• Sonuç bulunamadı

Minsky’nin Kamu Ġstihdam Stratejisi YaklaĢımı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.2 Minsky’nin Kamu Ġstihdam Stratejisi YaklaĢımı

Keynes (1973)‟e göre kapitalist ekonomilerde girişimciler kaçınılmaz olarak belirsizlik problemiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Yatırım yapanlar, yatırımın ne kadar kar getireceğini bilememektedirler. Finansal piyasaların temel işlevi ise yatırımların likiditesini arttırarak bilinmezlikten kaynaklanan problemleri azaltmaktır. Finansal araçların göreli olarak derinliği olan piyasalarda serbestçe el değiştirdiği durumlarda, likit olmayan yatırımlar, kurumsal ve teknolojik yapının izin verdiği ölçüde hızlı bir şekilde nakit veya likit varlıklara çevrilebilecek finansal haklara dönüşebilmektedir. Buna karşın, Keynes‟e göre varlıkların likiditesi kapitalist ekonomilerin istikrarı için ciddi problemler yaratmaktadır. Piyasa aktörlerinin firmaların uzun vadeli üretken kapasitelerini öngörmek yerine kısa vadeli piyasayı öngörmeye dayanan davranışları, likit finansal piyasalarla birlikte hareket eden istikrarsızlığın temel kaynağı olmaktadır. Piyasaların kısa vadeli, geçici bilgiye dayalı olarak çalışması nedeniyle piyasalar sürü psikolojisiyle hareket etmektedir. Dolayısıyla, Keynes‟e göre yüksek likit finansal piyasalar, spekülasyon ve istikrarsızlık eğilimi taşımaktadır (Işık, 2010, s: 301-302).

Büyük ölçüde Keynes‟ten esinlenen Minsky (1986: 99)‟e göre ana akım iktisat, kapitalist bir ekonomiye özgü olan içsel istikrarsızlığı açıklayan tatmin edici bir teoriye sahip

olmamaktadır. Minsky‟e göre ana akım iktisadın en büyük çıkmazı, Keynes‟in ifade ettiği gibi yaşadığımız dünyanın ekonomi problemlerini analiz etmek yerine soyut bir ekonomi tasavvuruyla mevcut kurumları ve finansal uygulamamaları ihmal etmesi olmaktadır. Dolayısıyla ana akım iktisat kurumsal faktörleri dikkate alması nedeniyle de ekonomide yaşanan dalgalanmaları ve finansal kırılganlıkları açıklayamamaktadır. Minsky‟e göre ihtiyaç duyulan teori, kapitalist sistemin doğasından kaynaklanan finansal yapılardaki değişimleri ve kırılganlıkları açıklayacak olan teoridir. İşte bu noktada Minsky, Keynes‟in radikal ve ayırt edici analizini takip ederek argümanlarını kurmaktadır (Işık, 2010, s: 302).

Fiyat seviyesi istikrarı, istihdam ve büyüme arasında değiş tokuş olduğunu gösteren dikkate değer miktarda çalışma var olmaktadır. Politika önerileri; para ve mali politika önerilerinde muazzam ve mantıklı seçiciliği, yüksek seviyede istihdam düzeyine götürücü ve büyümede artışın, fiyat seviyelerinde artışa sebebiyet vermeden var olabileceği etkisini yansıtmaktadır. İşsizliğin olduğu sektörlerde artan talep, büyümeye eşlik eden gerekli yeniden kaynak dağılımını geciktirmektedir. Bu çok önemli bir zayıflığı göstermektedir: Enflasyon ve büyümedeki farklılıkların halledilmesi gerekmektedir. Ekonomik büyüme genel ve toplam olarak, enflasyon ile birlikte işleyen piyasa süreci ile analiz edilmektedir. Hatta fiyat seviyelerinin artışını minimize etmek için tanımlanmış bazı seçici tanımlamalar da büyümeyi tersine çevirecek belli bir işsizlik seviyesi ile var olmaktadır, ancak ekonominin yapısal karakteristiklerinin, işsizlik, büyüme ve fiyat seviyesi arasındaki değişimi analiz etmesini sağlayacak ciddi bir yapısı var olmamaktadır (Minsky, 1961, s: 2).

Enflasyona alternatif açıklama iki temel yapı taşından oluşmaktadır, ekonomideki fiyat katılıkları kaynak dağılımı sürecinde etkin olmaktadır, “umumi maliyetler, toplam maliyetlerin bir oranı olarak savaş sonrası dönemde artmaktadır” (Minsky, 1961, s: 4).

