• Sonuç bulunamadı

2. GENEL BİLGİLER

2.8. MEME KANSERİ CERRAHİ TEDAVİ

Meme kanserine bağlı ilk mastektomi ameliyatı 1882 yılında Halsted tarafından yapılmıştır. Geçmişten günümüzde kadar cerrahi seçenekleri zenginleşmiş, yeni teknikler kullanılmaya başlanılmıştır. Ancak tüm yeniliklere rağmen ameliyat sonrası komplikasyonlar ile karşılaşılmaktadır (Tarcan 2012). Yapılan cerrahi tipine göre komplikasyonlar farklılaşmakla birlikte, meme cerrahisi sonrası gelişen başlıca komplikasyonlar; seroma, flep nekrozu, hematom, enfeksiyon, ağrı, hareket kısıtlılığı/sinir hasarı, kol disfonksiyonu ve lenfödem’dir (Tarcan 2012, Kaymakçı, 2017).

Seroma; deri flepleri altı ya da aksillada seröz sıvı birikimi, mastektomi ve aksiller diseksiyon sonrasında en sık karşılaşılan cerrahi komplikasyondur. Postoperatif dönemde kapalı sistem negatif basınçlı drenlerin rutin kullanımı bu komplikasyonun insidansının azaltılmasında etkili olmuştur Erken başlanan postoperatif fizik tedavi ve omuz hareketleri de seroma insidansının artmasına neden olabilir (Kuroi, Shimozuma, Taguchi 2006, Tarcan 2012).

20

Flep Nekrozu; meme kanseri cerrahisi sonrasında %5-30 görülme sıklığı olan (Robertson et al. 2017) flep nekrozu, genellikle flep sahasının 2-3 cm.’den daha az kısmını tutan bu lokalize nekrotik alanlar, konservatif metodlarla kolaylıkla tedavi edilmektedir (Tarcan 2012).

Hematom ve Yara Yeri Enfeksiyonu; gerek mastektomi gerekse meme koruyucu cerrahi sonrasında ilk 12 saatte insizyon bölgesinde hematom izlenebilmekte olup hematomların küçük çapta olanlarıspontan absorbe olmakta ve sekelsiz iyileşmektedir. Nadiren postoperative erken dönemde flep altında hızlı büyüme gösteren hematomlar hemostaz amaçlı ikincil cerrahi eksplorasyonlar ile tedavi edilmektedir (Baron 2010, Tarcan 2012).

Meme cerrahisi sonrası yara yeri enfeksiyonların pek çoğu minor vasıflı olup lokalyara bakımı ile kolaylıkla tedavi edilebilmektedir (Tarcan 2012). Oluşan yara yeri enfeksiyonlarında en sık bildirilen etkenler cilt kaynaklı stafilokokkus aureus ve

stafilokokkus epidermisdir. Bununla birlikte diğer aerobik veya anaerobik

mikroorganizmalar da etken olabilir (Hunt ve ark. 2015). Ancak enfeksiyon şüphesinde hem aerob hem de anaerob yara kültürü rutin olarak alınmalı ve uygun antibiyoterapinin devamı kültür sonuçları ile değerlendirilmelidir (Tarcan 2012, Kurt 2011). İnsizyon yerinde veya kolda meydana gelen enfeksiyon nedeniyle ekstremite kullanımı gecikebilmekte ve lenfödem açısından risk oluşturmaktadır (Özmen 2012). Ağrı; postoperatif ağrı, cerrahi travma ile başlayan, giderek azalan ve doku iyileşmesi ile sonlanan akut bir ağrıdır. Mastektomi ameliyatı sonrasındaki ağrı, kişinin ağrı eşiği ile ilişkili olup kişisel farklılıklar göstermektedir. Genellikle taburcu olurken hastaların çoğunun ağrısı ya tamamen giderilmekte ya da çok daha az düzeyde olmaktadır (Karamanoğlu ve Özer 2008). Kronik ağrı sendromu ya da mastektomi sonrası ağrı sendromu; ameliyattan hemen sonra başlayan ve kesilmeksizin devam eden ağrıdır. Aksiler disseksiyon sırasında interkostobrakial sinirin hasara uğraması sonucu hastaların ağrı ve parestezi ortaya çıkmaktadır (Tarcan 2012). Üç aydan fazla süren, aksilla, kolun medial hattında, meme ve göğüs duvarınıda keskin, sıkıştırıcı, yanıcı şekilde hissedilen ağrı ise mastektomi sonrası

