• Sonuç bulunamadı

D. Mezhebinin Hükmü ile Rivayet Arasında Tercih

1. Mezhebin Hükmünü Tercih Örnekleri

Abdeste başlarken Allah’ın isminin anılmasıyla ilgili zayıf bir rivâyeti “ﻞﻴﻗ” lafzıyla aktardıktan sonra Ebû Dâvûd’un Sünen’inde geçen, “Abdesti olmayanın

656 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 18-19. 657 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 307.

namazı; öncesinde Allah’ın ismini anmayanın ise abdesti yoktur.” hadisini zikreder. Daha sonra ise “Hadis, senedindeki kopukluk sebebiyle zayıf görülmüştür. Ancak bize göre bu, mürsel gibidir ve râvîleri âdil ve sika olduktan sonra zarar vermez. İbn Mâce Kesîr b. Zeyd’den O da, Rabîh b. Abdurrahman b. Ebî Saîd’den, O da babasından, O da Ebû Saîd’den riyavet etti ki Rasululah, “Öncesinde Allah’ın ismini anmayanın abdesti yoktur.” buyurdu. Rabîh tanınmadığı için hadis illetli sayıldı. Biz bu konuda Ebû Zür’a’nın “Rabîh şeyhtir.” sözüne katılıyoruz. İbn Ammar, “sikadır” derken; Bezzâr da “O’ndan Füleyh b. Süleyman, Abdulaziz b. Derâverdî, Kesîr b. Zeyd ve başkaları rivâyet etmiştir.” der. Esrem ise “Abdestte besmeleyi Ahmed b. Hanbel’e sordum. Bu konudaki rivâyetlerin en iyisi, Kesîr b. Zeyd’in rivâyetidir. Bu konuda sağlam bir hadis bilmiyorum. Yanlızca abdestle yetinilmesini uygun görürüm. Çünkü konuyla ilgili üzerine hüküm bina edilecek bir hadis yoktur, dedi.” demektedir658. Bu alıntıların ardından İbnü’l-Hümâm, abdest almadan önce besmele çekmekle ilgili uzun uzadıya açıklamalar yapar. Ahmed b. Hanbel’den aktardığı bilginin aksine, abdestte besmelenin gerekli olduğuna inanan İbnü’l-Hümâm, öncelikle Peygamberimizin abdest alırken ya da teyemmüm yaparken kendisine selam verenlerin selamını almadığı ve “Temizlenmeden sizin selamınızı almak istemedim.” anlamındaki sözlerini içeren dört hadis zikreder. Efendimizin selam almayışı ile abdest öncesinde besmelenin aynı hükme tabi olması gerektiğini iddia eden ve bu hadislerin meşhur ve sağlam oluşu daha önce zikredilen tesmiye hadisinin de zayıf oluşu ile ilgili itiraza da cevap verir: “Tesmiye hadisinin zayıf olduğu iddiası kabul edilmez.” der. Çünkü İbnü’l-Hümâm, yukarıda da belirtildiği üzere senetteki inkıtâ’ın irsâl gibi olduğuna inanır ve ona göre râvîleri âdil ve sika ise inkıtâ hadise zarar vermez659. O’na göre “Bu konudaki hadisler

arasındaki ihtilaf da gerçek bir ihtilaf değildir. Çünkü her ne kadar abdestsiz olarak Allah’ın adını zikretmek uygun değilse de, tam bir abdestin alınması için hasen hadisle meşru kılınan bir uygulama da mekruh olamaz. Sahâbîlerin Peygamberimizin abdestini anlatırken besmeleyi zikretmemiş olmaları, besmelenin çekilmeyeceğini göstermez. Çünkü râvî bazen önem verdiği unsuru zikreder diğerlerini unutabilir. Peygamberimizin abdesti anlatılırken, misvak ya da âzâları ovalama her zaman için anlatılmayabilir. Nasıl ki bunlar anlatılmasa bile bunların sünnet olduğunu inkar etmiyorsak, besmele

658 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 18. 659 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 18.

anlatılmadı diye de bunu inkar edemeyiz660. Burada İbnü'l-Hümâm’ın hadisleri değerlendirirken hadis alimlerinin bir kısım sözlerini âdeta görmezden gelip, mezhebinin görüşünden etkilendiği ve hadisçi gözüyle bakamadığı söylenebilir.

