• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL ÇERÇEVE

1.5. Post-Modern Bakış

Kelime anlamı “modernite sonrası” olarak bir tanımlama yapılabilecek olan Post-Modernizm uluslararası ilişkiler teorisinde ve dış politikada özellikle 1980’den sonra etkili olmaya başladı. Post-Modernist teori temel olarak gücün yani devlet uluslararası alanda ve kendi içsel konumunda sorunları çözmede yetersiz kalacağını savunmaktadır. Dış politika oluşturmada tek başına egemen bir devletin etkin olamayacağını dolayısıyla bu sürece uluslar üstü organizasyonların ve kuruluşların dâhil olarak uluslararası ilişkilerin belirlendiğini iddia etmektedir. Egemenliğin hedefleri olan kimlik (identity) ve süreklilik (continuity) gibi kavramların aksine devlet dışı aktörlerin dış politika ve uluslararası sistemdeki baskı rolüne dikkat çekmektedir. Post-Modernist dış politika yaklaşımının günümüzün en önemli bütünleşme hareketi olan Avrupa Birliği (AB) ekseninde bir analizi yapılabilir.

AB süreci temelinde ortak ve bütün bir Avrupa’nın meydana getirilmesi, ortak bir ekonomik, savunma ve dış politikanın uygulanması projesidir. Post-Modernist yaklaşım meydana gelen bu bütünleşmenin devletlerin kendi kimlik ve aidiyet anlayışlarından ve çıkarlarından ortak bir çıkarın hedeflendiği bir alana doğru kaydığını savunur. Öyle ki mevcut bütünleşme sürecine dâhil olan ülkelerden Brüksel’in kabul ettiği ortak politik kararların uygulanması beklenmektedir. Ortak bir politika belirlenirken devletlerin egemenlik ya da kimlik tartışmalarından öte de tüm üye devletlerin beklentilerini ve

çıkarlarını karşılayabilecek bir karar üzerinde anlaşılmaya çalışılacaktır. Üye devletlerin sürece katılımı hem kendi beklenti ve hedeflerini karşılayabilme hem de bu hedef beklentilerin birlik çatısı altında ortak bir amaç haline getirilmesine olanak sağlayacaktır. 27 tam üye ülkenin var olduğu bu birlikte tüm üye ülkelerin benimseyebilecekleri ve kendi iç kamuoylarını ikna edebilecekleri bir karar alma mekanizması içinde elbette ki devletlerin egemenlik ya da milli politika anlayışları belli bir ölçüde esneklik gösterebilecektir.

Tam ekonomik birlik modelinin en önemli göstergelerinden biri tek bir merkez bankası ve ortak bir para birimi kullanımıdır. Bu kapsamda AB çatısı altında kurulan Avrupa Merkez Bankası (The European Central Bank) ortak para birimi Avro (Euro) birlik içinde kullanılmaya başlanmıştır. Ortak para biriminin kullanılmaya başlanması birlik anlayışının sağlamlaştırmasının önemli bir adımı olmasına karşın birlik içinde ve ülkelerin kendi iç politikalarında karşı bir muhalefete de sahne olmuştur.19 Bazı üye devletler milli para biriminden ortak para birimine geçmeyi reddederken Avro’yu kullanmaya başlayan ülkelerde de iç politikada ekonomik olarak bağımlılığın ülkenin mali yapısını zedeleyeceği muhalefetine yol açmıştır.20

Post-Modernist teori Michel Foucault’un öne sürdüğü güç (power) ve bilgi (knowledge) arasındaki ilişkileri temel alan bir çizgi izlemektedir. Öyküsel bir metot kullanarak dış politikayı anlamaya çalışan postmodern teori tek bir gerçek olduğu fikrine karşı çıkmaktadır. Gerçeği anlamak ve öğrenmek için tarihsel tecrübe ve bilgilerin incelenmesi gerekir (Foucault, 2006:1984). Foucault Realistlerin iddia ettiği gibi bilginin güçten etkilendiği tezini reddederek “aslında gücün bilgiyi ürettiği” iddiasını savunmaktadır (Smith, 2001:240). “Güç [teriminin] yorumu basitçe taraflar arasındaki bireysel ya da ortaklaşa bir ilişki değildir; güç belirli eylemlerin diğerlerini değiştirdiği bir yoldur” (Foucault, 1982:788). Bilgi ve gücün sürekli olarak birbiri ile etkileşim

19 01 Haziran 1998 tarihinde kurulan Avrupa Merkez Bankası, ortak para birliğine dâhil olan ülkelerde faiz oranını belirlemek ve ortak para birimi olan Avro’nun değerinin korunması ve ortak bir para politikası oluşturulmasını amaçlamaktadır. 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren Avrupa Birliği’nde Avro fiili olarak dolaşıma girmiştir. Birliğe tam üye ülkelerden Đngiltere, Đsveç ve Danimarka ortak para birliğine geçmemişlerdir. Monako, San Marino ve Vatikan AB üyesi olmamasına karşın, yapılan anlaşmalar çerçevesinde Avro kullanmaktadır. Andorra, Karadağ ve Kosova ise AB ile herhangi bir anlaşma yapmaksızın Avro kullanmaya başlamıştır.