21

ağrı sendromu (MSAS) olarak tanımlanmaktadır (Özyuvacı, Özgümüş, Sevim, Acar 2009). Ağrının eşlik ettiği omuz-kol hareketlerinin sınırlandığı ve üst ekstremitelerde güç kaybının ortaya çıktığı durumlarla da karşılaşılabilmektedir (Tarcan 2012).

Hareket Kısıtlılığı; fleksiyon, abdüksiyon ve eksternal rotasyonda kısıtlılık olması, omuz hareketlerinin sınırlanmasında en sık görülen komplikasyonlardır. Mastektomi yapılan hastalar, meme koruyucu cerrahi yapılan hastalar ile karşılaştırıldığında pektoral kasın hasar görmesine ya da uzun torasik ya da torakodorsal sinirin hasarına bağlı olarak omuz hareket kısıtlılığı gelişebilmektedir (Baron 2010, Tarcan 2012).

2.8.1. Kol Disfonksiyonu

Meme kanseri ameliyatı sonrasında en sık karşılaşılan sorunlardan birisi kol disfonksiyonudur. Ameliyat olan taraftaki kol ve omuz hareketlerinde sınırlanma nedeniyle kol-kas gücü azalmaktadır (Karamanoğlu ve Özer 2008). Üst ekstremite disfonksiyonuna (hareket kısıtlılığına) yol açan nedenler; aksiller diseksiyona ve insizyon hattına bağlı ağrı, kolda oluşan ödem, hastada kolunu hareket ettirme korkusu ve skar dokusundan kaynaklanan gerilmedir (Sindel ve ark. 2012, Karamanoğlu ve Özer 2008). Özellikle pektoralis majör ve minör kaslarının çıkarıldığı mastektomi ameliyatlarından sonra kavrama gücünde azalma ve göğüs duvarının zayıflaması, hastanın kol ve omuz hareketlerini sınırlayan diğer nedenlerdir. Postoperatif dönemin 6. ayında en sık rastlanılan bozuklukların meme ve aksillada skar dokusu gerginliği, aksilla ödemi ve boyun-omuz ağrısı olduğu belirlenmiştir (Sindel ve ark. 2012). Meme kanseri cerrahisi sonrası ortaya çıkan üst ekstremite sorunları yaklaşık bir ay kadar devam etmekte ve olguların çoğunda objektif olarak fonksiyonların geri gelmesi üç ayı bulmaktadır. Hatta tam iyileşmenin görülmesi bir yıla kadar uzamaktadır. Bununla birlikte kemoterapi veya radyoterapi de dahil olmak üzere meme kanseri tedavisinden sonra biyomekanik değişiklikler veya bozukluklar 12 ay ile üç yıl kadar devam eder. Bu nedenle hastalar birinci ayda değerlendirildikten sonra üç aylık aralarla 12 ay boyunca mutlaka izlenmelidir (Sindel ve ark. 2012, Karamanoğlu ve Özer 2008).