İbnü’l-Hümâm namazda sesli gülmenin abdesti bozacağı ile ilgili kimi mürsel, kimi müsned pek çok haber zikreder. Bu haberlerden bir tanesi Zeylaî’nin de kitabına aldığı, Bakıyye hadisidir661. Hadisin ardından Nasbu’r-Raye’de Zeylaî’nin İbnü’l- Cevzî’den isim vererek yaptığı alıntıyı İbnü’l-Hümâm isim vermeden bize aktarır662. Bu alıntıda; Bakıyye’nin tedlisle ta’n edildiği ve zayıf kimselerden hadis alıp bu kimselerin ismini hazfettiği eleştirisi yer almaktadır. Ancak İbnü'l-Hümâm, Bakıyye’nin bu hadiste açık tahdîs lafızlarını kullanması, eğer yalancı değil ve açıkça tahdis lafızlarını kullanıyorsa, tedlîs töhmetinin kalkmasıyla çürütüleceğini söyler. İsim vermeden ve karşıt hiçbir görüş serdetmeden zikrettiği bu alıntı, İbnü’l-Hümâm’ın kendi görüşü olarak algılanabilir. Zaten O, bu hadisi zikredip ardından da bu bilgiyi aktarırken bir bakıma râvî ile ilgili gelebilecek muhtemel eleştirilere karşı kendi delilini peşinen sunma amacındadır. Bu hadisin kitapta zikredilmesi ve yapılan alıntı İbnü’l- Hümâm’ın hadislere sahih hükmü verme konusundaki çabasının bir göstergesi olabilir. İbnü’l-Hümâm’ın zayıf da olsa hadisi âtıl bir biçimde bırakmak yerine, bir şekilde onunla amel etmek ilkesini benimsediği ve bu yolda çaba harcadığı görülmektedir. Râvîleri âdil ve sika olduğu sürece inkıtânın zarar vermeyeceği prensibi, zayıf hadislerin tarikları arttıkça güçleneceği prensibi ve farklı hadislerde bilgi verildiği halde Efendimizin uygulamasında anlatılmayan bazı ayrıntılardan dolayı o hadisle amelin nefyedilmeyeceği prensibi, aslında onun hadisleri i’mâl konusunda ne kadar titiz ve gayretli olduğunun göstergesidir. Ancak verdiğimiz bu son örnekte tedlis iddiasına rağmen tashîh çabası, hadis ilminin prensiplerinden uzaklaşma sayılabilir.

İmama uyanın, imam arkasında kırâati konusunda “İmam tekbir aldığında tekbir alınız.” hadisini “İmam okuduğu zaman da susunuz.” ilavesiyle rivâyet eden Müslim’in bu hadisine Ebû Dâvûd ve başkalarının zayıf hükmünü verdiğini aktarır. Ardından da “Tarîkı sahih, râvîleri sika olduktan sonra zayıf hükmüne iltifat edilmemiştir. Çünkü bu makbûl olan şâzzdır.” der663. Oysa Zeylaî’nin naklettiğine göre664 Buhârî, bu hadisin

660 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 19,20.

661 Zeylaî, a.g.e. I, 48; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 53. 662 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 53.

râvîlerinden Süleyman et-Teymî’nin Katade’den, Katade’nin de Yunus b. Cübeyr’den duyduğuna dair herhangi bir semâ lafzının kullanılmadığını, ayrıca Hişam, Saîd, Ebû Avâne, Hemmâm, Eban b. Yezîd ve başkalarının bu hadisi “İmam okuduğu zaman da susunuz.” ziyâdesi olmadan zikrettiğini söyleyerek, söz konusu ziyâdenin şâzz ve merdûd olduğuna işaret eder. Zeylaî, Beyhakî’den nakille Ebû Dâvûd, Ebû Hâtim, Yahyâ b. Maîn, Hâkim ve Darakutnî’nin bu ziyadesinin hata olduğu ve mahfuz olmadığı konusunda görüş birliği içinde olduklarını nakleder665. Zeylaî’nin Nasbu’r- Raye’sini ilk kaynak olarak kullanan ve oradan alıntılar yapan İbnü’l-Hümâm’ın bu bilgileri görmemesi ya da görüp de gündeme getirmemesi mezhep görüşünü tercihin bir örneği olarak değerlendirilebilir.

