerinden daha fazlasını başarabileceği yakınsak gelişim alanını yaratmaktadır (Hirsh-Pasek ve ark., 2003). Bu doğrultuda, oyun gelişimi destekleyen bir olgudur (Arthur ve ark., 2012).

Vygotsky’ye göre çocuk oyunlarının özü hayali bir durumun, yani bir algı alanının yaratılmasıdır ve bu durum çocuğun davranışlarını ve hareketlerini gerçek dünyaya göre değil, bu hayali duruma göre uyarlamasına sebep olur. Bu hayali durumların içeriğine gelince, her zaman yetişkin dünyasından izler taşımaktadır. Bu hayali durumların ortaya çıkışı Vygotsky için çocuğun hayatında önemli bir dönüm noktasıdır; çünkü düşünce artık nesnelerden ayrılıp bağımsızlaşmıştır ve artık eylemlerin güdüleyicisi nesneler değil fikirlerdir (Hirsh-Pasek ve ark., 2003; De Haan, 2005).

Vygotsky’ye göre oyunun en anlamlı kısmı öz-kontrol becerilerinin uygulandığı bir ortam yaratmasıdır. Her oyunun kuralları vardır ve oyunu oynayanlar bu kurallara uymak için kendi eylemlerini kontrol etmek durumundadır. Çocuklar oyunun devam etmesi için gerçek hayatta kabul etmeyecekleri kısıtlamaları oyun içinde kabul edebilmektedirler. Böylece sosyal varlıkları için son derece önemli olan öz-kontrol kapasiteleri gelişir ve oyundaki öz-kontrolün kendi başına bile bir eğlence kaynağı olabileceğini öğrenirler (Vygotsky, 1978; Hirsh-Pasek ve ark., 2003).