22

Bu konu ile ilgili yapılan çalışmalara örnekler verecek olursak; Civelek (2016) meme kanseri cerrahi tedavi sonrasında hastaların %78,1’inin etkilenen tarafta omuz ağrısından yakındığını bildirmiştir. Büyükakıncak ve arkadaşları (2013), meme kanseri nedeniyle cerrahi geçiren hastalarda, ameliyat edilen taraftaki kolda hareketle omuz ağrısı ve el kas gücü kaybının en sık gözlenen üst ekstremite problemleri olduğunu, ayrıca omuz abdüksiyon ve fleksiyonda iken eklem hareket açıklığı, omuz kas gücü kaybı, kolda ve önkolda lenfödem saptadıklarını belirtmişlerdir. Atalay, Selçuk, Ercidoğan ve arkadaşları (2011) meme cerrahisi ve aksiller diseksiyon uygulanan meme kanserli hastalarda üst ekstremite problemlerinin sıklığı ve yaşam kalitesine etkisini incelediklerinde, omuzda ağrı, lenfödem ve omuzda hareket kısıtlılığının en sık görülen semptomlar olduğunu, omuz ağrısının bedensel ve ruhsal alana, kısıtlılığın bedensel alan üzerine en etkili olduğu, lenfödemin ise yaşam kalitesi alt alanlarında etkisinin olmadığını egzersizin yaşam kalitesinin ruhsal ve çevre alanı üzerine olumlu katkısı olduğunu saptamışlardır.

Ameliyat sonrası lenfödem görülme sıklığını araştıran Özçınar, Güler, Özmen ve arkadaşları (2010); erken dönemde %14,7, orta dönemde %24,8, uzun dönemde ise %6,9 lenfödem görüldüğünü, ameliyat sonrası erken dönemde omuz hareketlerinde kısıtlılık, ağrı ve fonksiyonel kapasitede azalma saptadıklarını, 9.-12. ay takiplerinde omuz hareketlerinden internal fleksiyon hariç tüm hareketlerin, ağrının ve fonksiyonel kapasitenin normale döndüğünü, ortalama 50 aylık takip sonucunda tüm parametrelerin ameliyat öncesi ile karşılaştırıldığında normal sınırlarda olduğunu belirtmişlerdir. Sonuç olarak, aksiller lenf nodülü diseksiyonu yapılması ve aksillaya radyoterapi verilmesinin lenfödem gelişimini etkileyen önemli faktörler arasında olduğunu vurgulamışlardır (Özçınar ve ark. 2010). Scaffidi, Vulpiani, Vetrano ve arkadaşlarının (2012) yapmış olduğu randomize kontrollü çalışmada, hastalara eğitim ve kol egzersiz yaparak altı ay izlemişlerdir. Erken destekli mobilizasyonun (postoperatif birinci günde başlayarak), evde egzersize devam etmesinin ve önleyici hijyenik önlemlere ilişkin yazılı bilgilendirmenin üst ekstremitenin postoperatif yan etkilerinin ortaya çıkmasını önlediği sonucuna ulaşmışlardır (Scaffidi et al 2012).

23 2.8.2. Lenfödem

Lenf sisteminin görevi, doku boşluklarında biriken ve boyutları nedeniyle venüllere giremeyen protein, bakteri, kan hücreleri gibi büyük partikülleri toplamaktır. Küçük lenfatik kanallarda oluşan lenf sıvısı önce bölgesel lenf nodlarına, oradan da efferent lenfatik kanallar ve ana lenfkanalıyla sistemik dolaşıma ulaştırılır. Bu yollarda oluşacak bir kesinti, drene olamayan dokuda lenfödem gelişimi ile sonlanır (Müslümanoğlu ve Kayhan 2012, Karamanoğlu ve Özer 2012). Lenfödem (LÖ), “yetersiz lenfatik drenaj sebebiyle proteinden zengin sıvının interstisyel aralıkta

anormal birikimi sonucu oluşan kronik ve ilerleyici bir durum” olarak tanımlanır

(Tarcan 2012, Gürsoy 2017).