“Her dindar ve günahkârın arkasında namaz kılınız.” hadisi senetteki inkıta sebebiyle zayıf sayılmıştır666. Aynı senet için İbnü’l-Cevzî el-Ilel’de inkıtâın yanısıra senetteki Muâviye b. Salih’i de illetli görmüştür. Hadisin diğer senetleri ve benzer metinlerini de veren Zeylaî’nin aktardığı bilgilere göre hadislerin pek çoğu “çok zayıf” hükmü verilebilir durumdadır. Ancak İbnü’l-Hümâm hiçbir şart zikretmeksizin “Bu anlam, Dârakutnî, Ebû Nuaym ve Ukaylî nin farklı tariklarıyla rivâyet edilmiştir, ancak hepsi de bazı râvîleri nedeniyle zayıf görülmüştür. Böylece hadis muhakkıklara göre hasen derecesine ulaşır.” der667. Bir başka yerde ise “Sen biliyorsun ki zayıf rivâyetlerin tarikları fazla ise delil olur.” diyerek668 rivayetleri çok zayıf kılan unsurları göz ardı ederek hüküm verir.

“Herhangi bir özrü olmadan üç defa cumayı terk edeni Allah münafıklardan sayar.” hadisini aktaran İbnü’l-Hümâm, hadisin Taberânî’nin el-Mucemu’l-Kebîr’inde Câbir el-Cu’fî’nin rivâyeti olarak geçtiğini bildirir ve “Fakat şahitleri vardır. Bu nedenle de Cabir’in zayıf olması hadise zarar vermez” der669. Râvî Cu’fî, Ebû Hanifeye

göre kezzâb, şiaya göre güvenilir durumdadır670.

664 Zeylaî, a.g.e. II, 20-21.

665 Zeylaî, a.g.e. II, 17. 666 Dârakutnî, Sünen, II, 57.

667 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 361. 668 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 254. 669 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 48.

670 İbn Ebî Hâtim, Cerh ve Ta’dîl, II, 497; İbn Adiyy, Kâmil, II,113 ve geniş bilgi için bkz. Fığlalı, Ethem Ruhî, “Câbir el-Cu’fî”, DİA, VI, 532.