20 Özellikle Almanya’da Avro’nun kullanılmaya başlanmasıyla birlikte ülke ekonomisinde ciddi problemler yaşanmıştır. Enflasyon oranında yaşanan artışa paralel olarak alım gücündeki düşüşlerin yaşanması Avro’nun kullanılmasına ve ortak para birliğine tepkiler artırmıştır.

içinde olduğunu iddia eden postmodern yaklaşım bazı söylem ve gerçeklerin bazılarına nasıl baskın gelmektedir sorusuna gücün etkili olduğu cevabını verir (Smith, 2001:240). “Post-Modern yaklaşım yeni bir şey inşa etmek yerine, var olanı sarsmayı ve böylelikle onun insan üzerindeki otoritesini yıkmayı amaçlamaktadır” (Đnat ve Balcı, 2007:275). Gücün ile özgürlük arasındaki ilişki ise baskın olanın diğerini ortadan kaldırdığı bir etkileşim olarak görülebilir. Güç ile özgürlüğün yüz yüze karşı karşıya geldiği bir durum yoktur, çünkü gücün var olduğu yerde özgürlük kaybolur (Foucault, 1982:790). Güç ilişkileri sosyal bağlantıları olan ilişkilerdir. Diğer bir deyişle bir toplum içinde yaşamak farklı eylemlerin de olabileceği muhtemel bir ortamda bulunmak demektir. “Güç ilişkileri olmayan bir toplum ancak bir soyut bir [toplum] olabilir (Foucault, 1982:791).

Postmodern uluslararası ilişkiler teorisi dış politikada metin ve söylem analizi üzerinde durmaktadır. Bu akımın içinde yer alan bazı akademisyenler Richard Ashley (1984), Rob B.J.Walker (1998), James Der Derian ve David Campbell’dir. Postmodernist düşünürler uluslararası ilişkiler teorisine soykütük, iktidar-bilgi, yapıbozum ve ikili okuma gibi kavramları dâhil ederek dış politikaya yeni bir bakış açısı kazandırmışlardır. Richard Ashley, Neo-Realizmin devlet eksenli, statükocu fikirlerinin metinlerinin yapıbozum süreci ile önüne geçilebileceğini düşünmektedir. Ayrıca Ashley egemenlik kavramını da bu yapıbozum sürecine dâhil etmiştir. Campbell ise bu postmodern teorileri güvenlik bağlamında değerlendirmiş ve güvenliğin Realistlerin düşündüğü gibi devlet eksenli bir politika aracı olarak düşünüldüğü zaman uluslararası politikayı sorunlu hale getirdiğini düşünmektedir. “Campbell’in çıkış noktası dış politikanın devlet kimliğini üreten ve güçlendiren bir işleve sahip olduğu iddiasıdır ve ona göre dış politika ve kimlik arasında doğrudan bir ilişki vardır” (Đnat ve Balcı, 2007:280). Campbell’e göre bu ilişkinin tarihsel ve teorik altyapıya sahiptir ve dış politika “daha önce var olan devletler ile sağlam kimlikler arasında bir köprüdür” (Campbell, 1998:61).

Dış politika kavramını aslında dış’a karşı iç’i koruma eylemi olarak algılayan postmodern bakış açısı eldeki pratiklere ve bu pratiklerin ilişkilerine odaklanmaya başladı (Balcı, 2007). Postmodern yaklaşımda metinsel analizin yanında dış politikanın diplomatik yönünü elen alan James Der Drian ise diplomasinin tarihsel kökeni

iddialarını reddeder ve diplomatik söylemlerin kimlik inşası yönünü ortaya çıkarır. Derian’ın vurguladığı dış politikanın diplomasi yönü ise aynı zamanda dış politikanın pratik yönüne işaret etmektedir. Bir nevi dış politikanın uygulama şekli olan diplomasi uluslararası ilişkilerde dış işleri bakanlıklarının ve diplomatların eliyle yürütülen söylem ve eylemler bütünüdür. “Diplomasi, genel bir ifadeyle, dünya politikasında yer alan devletler ve diğer birimler arasındaki ilişkilerin resmi birimler tarafından barışçı bir

şekilde yürütülmesidir” (Dağı, 2007b:288). Uluslararası sistemde devletlerin yanında uluslararası kuruluşların ve hükümet dışı organizasyonların da sürece dâhil olmasıyla birlikte diplomasinin de tanımı ve işlevi genişlemiş ve uluslarüstü (supranasyonal) bir anlam kazanmıştır. Öte yandan Jane Kroger (2005) bir tek görüş ve düşüncenin herkes için geçerli olamayacağı düşüncesinden hareketle postmodern teoriye eleştirel bir bakış açısı getirmiştir.

Nicholas Shackel ise Foucault’un gerçeğe ilişkin tanımlamaları ve gerçeğin sosyal bir altyapısı var olduğunda gerçek olarak kabul edileceğine fikrine karşı çıkmaktadır. Foucault’a göre gerçek söylemlerin bir dağılımı, düzenlenmesi ve üretimi sistemidir. Shackel’e göre gerçeğin bilimsel açıklamalarının ve kanıtlarının yanında Foucalult’un görüşleri arasındaki çoğu zaman çelişki yaşanmaktadır. Foucault ise bu çelişkiyi kendi iddialarından vazgeçmediği takdirde açıklayamamaktadır (Shackel, 2005:303). Heikki Saari ise Postmodernist teorinin öyküsel yorumlamasının çözülmemiş güç sorunlarla kuşatıldığını düşünmektedir (Saari, 2005:18). Saari’ye göre tarihsel yorumlamalar geçmişte yaşananlarla ilgili olarak ancak yorum yapan tarihçilerin aktardığı biçimde yansıtır. Biz tarihle ilgili olarak yaşananların ve ortaya sunulan belgelerin gerçek olup olmadığını bilemeyiz (Saari, 2005:18). Tarihçiler ise çalışmalarını ve öykülerinin birer kanıtı olarak sunmakta ve öykülerinin ve aktarmalarının tarihi işaret ettiğini savunmaktadırlar.