Meme kanseri olan kadınlarda LÖ görülme oranı; aksiller cerrahinin tipine, cerrahi sonrası koldaki enfeksiyon ya da yaralanmaya, dominant kola uygulanacak diğer cerrahilere, artmış vücut ağırlığı veya vücut kitle indeksine (VKİ), hastanın aldığı radyasyon ve kemoterapiye göre değişmektedir (Kayıran, De la Cruze, Tane et al. 2017). Lenfödem, meme kanseri cerrahisi sonrası geç dönemde de (3-5 yıl) ortaya çıkabilmektedir ve çoğu zaman hastalık nüksünden bağımsızdır (Karamanoğlu ve Özer 2012, Kayıran, De la Cruze, Tane et al. 2017). Yapılan çalışma sonuçlarına göre meme kanseri ile ilişkili lenfödem (MKİL) insidansı %6 ile %30 arasında değişmekte ve beş yıllık izlem sonuçları analiz edildiğinde de bu oran %54’ lere kadar ulaşabilmektedir (Bakar ve ark. 2014, Gençay Can ve ark. 2016, Shah et all. 2017, Başan ve Kozanoğlu 2009, Kayıran et al. 2017). Lenfödemi önlemek, bu durum geliştikten sonra hastanın başetmesi gereken tedavi ve bakım sürecinden çok daha kolay olup hastanın yaşam kalitesini olumlu yönde etkilemektedir (Başaran ve Kozanoğlu 2009).

Üst ekstremitede lenfödem gelişen meme kanseri hastalarında risk faktörlerini incelediklerinde; ileri yaş, düşük eğitim düzeyi, obezite, tümör büyüklüğü, pozitif lenf nodu sayısı ve postoperatif radyoterapinin lenfödem gelişimi ile ilişkili olduğunu belirtmişlerdir (Gencay Can ve ark. 2016, Shah et all. 2017). Hastada bulunan belirtilere göre lenfödemin sınıflandırılması, tedavi ve bakım uygulamalarına yön vermesi açısından önemlidir. Lenfödem sınıflandırması Tablo 3.’te gösterilmiştir

24

(Dönmez ve Özdemir 2016, Müslümanoğlu ve Kayhan 2012, Kayıran, De la Cruze, Tane et al. 2017, International Lymphoedema Framework, 2006).

Tablo 3. Lenfödem Sınıflandırılması (International Society of Lymphology)

Evre Tanımlayıcı özellikler

Evre 0 Lenf akımında bozukluğa rağmen şişkinliğin belirgin olmadığı subklinik tablo. Bu durum ödem belirgin olmadan aylar ya da yıllar önce başlayabilir.

Evre 1 Ekstremite elevasyonu ile azalan doku sıvısı birikimin olduğu erken evredir. Bu evrede ödem deride benek/oyuk şeklinde gözlenebilir.

Evre II Ekstremite elevasyonu nadiren şişkinliği azaltır. Deride benek oluşumu gözlenir.

Geç Evre II Doku fibrozisinin belirgin olduğu evredir.

Evre III Doku fibrotik ve serttir. Beneklenme belirgindir. Deride kalınlaşma, hiperpigmentasyon, deri katlarında artma, yağ depoları ve siğiller mevcuttur.

(Kaynak: Dönmez ve Özdemir 2016’ dan alınmıştır.)

2.8.2.1. Lenfödem Risk Faktörleri, Önlemeye Yönelik Yaklaşımlar ve İlgili Çalışmalar

Lenfödem tedavisinde en önemli yaklaşım lenfödemin önlenmesidir. Çünkü lenfödem bir kere oluştuğunda kronik, yaşam-boyu devam eden bir sürece girer (Kayıran et al. 2017). Bu nedenle meme kanserli hastalara lenfödem konusunda bilgi verilmesi, risk faktörlerinin belirlenmesi ve kontrol altına alınmaya çalışılması lenfödemin önlenmesi açısından oldukça önemlidir (Sindel, ve ark. 2012, Shah et all. 2016). MKİL konusunu ele alan bir sistematik derlemede; farklı sıklıklarda hasta izleminin yapılması ile birlikte ameliyat öncesi ve sonraki 3., 6., 12., 18., 24. ve 36. aylarda hasta ölçümlerinin yapılmasının lenfödemi erken tanılama açısından önemli olduğu vurgulanmıştır (Shah et all. 2016). MKİL’nin erken teşhis edilmesi tedavi süresini ve maliyetini %40 oranında azaltabilmektedir (Chance-Hetzler ve ark., 2015).