Çoğu zaman harfi harfine alıntılar yaptığı Zeylaî’nin verdiği bilgileri, neredeyse delil olarak gören İbnü'l-Hümâm’ın senedinde Ebû Hanîfe’nin bulunduğu bir rivâyetle ilgili Zeylaî’nin naklettiklerini özetleyerek ve bir kısmını da görmezden gelerek nakletmesi önemlidir. Hidâye müellifinin zikrettiği “Müslüman toprağında öşür ve haraç birleşmez” hadisi ile ilgili olarak Zeylaî’nin naklettiklerinin bir kısmını nakleder. Oysa Zeylaî “Senette Yahya b. Anbese vardır. Hadisi İbn Adiyy Kâmil’de zikretmiştir. Beyhaki hadisin bâtıl oduğunu söyler, İbnü’l-Cevzî Mevzuât’ında zikretmiştir, İbn Hıbbân bu sözün Rasûlullah (s.a)’a ait olmadığını, Yahya b. Anbese’nin deccal olduğunu ve hadis uydurduğunu söylemiştir.” gibi bilgilerle hadisin ihticâca elverişli olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir. Ancak bunlardan, bir kısmı İbnü'l-Hümâm tarafından nakledilmezken, bir kısmı da özetlenerek ve meçhul bir sıyga kullanımıyla yani şüphe ile verilmiştir. Çünkü hadis mezhebin kullandığı, senedinde de Ebû Hanîfe’nin geçtiği bir rivâyettir671. Aslında hadise münker, çok zayıf ya da batıl gibi hükümler vermek mümkün iken; İbnü'l-Hümâm’ın bu hadisi delil olarak kullanma düşüncesi mezhebinin görüşünden etkilenerek değerlendirme yaptığının işareti olarak değerlendirilebilir. Yukarıda verildiği şekliyle özet bir biçimde Yahya b. Anbesenin durumuna değinen İbnü'l-Hümâm, hadisin kullanılması için savunma yapar ve bu bilginin bazı tabiinin sözü olarak da aktarıldığını söyler. Sonuç olarak söylediği ise daha ilginçtir. “Bu tartışmanın sonucu senin de göreceğin üzere, hadisi raf’ etmeyen bazı tâbiûnun görüşünü nakletmekten başka bir şey değildir. Böylece bu, mürsel hadis olmuş olur.” Açıkça söylemese de İbnü'l-Hümâm’ın söylemek istediği mürselin de delil olduğu sonuç olarak da mezhebinin görüşünün isabetli olduğudur. Karşıt görüş sahiblerine itiraz sadedinde de “İbnü’l-Mübârek diğer çoğunluğun görüşü olarak haraç ve öşrün birleşebileceğini nakletmiştir. Bu ise istidlâl değil, mezhebin görüşünü nakletmektir.” Diyerek, diğerlerinin de bir delili olmadığını söyler672. Oysa karşı tarafın

da naklî bir delili yoksa İbnü'l-Hümâm gerektiğinde akli delillerle ya da sahabe ve tâbiûn’un görüşüne müracaat ederek mezhebinin görüşünü savunması beklenirdi. Bu şekilde bir istidlal ve tartışma senedinde mezheb imamının geçtiği, ancak olabildiğince zayıf bir metni savunmaktan daha insaflı bir yol olmalıdır.

671 Zeylaî, a.g.e. III, 442; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VI, 38-39. 672 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VI, 38-39.

Mezhepler arasında en tartışmalı konulardan biri olan namaz içindeki tekbirlerde elleri kaldırma konusuna İbnü’l-Hümâm’ın da kitabında geniş denebilecek bir yer ayırdığını ve çelişkili görünen hadisleri aktarıp doğru sonuca ulaşmaya çalıştığını görüyoruz. Hadislerle ilgili verdiği bilgi ve yorumlardan anladığımız kadarıyla bu konuda da ilk başvuru kaynağı Nasbu’r-Râye olmakla birlikte Tahâvî’nin Şerhu Maâni’l-Âsâr’ından da yararlanmıştır673.

Birbiriyle çelişen pek çok rivâyeti değerlendirmeleriyle birlikte nakleden İbnü’l- Hümâm bu halli zor meseleyle ilgili olarak kendi yorumunu ekleyerek konuyu sonlandırır. O’na göre; konu hakkında söylenenler çok uzundur, ancak tüm bu söylenenlerin sonunda kesinleşen Rasûlullah (s.a)’ın hem ellerini kaldırdığını, hem de kaldırmadığını ifade eden rivâyetlerin sabit olduğudur. Bu teâruz durumunu gidermek için tercihe ihtiyaç vardır. Tarafı olduğu görüşün tercihe şayan olduğu açıktır. Çünkü bu, namaz içinde mübah olan davranışlardır. Ancak elleri kaldırma fiilinin neshedildiği bilinmektedir. Bu görüş reddedilemeyecek bir biçimde sabit olmuştur. Bu, konuyla ilgili yeni bir hüküm getirmez, aksine; namazda gerekliliği konusunda icma edilen huşu kabilindendir. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin Evzai’ye söylediği gibi kendi görüşlerini destekleyen rivâyetlerin râvîleri daha faziletlidir. Abdullah b. Mes’ûd fıkhı bilmeyen Vâil b. Hucr’dan daha faziletlidir. Çünkü O, yolculuk ve ikâmet halinde Rasûlullah (s.a)’la birlikte olan ve şeriati bilen bir kimsedir.Tüm bunların sonucunda teâruz durumunda Abdullah b. Mes’ûd’un rivâyetini tercih etmek, onun garîb kaldığı bir rivâyeti almaktan ya da her iki fiilin de sünnet olduğunu söylemekten daha evlâdır. Ancak yine de en iyi Allah bilir674.

