• Sonuç bulunamadı

Meltem Ahıska

Belgede Sayı 1, Ekim-Kasım 1987 (sayfa 72-139)

M E S E D

Hür Yumer

Bırakılmanın hüznü, unutulmanın . çisentisiyle ıslaktır.

(Oktay Rifat, Dilsiz Ve Çıplak - Denize Bulanmış Atlar, 3)

Sana yazm aya başlarken adının anlam ını bile bilm ediğim i fark ettim . Sana başka bir ad verm eye dilim varm ıyor. S ana yazm aya başlam ak bile sana kıym ak aslın d a... Yazmak! B ellekte kalanların, ya da bellekten silinm eyen sabit im gelerin yanında ne k ad a r cılız kalıyor bu sözcük b ir bilsen! Yazı: K âğıda dökülen sözcükler sırlanı- şı. H ayat: Belleğe yer eden imgeler. E ğer amaç arad ak i fa rk ı yaz­

maksa, ya da aradaki farksızlığı, yanılm ıyorum : Senin ölü halinle, benim le yaşadığını söyler ya da yazarken yanılm ıyorum .

Ama b ir yargıç olarak değil, sevgisinden kuşkulandığım bir sevgili olarak yaşıyorsun, ö lü le rin gözkapaklarım ız gerisindeki h a ­ yatı akıldışıdır. Sevgi de akıldışıdır. Sevginden kuşkulanm am am için sana kıym am gerekiyor. H azır mısın? Eğer b ir ruh çağırm ay­

sa bu, gelm eye hazır mısın?

Geçmiş hep aynı biçimde dolduruyor günlerim i. H alin k ırın tıla ­ rına yapışıp kendi odasına, senin y anına g ötürüyor beni. Sana baş­

ka b ir hikâye, başka b ir masal, başka b ir ad uydurm am m üm kün.

Ama eksiklik, içinde yaşadığım kocaman bir saray. Ve garip tir, ba­

na anlattığın o m asal saraylarına, ya da insanın içinde kayboluver- diği o sık o rm anlara benziyor.

Sevgi tek ra rd ır. K ötü şiirlerdeki, tekerlem elerdeki, boş inanç­

lardaki, saplantılardaki, büyülerdeki tek ra r. Beni büyülediğine gü­

lebilirim , Ama gülm ekle kalm az mıyım? U yduruk b ir ad koyam a­

dığım sen, gülm ekle kalm az m ısın?... Üstelik, onca yıl, ya da tam cn üç yıl. Olm am ış gibi geçmiş onca<?şey!

O rtak hikâyem izin radyodan dinlenen h ab erlere benzem esini is­

terdim ; isteyen radyo hab er kay ıtların ı k arıştırıp seni ve beni eliyle

8 2 Defter

ezarlık-Mesed 8 3

8 4 Defter direnm ekten. K örlere arkadaşlık eden özel yetiştirilm iş köpekleri andırıyorum . Pencereden bakarken de ay m şey: Elin kazağım ın pencereden b akarken korkutm azlardı. Sadece sokakta, dışarıda korkutucu olurlardı. O böcekler gider, yerine devler gelirdi. Sokak ayrı b ir düzeydi, ev ayrı bir düzey. Eve gelindiği m erdivenlerden

Mesed 8 5

8 6 Defter

Mesed 8 7

— Siz hele b ir aşağı inin, o zam an görüşürüz.

— Şim di işim var. Hem siz eşitliği en kaba biçim iyle görüyor­

sunuz. Çok farklı oysa. Dem inden beri b ir fark ı an latm ay a çalı­

şıyorum .

— Neymiş o fa rk ? ...

— Hem bilm ek istiyorsunuz. Hem de bunu öğrenm ek hiç um u­

runuzda değilm iş gibi davranıyorsunuz. Niçin?

— Hep öyle davranılm az mı?

— Evet çoğu zaman. M aalesef. Am a siz, başka tü rlü d a v ra n a ­ maz mısınız? Yani daha n az ik ... S evgiyle...

— N edir o sevgi dediğiniz...