Lenfödemin risk faktörlerini önlemeye yönelik yaklaşımlar Ulusal Lenfödem Ağı (NLN; National Lymphedema Network) tarafından belirlenmiştir. Bu yaklaşımlar; cildi travma ve yaralanmalardan korumaya yönelik önlemler alma ve uygun cilt

25

bakımı yapma (etkilenmiş kola iğne, kan aldırma, intravenöz müdahalelerden kaçınma, bulaşık yıkama, bahçeyle uğraşma gibi işleri yaparken eldiven giymek gibi), aşırı sıcaklardan kaçınma (nemli havalar, sıcakta egzersiz yapmaktan kaçınma, sauna-kaplıca-hamam ortamlarında bulunmama gibi), ekstremiteyi sıkmaktan kaçınma (örneğin; elastik saat bantları iz bırakabilir ve bu da lenfatik akımın tıkanmasına neden olur) ve kompresyon giysileri kullanma olarak özetlenebilir (Bakar ve ark. 2014, Dönmez and Özdemir 2016, ). Birçok çalışmada aktif ve pasif egzersizlerin, lenfatik ve venöz dönüşe yardımcı olacağı, kuvvetlendirme egzersizlerinin de lenf formasyonunu arttırarak dokulara arteriyel kan akımını uyaracağını belirtilmiştir (Bakar ve ark. 2014, Tarcan 2012, Başaran and Kozanoğlu 2009, Gürsoy 2017, Dönmez and Özdemir 2016, Can ve ark. 2016, Soyder et al. 2014)

Soyder ve arkadaşları (2014) çalışmalarında, çalışma kapsamındaki olguların %6,9’unda (7/101) lenfödem geliştiğini, yedi olgunun hepsinde aksilla lenf nodu (LN) tutulumu olduğunu saptamışlar ve yapılan diseksiyonda 15 ve daha fazla LN çıkarıldığını vurgulamışlardır (Soyder et al. 2014). Fu ve Rosedella (2009) meme kanserli kadınların hayatta kalma deneyimlerini ve lenfödemle ilişkili yaşadıkları belirtileri inceledikleri yarı-yapılandırılmış çalışmada; “şişme”, “ağrı”, “acı”, “hassasiyet”, “yanma”, “bıçaklama” “uyuşukluk”, “sıkılık”, “sertlik”, “yorgunluk” gibi rahatsızlık ifadelerinin öne çıktığı ve hastaların bu semptomların ortalama 3-4 tanesini bir arada yaşadıkları belirtilmiştir (Fu and Rosedella 2009). Benzer şekilde Bulley ve arkadaşları da (2014), 637 kadının meme kanseri tedavisi sonrasında; yorgunluk (%35.8), ağrı (%34.4), üst ekstremite disfonksiyonu (%21.9) ve lenfödem (%19.8) gibi sorunları yaşadıklarını ve erken saptanan sorunların tedavi seyrini olumlu yönde etkilediğini vurgulamışlardır.

Fu ve Rosedale (2009) yaptıkları niteliksel araştırmada, meme kanserli kadınların lenfödeme ilişkin deneyimledikleri semptomları; kadınların lenfödeme ilişkin sürekli rahatsızlık yaşamaları, beklenmedik bir durumla karşılaşmaları, lenfödem gelişmeden önceki yaşamlarının değişmesi ve kendilerini engelli olarak görmeleri olarak dört ana temada incelemişlerdir. Aynı çalışmada, kadınlar kol disfonksiyonuna

26

bağlı olarak günlük aktivitelerini yapmakta sıkıntı yaşadıklarını ve bu durumun kendilerini yetersiz hissetmelerine, engelli görmelerine neden olduğunu ifade etmişlerdir.