Görüldüğü üzere İbnü’l-Hümâm konuyla ilgili hadisleri değerlendirirken hadisçilerin gösterdiği titizliği gösterip her bir rivâyeti senedleriyle birlikte ayrı ayrı değerlendirmek675 yerine, konuyla ilgili olarak mezhep imamından bir yoruma

dayanarak, kendince en doğru sonuca ulaşmak istemiştir. Ancak bize göre yalnızca iki rivâyeti ve râvîlerini esas alarak yaptığı değerlendirme, teâruzu giderme konusunda pek de yeterli ve isabetli olmamıştır. Çünkü elleri kaldırmanın gerekliliğini anlatan rivâyet yalnızca Vâil b. Hucr’dan değil onun dışında, Ömer, Abdullah b. Ömer ve Muhammed

673 Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, I, 222-228; Zeylaî, a.g.e. I, 390-418. 674 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 320.

b. Amr b. Atâ kanalıyla da gelmiştir. Rivâyetlerin tamamı değerlendirme konusu yapılmadan nesih iddiası, çoğunluğu teşkil eden muhalifleri iknâ edecek güçte değildir.676 Nitekim İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) de bu meselenin mübah olan

ihtilaf kapsamına girdiğini söyleyerek677 neshin gerekli ve geçerli olmayacağına işaret etmektedir.

Bayram namazının hükmü Hanefî mezhebinin tercih edilen görüşüne göre vaciptir. Ancak sünnet olduğu ile ilgili rivâyetler de vardır. İbnü’l-Hümâm, vücub hükmüne sünnetten delil arar. Hidaye’de el-Camiu’s-Sağir’den aktarılan bilgiye göre; vacib oluşunun delili, Peygamber Efendimizin bunu hiçbir zaman terk etmemesi, sünnet olmasının delili ise bir Bedevi için Rasûlullah (s.a)’ın beş vakit namazdan başka namaz sorumluluğunun olmadığı sözüdür. Aslında bu alıntıda İbnü’l-Hümâm’ın itiraz etmesi gereken bir şey vardır ki, o da Rasûlullah (s.a)’ın bir şeye sürekli devam etmesinin o şeye vâcip hükmü vermek için yeterli olmayacağıdır. Çünkü bu konu ile ilgili olarak İbnü'l-Hümâm, özellikle sünnet müstehab ayrımı yaparken, sık sık bilgi vermiş ve süreklilik arzeden fiilleri sünnet olarak değerlendirirken, Rasûlullah (s.a)’ın devamlı olarak yapmayıp terk edebildiği fiilleri müstehab olarak değerlendirmiştir678. Ancak bu konuda ilave bir delil sunmadan Merğînânî’nin “Birinci görüş (vücub hükmü) daha doğrudur ifadesini “Rasûlullah (s.a) hiç terk etmeden sürekli devam ettigi için dirayet ve rivâyet açısından (daha doğrudur)” şeklinde onaylaması, daha önceki tesbitleriyle çelişmektedir. Aynı bakış açısıyla İbnü’l-Hümâm, kendi mezhebinde de bayram namazının sünnet oluşuna delil olarak kullanılan bedevi hadisini; “Ya çöl halkından olduğu ve orada bayram namazı kılma gibi bir ameli olamayacağından ya da bu olayın bayram namazının vücubundan önce gerçekleşmiş olabileceğinden dolayı (Rasûlullah (s.a) böyle söylemiştir)” diyerek sünnet degil de vücub hükmüne delil olarak kullanmakta ve mezhebinin görüşünü savunmayı tercih etmektedir679.