— Tanım istem eyin benden.

— Hayır ama, bir dakka, ne işe yarar?

— Böyle sorarsanız, hiçbir işe yaram az dem ek zorunda kalırım .

— Ben böyle soruyorum .

— O zaman size bir çay söyleyelim ...

— Siz içmeyecek misiniz?

A raya giren beyi savdım Mesed. Nasılsın şimdi. Daha iyi m i­

sin? Yine evde kalm ak istiyorsun anladım . A llah kim seyi evsiz barksız etm esin ama, senin orda, pencerenin önünde öylece de­

nize bak arak oturm an üzüyor beni. P encerenin önündeki y erin ­ den kaldırıp götürm ek istiyorum seni. Nereye istersen ... Ama çok büyüdüm . Belki artık sevmezsin beni. Evlerim iz dağıldı. Evler dağıldı.

MÜNİR NURETTİN SELÇUK : «Tereddüt.» A ğlıyorsun. Sonra:

«Kederden mi neden bilmem sararm ış reng-i ruhsarım ?» Ağlıyo­

ruz. Y ağm ur yağıyor. Işıkları yakıyoruz. B irazdan akşam ezanı okunacak, ö n ü m üzde bir tab ak ta 2, 3 karadut. «Anne, çocuğun karşısında ağlama!» Ağla Mesed, ağla; iyi geliyor ağlam ak, b ili­

yorum . M asum ların karşısında ağlam ak y a tış tırır insanı. Ağla. Ağ­

lam ayanlardan olma. B ana da öğret.

Hadi O skar’a gidip bana oyuncak bakalım . Hadi ark a odanın penceresinden güvercinlere d a n atalım . Oyala beni Mesed. O ya­

lan. Sen kıpırdam a ölüm. V aktin geldi. E ller yukarı.

B ana oyalanacak m alzemeyi ver. F ak at bu m alzemeyle yapı­

lacak yapıların k ırılab ilir olduğunu her halinle belli et. İskambil kâğıdından yapılan şatolar gibi; üfleyince yerle b ir olsunlar. Ya da yüzüm ü okuyup üfle. Aynı şey. D ualarınla sil beni, yık. Yık.

O kad ar kırılganım k i... B ana verdiğin o ölüm lü güç. O bir men­

dile sarılm ış sedef rengi akide şekeri. M uska g ib i...

8 8 Defter

BÎR EKSİKLİK VAR: Bir boy dolaşalım geçer. Yani insanın eli­

ni uzatm ası, bir yere çarpm am ak için. U zatırken öne doğru eğil­

mesi biraz. Ve başka b ir elin ansızın yakalam ası uzattığınız eli Ne tuhaf: Yine sahanlıkta, iki m erdiven arasm dayız Mesed. «Biz şöyle b ir dolaşm aya iniyoruz!...» «Kime söylüyorsun bunu? Evde kimse yok ki!» «Olsun!»

SAAT KAÇ?: «Bilmem...» deme keyfi. Aç mısın? «Değilim» de­

me hüznü. Ya da : «Biz buralı değiliz, geçerken uğram ıştık, n a­

sılsınız?» C evapları önceden bilm ek... Sevgili olmak.: S ürekli m i­

safirlik. «Sen benim küçük m isafirim m işsin : B en sana y e r y a ta ­ ğı yapm ışım ... Çok yorgunm uşsun... Y atıp uykuya d a lm ış s ın ../

Ben sana m asal söylemişim; üstünü örtm üşüm senin...» Yeniden karşılaşm ak.

M ESED... CANIM ?!... Sen bana b ir soru sorm uştun, ben de bil­

mem diye cevap verm iştim ; h atırlıy o r m usun? Ç ocuklar sorulara hep bilm em diye cevap v e rirle r zaten. Cevabı sonradan uyd u ­ ru rla r. H atırlıyorum . Z ifiri k aran lık b u ra sı... Sıkı tu t elim i...

Son basam ağa geldik galiba...

MESED (1897 - 1968) YALIKÖY.