Meme kanserli 84 kadın ile çalışan Can ve arkadaşları (2016), üst ekstremitede lenfödem gelişen kadınların 34'ünde (%40.5) yaş ve vücut kitle indeksi daha fazla, pozitif lenf nodu sayısı ve postoperatif radyoterapi sayısının anlamlı olarak yüksek olduğunu saptamışlardır (Can ve ark. 2016).

2.8.2.2. Lenfödemin Önlenmesine Yönelik Hasta Eğitimi ile İlgili Çalışmalar Meme bakım hemşireleri, diğer tüm ekip üyeleri ile işbirliği içerisindedir ve tüm süreci yakından takip eder (Güler, Cantürk 2015). Meme kanseri tanı sürecinde, tüm tedavi modelleri ile rehabilitasyon evresinde kadın açısından en iyi tercihin yapılmasında ve karar vermede, kadınların biyopsikososyal yönden klinik olarak değerlendirilerek bilgi, eğitim-destek gereksinimlerinin tespit edilmesinde, ihtiyaçlarının karşılanmasında ve profesyonel anlamda danışmanlık hizmeti verilmesinde önemli rol oynamaktadır (Bonaldi 2009, Karayurt ve Andıç 2011, Güler, Cantürk 2015). Meme kanseri tedavisi sonrası kadınlar lenfödem gibi yan etkiler bakımından uzun dönem risk altında olduklarından düzenli takip edilmeli ve riskler hakkında bilgilendirilmelidir (Soydas Yesilyurt and Findik 2016).

O’Connel ve arkadaşları (2013), meme kanserli hastaların tıbbi terimlerin çoğunu (%80) anlamadıklarını belirlemiş ve hastalara verilecek eğitimlerde onların bakımları hakkında bilinçli kararlar vermeye aktif olarak katılabilmesi için anlaşılır bir dil kullanılması gerektiğini vurgulamışlardır. Yeşilyurt ve Fındık (2016) da mastektomi sonrası eğitim gereksinimlerini araştırdıklarında, kadınların %85’inin mastektomi sonrası komplikasyonlar, semptomları ve bunlarla baş etme, %54,2’sinin lenfödem ve önlemeye yönelik uygulamalar gibi konularda daha fazla eğitime ihtiyaç duyduklarını belirtmişlerdir.

Fu ve arkadaşları (2014), MKİL konusunda bilgilendirilen kadınların, bilgi almayan kadınlara göre; kol ve göğüste ödem, ağırlık hissi, omuz mobilitesinde azalma

27

semptomlarında önemli derecede azalma olduğunu belirtmişlerdir (Fu et al. 2014). Kemoterapi uygulanan 84 meme kanserli kadının eğitim ihtiyaçlarını araştıran bir çalışmada ,en çok kız kardeş/kızlarının hastalıkla karşılaşma durumları (%77), tedavi süreci (%74), günlük yaşam aktiviteleri (%76) ve lenfödem (%74) ile ilgili eğitime ihtiyaç duyduklarını bildirmişlerdir (Nader et al. 2016).

Meme kanseri tedavisine bağlı lenfödem gelişen kadınların deneyimlerini inceleyen Müezzinler ve Karayurt (2014), kadınların lenfödem geliştikten sonra yaşadıkları güçlükleri sıraladıklarında; fiziksel olarak lenfödem tedavisi, beden imajının kötü etkilenmesi, öz bakımı ve ev işlerinde zorluk yaşama, uyku problemleri, duygusal olarak gelecekle ilgili endişeler, kendisini engelli olarak görme, mesleğini yapamama, yaz mevsimi ile ilgili kıyafet seçiminde özgür olmama, eşi, çocukları/diğer aile üyeleri, arkadaşları ve sosyal çevresi ile yaşadıkları olumsuz deneyimler olarak belirtmişlerdir. Aynı çalışmada, hastalar meme kanseri tedavisi süresince (ameliyat, radyoterapi, kemoterapi, hormonterapi vb), lenfödemin önlenmesi, tedavisi ve bakımı hakkında süreç boyunca mümkünse aynı hemşireden danışmanlık almak istediklerini ifade etmişlerdir. Bunu gereçekleştirecek hemşirenin yeterliliklerinin artırılması için sertifika programlarının önemine değinilmiştir (Müezzinler ve Karayurt 2014).