Kaynak dağılımının enflasyon yaratma süreci iki önerme üstüne kurulmaktadır: Birincisi, fiyatlar ve ücretler yukarı doğru esnektir ve ikincisi ekonomik değişimler dengesizdir. “Eğer talep ve arz yaklaşık olarak ekonomide bütün sektörlerde aynı oranda büyüyorsa, toplam talepteki artış, toplam arzdaki artıştan daha hızlı olmuyorsa, talep itkili enflasyon ortaya çıkmayacaktır. Eğer diğer şekilde farklı sektörlerde, arzla bağlantılı farklı talep artış oranları ortaya çıkıyorsa, arz ve talebin aynı oranda artmasına nazaran, talep itkili enflasyon ortaya çıkabilir”. Bütün fiyat artışları, talepten güç alan bir şekilde ya da otonom fiyat artışları yönetiminin fiyatları yukarı itişinden kaynaklanmayabilir (Minsky, 1961, s: 4). Talep artışının genişlediği sektörlerde ki fiyat artışları, diğer sektörlerde ki girdilerin maliyetlerinin artışından da kaynaklanabilmektedir. Maliyetler arzın genişlediği sektörlerde arttıkça, fiyatlar da maliyet artışlarının miktarıyla bağlantılı olmayacak şekilde de artabilmektedir. Bununla bağlantılı olarak, talebin genişlediği sektörler vasıtasıyla karakterize

edilen enflasyonda, fiyatlar, talebin ve arzın genişlediği miktarda artmaktadır (Minsky, 1961, s: 4). Girdi olarak kullanılan malların maliyetlerinde ki artışla itki kazanmış enflasyon görünümünde, işgücü maliyetleri de, arz genişlemesi ile birlikte artacaktır. Sektörel işgücü arzındaki artışa rağmen ücretlerdeki artış, ticari birliklerin varlığıyla bağlantılı bir ilişki göstermektedir. İşgücü başına düşen çıktı, işgücünün moraline bağlı olmaktadır, eğer ücretler komşu sektörlerde yükselirse, işçilerin içerlemesi ve kıskanması ile birlikte, çıktı arzını arttırmış olmalarına rağmen, kişi başına saatlik üretimde verimliliklerini azaltmaya doğru gideceklerdir. Yönetimdeki modern kısıtlar veri kabul edildiğinde, işgücü başına düşen maliyetlerin artışı morallerin yenilenmesi ile engellenir. Bunu takiben “ çoğu endüstrideki ücret oranları kazançları, diğer endüstrilerdeki artış oranlarıyla neredeyse aynı olacaktır” (Minsky, 1961, s: 4).

Farz edelim ki bir sonraki periyotta tekrar talep kayması yaşansın, dolayısıyla talep artışları arz artışlarının önüne geçmiş olsun ve talep artışı olan sektörde de talep azalışı olsun, var sayımsal olarak karşılıklı hareket eden talep kaymaları tam mükemmel olmayan veri faktör hareketliliği varlığında fiyat artışlarına sebep olmayacaktır. Ancak fiyatlar ve ücretler eğer aşırı talep artışı sonucu birlikte artmaz ama yükselmekte olan talebe bir cevap olarak fiyatlar artmaya devam ederse, bu şekilde olan karşılıklı talep kayması hareketi, yavaş ve sürünerek artan fiyatlar yaratacaktır. Diğer bir deyişle, talebin genişlediği sektörlerde artan fiyatlar sonuç olarak arzı genişleyen sektörlerde maliyetlerin artışına sebep olmaktadır, bu şekilde karşılıklı hareket eden bir dişli yaratılmış olmaktadır, başarılı fiyat artışları talep artışlarına eşlik ederek, devamlı artış halinde olan fiyatlar düzeninden kurtulunmuş olunmaktadır (Minsky, 1961, s: 4). Minsky‟e göre ekonomik amaç, yüksek büyüme oranlarına ulaşma ve işsizliği düşük bir ortalama seviyeye geriletme etrafında toplanmış olmalıdır. Eğer mekanizmada enflasyon meyli yaratılmış ise buna bağlı olarak kaynakların tahsisatı, talepteki değişimlere bağlı olarak yapılacaktır, ardından kaynakların artışını gerektiren büyüme süreci enflasyonla sonuçlanacaktır. Tek alternatif görünümü sergileyen kaynaklardaki kayma, büyük bir işsizliğe bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat belirtilmelidir ki sektörel kapasite aşımı, geliştirilmesi gereken öncü sektörlerin büyüme sürecine nazaran, küçükte olsa var olan sektörlerde genişleyen yatırım olarak ortaya çıkmaktadır (Minsky, 1961, s: 7).

Çalışmalar göstermektedir ki kaynak dağılımı sürecinde enflasyonist bir eğilimin olduğu bir ekonomide “ hangi kamu politikasının, büyümeyi, fiyat istikrarını ya da yüksek istihdamı hedef alacağıyla ilgili bir ikilem var olmaktadır”. Bu durumda üç tane kamu politikası tanımı yapılmaktadır:

1) Dinamik uyarıcılar vasıtasıyla, genişleyen sektörlerde, seçici kredi ve mali araçlarla, genişletilen talebin, kaynakların yeniden dağıtımı vasıtasıyla limitlenmesi.