P A R Ç A L A N M I Ş Z A M A N I N A K I Ş I N D A

Nurdan Giirbilek

I.

Bazen k av ram lar hay atların ı kaybedebilir; b ir zam anlar dile ge­

tird ik leri y aşan tıların uzağına düşüp onları yargılay an kav ram ­ lara dönüşebilir. B ütünlük kavram ının da M arksist düşünce ta ­ rihinde —ve M arksist k ü ltü r eleştirisine kavram ı sokan L ukacs’- ın düşüncesinde— böyle b ir serüveni olm uştur. L ukacs’m 1930’- larda yazdığı, bu ülkede en çok benim senen yazılarındaki «bütün­

lük» kavram ı, b ir zam anlar açıklam aya çalıştığı parçalanm ış d ü n ­ yayla bağlarını bütü n ü y le koparm ış bir kavram dır. L ukacs’m ta ­ rihin bütün olduğunu, sağlıklı bilginin b ü tü n ü n bilgisi olduğunu, gerçekçi sanatın bütünü yansıtm ası gerektiğini savunan yazıları, ne tek tek insanların bölünm üşlüğünü ne de bunun üzerinde y ü k ­ selen m odern k ü ltü rü açıklayabildi. Böyle b ir bü tü n lü k kavram ı, nesnesine b ir yabancının gözünden, u zaktan ve dışardan baktığı için ancak onu yargılam akla yetindi. Yine de ısrarlı bir göz, b a­

zen ölü kavram ların ardında k ıpırdayan bir yaşantıyı farkedebi- lir. «Bir zam anlar bir insanda, b ir dönemde ya da b ir biçim de v a r­

olmuş b ir h ay a t...» Lukacs’m b ü tü n lü k kavram ı da başlangıçta, bir yandan bize yeni u fu k lar ve yeni özgürlükler sunarken bir yandan da bizden birşeyler çalan m odern dünyayla ilişkim izi so r­

gulayan bir kavram dı. însan ile doğanın, bilim ile sanatın, d üşün­

ce ile eylemin, felsefe ile politikanın ve tek tek y aşa n tılar ile Ha- y a t’m birbirine bugünkü k ad a r yabancı olm adığı b ü tü n lü k lü bir k ü ltü rü n anısını dile getiriyordu. B ugünün dünyasında bu anı, a r­

tık parçanın hak ların ı gözetm eyi öğrenen bizler için hiçbir anlam taşım ıyor olabilir mi?

II.

Lukacs Ruh ve Biçimler’de edebi biçim leri, b ir prizm adan k ırılarak yansıyan güneş ışığına benzetir.1 B aşlangıçta te k ve b ü tü n olan, biçim lerde bölünerek dile g etirileb ilir ancak. Biçim ler, b ir zam an­

la r tam olarak yaşanm ış b ir h a y a tın bize ulaşan kırılm ış p arçala­

rıdır. B enjam in’in dil hakkın d ak i yazısı da benzer b ir im geyi çağ­

9 0 Defter

rıştırır.2 B ir zam anlar dil bütündü : T an rı’nın dili, nesneyi ad lan ­ dıran arı ve dolayımsız b ir dildi. Nesneyi bilm e tutkusuyla so­

yutlam a ve dolayım ın dünyasında gezinen bizler içinse dil, bir «ge­

v e z e lik tir aslında. B ir kez üzerine konuşulan nesneden kopuklu­

ğunda, nesnenin kendisi dilsizleştiğinde, dil de bütünlüğünü kaybe­

der.

Dil ve biçim ler üzerine bu eskatolojik yorum lar, b ir bütünlüğün parçalanm asıyla b irlikte y arım kalm ış b ir hayata işaret eder hep.