Basta ve arkadaşları (2016), meme kanseri ile ilişkili lenfödem: sağlık hizmeti kaynak kullanımını ve buna bağlı yönetim giderlerini değerlendirmek amacıyla, 2006-2012 yılları arasındaki 56.075 hastanın % 2.3’ünün cerrahi sonrası iki yıl içinde lenfödem nedeni ile sğlık kuruluşuna başvurduklarını saptamışlardır. İki yılda ortalama kişibaşı 140.000 dolar sağlık harcamasının olduğunu belirtmişlerdir.

Arinaga ve arkadaşları (2016), meme kanseri ile ilişkili lenfödem gelişen hasta grubuna (n:23) 10 dakikalık özbakım gereksinimlerini karşılama, deri bakımı ile kol egzersizlerini içeren eğitim programı verilmiş, hastalar altı ay süresince kol çevresi ölçümleri yapılmış ve hastalarda lenfödem düzeyinde ilerleme olmadığı, öz bakım skorunu (0-14 arasında değerlendirilir) 11 olarak belirlenip, özbakımlarını daha iyi yerine getirebildikleri sonucuna ulaşmışlardır.

28

Chiristians ve arkadaşlarının (2011) yaptığı randomize kontrollü çalışmada; egzersize ek olarak yapılan elle (manuel) lenf drenajının kısa sürede lenfödemi önlemede orta derecede bir etkisi olduğu saptanmıştır.

2.9. KAVRAMSAL ÇATISI

2.9.1. Roper, Logan ve Tierney tarafından geliştirilen Günlük Yaşam Aktivitelerine Dayalı Hemşirelik Modeli

Hemşirelik kuram ve modellerinin kavramsal çatısı, hemşirelikte eğitim, yönetim, uygulamada, hemşirelik araştırmalarına temel oluşturmakta ve yönlendirmektedir. Her bir kavramsal model/ kuram hemşirelik disiplinine yönelik farklı bir bakış açısını yansıtmakta ve araştırmacıya farklı bir yol haritası ve yöntemsel kurallar sunmaktadır (Şengün, Üstün ve Bademli 2013, Ekim, Manav ve Ocakçı 2012).

Bu araştırmada Roper, Logan ve Tierney tarafından geliştirilen Günlük Yaşam Aktivitelerine Dayalı Hemşirelik Modeli’ne temellendirilmiş bir eğitim materyali hazırlanmıştır. Nancy Roper, Winifred W. Logan ve Alison J. Tierney 1970’li yıllarda, hemşirelik hizmetlerinin sistematik olarak sunumu olarak kullanılabilecek olan Yaşam Aktivitelerine Dayalı Hemşirelik Modelini (YADHM) geliştirmişlerdir (Roper, Logan &Tierney 1985, 2006; Kaya 2008). Model, Maslow’un insan gereksinimleri hiyerarşisi ile uyumlu olması, hemşirelik süreci için uygun bir temel oluşturması, sadece hasta bireylerin bakımında değil, sağlıklı bireylerin bakımında da uygulanabilen bir model olması nedeniyle benimsenmektedir (Roper, Logan& Tierney 2006; Kaya 2008, Vicdan, Karabacak ve Alpar 2015). Bireyin günlük yaşamını sürdürmesi için yerine getirdiği aktiviteleri ortaya koymaya yarayan model, bireyin günlük yaşam aktivitelerini sistematize etmeyi ve bunları gruplandırmayı sağlar. Bu aktiviteleri bireyin kendi başına bağımsız olarak ne kadar yapabildiği, bu modelin temel anlayışını oluşturur (Kaya 2008, Vicdan ve ark. 2015).