Alışverişte görme muhayyerliği ile ilgili olarak müellifin zikrettiği “Bir kimse görmediği bir şeyi satın aldığında, o şeyi görünce muhayyerdir. Eğer isterse alır isterse de bırakır.” anlamındaki hadisle ilgili olarak Zeylaî ayrıntılı malumat vermiştir. Hadisin mürsel bir yolla geldiğini ve rivâyet zincirinde zayıf bir râvînin olduğunu bildiren

676 Güler, Münâkaşalar, s. 90. 677 İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, I, 275.

678 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 33, 36, 70. 679 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 68-69.

Zeylaî merfû ve muttasıl olarak başka bir tariktan da geldiğini ancak râvîlerden Amr b. İbrahim el-Kürdî hakkında Dârakutnî’nin “Hadis uydurur.” dediğini aktarır. Bunlara ilave olarak Zeylaî’nin hadisi batıl olarak niteleyip hadisi Kürdî’den başkasının nakletmediğini ve İbnü’l-Kattan’dan nakille Kürdî’den alan râvînin bilinmediğini zikretmesine rağmen680 İbnü'l-Hümâm, bu hadisin kullanılması için mürsel olarak gelen tarikla ilgili olarak şöyle der: “Mürsel ilim ehlinin çoğuna göre hüccettir. İbn Ebi Meryem’in adaletinin bilinmemesi sebebiyle zayıf sayılması, onu zayıf sayanların dışındakilerin ilmini nefyetmez681.” Muttasıl senetle gelen rivâyetle ilgili olarak da şöyle der: “Bu, aynı zamanda İbn Sirin’in de görüşüdür, Malik ve Ahmed de bununla amel etmiştir. Ahmed b. Hanbel’in İbn Ebi Meryem’i taz’îf edenlerden olduğu nakledilmiştir. Alimlerin bu görüşü kabulü, hadisin sıhhatine işarettir.” dedikten sonra bu durum hadisin sıhhatine işaret eder mi sorusunu gündeme getirir ve tercih edilen görüşe göre, amelin bu hadise dayandığı kesin olarak bilinmediği sürece hadisin sıhhatine delalet etmeyeceğini söyler. Ebû Hanîfe’nin de içinde bulunduğu senedin râvîlerinden Kürdî ile ilgili olarak ifade edilen “Hadis uydurur.” bilgisini nakledip geçmekle yetinir682. Bu bilgi gereği hadisi nakletmemesi, yada cerh lafzının ardından bir yorumda bulunması beklenirken sükût etmeyi tercih etmiştir.

Nikah kitabında “küfüvv” bahsinde Arapların bir kısmının bir kısmına denk olduğunu bildiren bir ifade el-Hidâye metninde geçmektedir. Bu rivâyet Nasbu'r- Râye’de hadis alimlerince ciddi eleştirilere uğramıştır683. Bundan dolayı yakın anlamlı birkaç hadis daha aktaran İbnü'l-Hümâm, Zeylaî’nin naklettiği bazı ta’n noktalarını görüşlerin sahipleriyle birlikte aktarır. Yani İbnü'l-Hümâm hadislerin kiminin mevzu sayıldığını, râvîlerden bazılarının “metrûk” veya “münkerül hadîs” olarak nitelendirildiğini bilmesine ve kitabında aktarmasına rağmen, birkaç satır sonra hadisin tüm tarikları zayıf olsa bile hasen derecesine çıktığını ve delil olarak kullanılabileceğini söyler. “Zikrettiğimiz hadislerle denkliğin muteber olduğu sabit olduktan sonra….” şeklinde olabildiğince zayıf hadislere hüküm bina etmekte bir sakınca görmez684. Oysa

680 bkz. Zeylaî, a.g.e. IV, 9.

681 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VI, 310. Nitekim Nuh İbn Ebî Meryem’i cerh otoriteleri tenkit etmiştir ancak ilk dönem ricâl eserlerinde yalnızca zabt kusurundan söz edilmektedir. Râvî hakkında geniş bilgi Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime, I, 286-289; 496-498 ve Türker, Ömer, “Nuh b. Ebû Meryem”, DİA, XXXIII, 229-230.