«Bir zamanlar» der Lukacs, «bugün biçim adını verdiğim iz, tu t­

kuyla aradığım ız ve sanatsal y aratın ın soğuk heyecanlarıyla h a y a ­ tın akışından çekip çıkartm aya çalıştığımız şey, insanların içine doğan şeylerin doğallıkla dile getirilişinden ibaretti; boğulm am ış bir çığlık, b ir çırpınış ânının doğrudan dile getirilişi. İşte o zam an­

lar biçimin doğası hakkında so ru lar sorulm azdı. Biçim, m addeden ya da h ay a tta n ayrı tutulm az, biçimin farklı bir hayatı olduğu d ü ­ şünülm ezdi. Biçim, birbirine yabancı olm ayan iki ru h u b ir araya getiren, şa ir ile okuru b irbirine u laştıran en kısa, en dolaysız yol­

du».3

K uşkusuz bizim için bu dünyada gerçek olan k ırılm a lar ve dola- yım lar. Biçimler üzerine soruların bir kez sorulduğu, o rtak bir maddi hayata gönderm elerini kaybetm iş, dilin insanları birleştir- meyip böldüğünü farkeden b ir dünyada bu sözlerin ne anlam ı ola­

bilir? Bizler biraz da, içinde h ay at bulduğum uz biçim leri bizden önce yaşanm ış bir h ay atın kırılm ış p arç a la n olarak değil, bu dün­

yanın m alı olarak görm eye yatkın olduğum uz için moderniz. Ama aynı zam anda bu m odernliğin sınırlarını keşfeden b ir dünyada y a­

şadığım ız için Lukacs’m sözleri üzerinde düşünüyoruz : «Her im ­ ge, bu dünyanın m alıdır ve yüzünde bu dünyaya ait olm anın se­

vinci parıldar. Ama o bize aynı zam anda, bir zam anlar varolan b ir şeyi, b ir yeri —bir zam anlar ait olduğu evi— h a tırla tır; sonuçta bu, ruh için anlam ve önemi olan tek şeydir».4

III.

K aybedilen ev. Lukacs’m Roman K uram ı’ndaki yaklaşım ının te­

m elini de bu düşünce oluşturur. Çağdaş insanın evsizliğinin biçi­

mi olan rom an, bütünlüklü bir dünyanın biçimi olan destanın uzak bir yankısıdır. Roman, doğayla toplum un, benlikle dünyanın, öz­

neyle nesnenin b irbirine kalıcı olarak yabancı düştüğü bir dün y a­

nın m alıdır ama o bize aynı zam anda kaybedilen evi —destanın parçalanm am ış dünyasını— h a tırla tır : «Yıldızlı gökyüzünün gidi­

Parçalanm ış Zam anın A kışın da 9 1

lebilecek tüm yolların h aritası olduğu, yolların yıldızların ışığıy­

la aydınlandığı o çağlar ne m utluydu. O zam an herşey hem yeni, hem de tanıdıktı. S erüven doluydu am a yabancı değildi insana.

Dünya çok büyüktü am a yine eviydi insanların. Ç ünkü insanın r u ­ hunda y anan ateş, yıldızların ateşiyle aynı doğaya sahipti; dünya ve benlik, ışık ve ateş tam am en ay rı şeylerdi am a hiçbir zam an b ir­

b irleri için sürekli b ire r yabancı değildir».5 O dünyada da uzak­

lık la r v a rd ır am a bu n lar aşılm az u çu ru m lard an değil henüz eve varılm am ış oluşundandır. B erger’m tanım ıyla «ev başlangıçta y e r­

yüzünün m erkezidir» : Hem gökyüzünü hem de ölüler dünyasını anlam landırm ayı m üm kün kılan b ir merkez.® B enjam in de, artık kaybolan öykü anlatıcılığıyla rom an arasındaki fa rk ta n söz eder­

ken, tecrübe aktarım ını m üm kün kılan b ir k ü ltü rle m alu m at alış­

verişine dayanan bir k ü ltü r, arasındaki k arşıtlığı vurgular. îlk öy­

kü anlatıcıları, u z a k la n dolaşıp evlerine geri dönen denizciler ve o tu rd u k la n yerin bilgisine —gelenek ve efsanelerine— topluluğun diğer üyelerinden daha yakın olan usta zan aatk ârlard ır. Tüm bu tanım lar, b ir dağılm aya, çözülmeye, b ir kayba işare t e d e r : Bu dünyayı içine alan daire bizim için k ırılm ıştır. Lukacs’ın d ü şü n ­ cesinin tem elini o luşturan bü tü n lü k kavram ı, başlangıçta p a rç a la n ­ mış k ü ltü rü n bu kaybını kaydeden b ir kavram dır. R om an K u ra m ı’- nda Lukacs, Novalis’in sözlerinin izinde, o rtak b ir hafızayı m üm ­ kün kılan tanıdık b ir bütünlüğe du y u lan ihtiyacı dile g etirir : «Fel­