Günlük Yaşam Aktivitelerine Dayalı Hemşirelik Modelinde bakım gereksinimlerini belirlerken “Hastanın hastalığı nedeniyle hangi yaşam aktivitesi etkileniyor?, “Hasta

29

getirebildiği aktiviteler neler?” soruları sorularak hastanın gereksinimlerine ilişkin

verilerin toplanmasında sistematik bir yaklaşım sağlamaktadır (Kaya 2008, Akça Ay 2011, Vicdan ve ark. 2015). Roper, Logan, Tierney bireyin gereksinimlerini karşılamaya yönelik aktiviteleri 12 gruba ayırmakta ve bunları günlük yaşam aktiviteleri olarak tanımlamaktadır (Kaya 2008, Akça Ay 2011, Roper et al. 1985, Velioğlu 2012, Moura, Nascimento, Lima et all 2015).

Günlük Yaşam Aktiviteleri:1.Güvenli Çevrenin Sürdürülmesi, 2. İletişim, 3. Solunum,

4. Beslenme, 5. Boşaltım, 6. Bireysel Temizlik ve Giyim, 7. Beden Isısının Kontrolü, 8. Hareket, 9. Çalışma ve Eğlence, 10. Cinselliğin İfadesi, 11. Uyku, 12. Ölüm’dür (Roper et al. 1985; Roper, Logan&Tierney 2006; Kaya 2008; Akça Ay 2011).

1. Güvenli Çevrenin Sürdürülmesi: Bireyin yaşayabilmesi ve yaşam aktivitelerini

gerçekleştirebilmesi için günlük yaşamımız içinde rutin olarak yaptığımız beslenme, uyku, ısınma gibi bazı işlemler güvenli çevreyi sürdürme aktivitesi içindedir (Roper, Logan&Tierney 1985,2006, Kaya 2008, Vicdan ve ark. 2015 ).

2. İletişim: İletişim, konuşarak, yazarak, beden hareketleri ve mimiklerle ya da

dokunarak da kurulabilir. Yaşamın önemli bir boyutu olan iletişim kişiler arası ilişkilerin tüm alanlarında geçerlidir (Kaya 2008, Akça Ay 2011, Vicdan ve ark. 2015).

3. Solunum: Vücudun tüm aktiviteleri için gerekli olan oksijen solunum ile

sağlanmakla birlikte günlük yaşam aktivitelerinin gerçekleştirilmesi için solunum aktivitesinin gerçekleşmesi gerekir (Roper, Logan&Tierney 2006; Kaya 2008; Akça Ay 201, Vicdan ve ark. 2015).

4. Beslenme: Organların işlevlerini yapabilmesi için oksijen kadar besinlere de

ihtiyaçları vardır. Ancak belli güdü, dürtü ve zamana bağlı olarak birey bu aktiviteyi gerçekleştirir. Yemek yeme şekli, yemek seçimi, sosyo-kültürel faktörler ve ekonomik durum ile yakından ilgilidir (Roper, Logan&Tierney 2006, Kaya 2008, Vicdan ve ark. 2015).

30

5. Boşaltım: İdrar yapma ve dışkılama iki ayrı vücut sistemi tarafından oluşturulsa da

ikisi de vücuttan uzaklaştırılması gereken atıkların boşaltımını sağlar. Yaşamın ilk yıllarında kazanılan ve refleks olarak oluşan bu durum, aslında bağımsız ve kontrollü bir aktivitedir (Roper, Logan&Tierney 2006; Kaya 2008; Akça Ay 201, Vicdan ve ark. 2015).

6. Bireysel Temizlik ve Giyim: Temizlik ve giyim, kültürel ve ekonomik yapıdan

Benzer Belgeler