682 a. m. a.y.

683 Zeylaî, a.g.e. III, 198-199.

hadis alimleri yukarıdaki gibi çok zayıf, hatta mevzu olmakla itham edilmiş hadislerin tarikları ne kadar çok olursa olsun, hasen derecesine yükselmeyeceğinde hemfikirdirler. Nitekim bunu İbnü'l-Hümâm bir başka yerde, “Her ne kadar zayıf tarikların sayısı fazla ise ve bize göre zayıflık sebebi hadis uydurma olmadığı zaman, bu hadisler hasen derecesine çıksa da bu miktar hadisi hasen derecesine çıkarmaya yeterli değildir.” şeklinde dile getirmiştir685.

Hanefi mezhebinin genel görüşü on dirhemden daha az değeri olan bir mal için hırsızın elinin kesilmeyeceği yönündedir. Konu ile ilgili delil öne sürmek üzere İbnü'l- Hümâm, çoğunun senedinde Ebû Hanîfe’nin geçtiği merfû ve mevkûf haberler zikreder. Haberlerle ilgili olarak Zeylaî’nin aktardığı bazı ta’n noktalarını nakletmez ve bu haberlerin kullanılması için savunma yapar. Sahih ve merfû olarak tesbit edilemeyen haberlerle ilgili olarak; “Mevkûf olsa bile merfû hükmündedir. Çünkü şer’î ölçüler aklın müdahale edemeyeceği konulardır. Bu tür konularda mevkûf merfû hükmündedir.” der. İbnü'l-Hümâm, burada aslında hadisçilerin hükmen merfû’ terimine yaklaşmıştır. Ancak mevkûf bir habere merfû hükmü verebilmek için haberin sahih olması ve merfû sahih haberlere muhalefet etmemesi gereğinden söz etmez. Nitekim merfû hükmünde saydığı mevkûf haberin senediyle ilgili olarak cerh ve tadil alimlerinin itirazları vardır686. Söz konusu haber, merfû olarak batıl, mevkûf olarak ise zayıf şeklinde değerlendirilmektedir ve Âişe’nin rivâyet ettiği “çeyrek dinar değerindeki mal için el kesilir” anlamındaki sahih hadise687 muhaliftir. İbnü'l-Hümâm, bu hadisi konunun başında zikreder ve hiçbir ölçü bildirmeden hırsızın elinin kesileceği hadislerle birlikte gündeme getirir ancak on dirhem ya da bir dinardan söz eden haberleri zikrederken daha sağlam olan bu hadise değinmez. Çok değil sadece iki sayfa önce zikettiği “نﺎﺨﻴﺸﻟا ﻪﺟﺮﺧأ” dediği688 bu hadisi görmezden gelip, zayıf hükmü verilen

mevkûf haberleri merfû sayarak mezhebinin görüşünü destekleyen haberleri savunması mânidardır.

Mefkûdun hanımının durumu ile ilgili olarak Hidaye sahibi’nin zikrettiği hadisi nakleden İbnü'l-Hümâm, hadisle ilgili ciddi ta’n noktalarını aktarır. Konu ile ilgili

685 İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 122-123.

686 Ayrıntılar için bkz. Zeylaî, a.g.e. III, 359-360, İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 345, 1. ve 4. dipnotlar. 687 Müslim, Hudûd, 1; Ebû Dâvûd, Hudûd, 12; Tirmizî, Hudûd, 16; Nesâî, Sârık, 9, 10; Ahmed b. Hanbel,

Müsned, VI, 36.

olarak sahabî kavillerine de yer verir. Ancak mezhebinin vazgeçilemeyecek sağlam bir delili olmamasına rağmen, “mefkûdun hanımının, kocasının akranlarının ölümüne kadar bekletilmesini” öngörmesi, kanaatimizce çok zayıf bir hadisi değerlendirme konusunda mezhebinden etkilendiğini göstermektedir689.

İbnü'l-Hümâm’ın alışverişte meclis muhayyerliği ile ilgili sahih hadisleri690 ve

Benzer Belgeler