sefe aslında sıla hasretidir, insanın heryerde kendini evinde his­

setm e çabasıdır».7 IV.

İnsanları sayılara v uran kap italist dünyaya ideal b ir geçmiş top­

lum düşüncesinden —özellikle de ideal b ir Y unan toplum u imge­

sinden— yola çıkarak yöneltilen eleştiri, esas olarak 18. yüzyıldan itibaren rom antik karşı çıkışta dile getirilen b ir eleştiriydi. «Yıl­

dızlı gökyüzünün gidilebilecek tüm yolların h arita sı olduğu çağ­

lar» birçok şairin düşsel yurd u olm uştu. L ukacs’m, değişik dönem ­ lerinde farklı yorum larla yeniden okuduğu H ölderlin üzerinde dü­

şünülebilir. H ölderlin’in H yperion’u da doğayla bozuşm uş ıssız bir dünyada, kırık bir kabın dağınık p arçaları gibi b ir yana savrulm uş insanlar arasında sahipsiz kaldığında, geçm işin suçsuz kollarına atı­

lır. Geçmişin yıkın tıları arasında b ir zam anlar varolan, doğanın insanla söyleştiği m utlu birliği a rar. H yperion’un yenilgisi, tu tk u ­ ları k ad a r m u tlaktır. «Doğduğu adada, babasım n kapılarını kendi­

sine kapadığı gençlik bahçelerinde» de olsa bu dünyanın yabancısı

9 2 Defter

olarak k a la c a k tır : «Ben aslında yurtsuz, duraksız yaşam ak için bu dünyaya gelmişim. Ey toprak! Siz ey yıldızlar! Sonunda y erle­

şecek hiçbir y er bulam ayacak mıyım?»8 Benlik ve dünya bitmez b ir çatışm a içinde olduğunda göçebelik kaçınılm azdır : tnsan «ba- baevinden kovulm uş bir çocuk gibi» ortada kalm ıştır. Rom an Ku- ram ı’na dönersek, ideal bir Y unan toplum u düşüncesi Lukacs için de, insanın artık bir ev değil, b ir hapishane olan m odern toplum içindeki yabancılığını dile getirm enin aracı olur, özne, doğayı k en­

dine tabi kılm ıştır sonunda am a y aratıla n toplum , insam n bakışı­

na cevap verm eyen bu ikinci doğa «çoktan ölmüş içselliklerin m e­

zarıdır artık».

V.

B ugünün içselliği uyarm ayan taşlaşm ış biçim lerinin bir zam anlar yaşanm ış yekpare b ir hay atın parçaları olduğu düşüncesi, b ir ede­

bi biçim ler kuram ı elm anın ötesinde, Lukacs’ın kapitalizm in k u r­

duğu dünyaya ve m odern toplum un hay at ve ifade biçim lerine ba­

kışını yansıtır. Lukacs, M arksist olm adan önce yazdığı bu dönem yazılarında öncelikle radikal b ir anti-kapitalisttir. A lm an aydın­

larına k apitalist dünya karşısında tem el b ir ifade im kânı sağlayan, Lukacs’ın düşüncesinin de arkaplanım oluşturan rom antik anti-ka- pitalizm , öncelikle, b u rju v a toplum unun soyut m ülkiyet ve özgür­

lük fikirleriyle insanın eşitlenebilir ve hesaplanabilir bir niceliğe dönüşm esine karşı çıktı. Sığ b ir m addiyat karşısında ru h u n savu­

nusu, ilerlem e um udu karşısında organik b ir toplum düşüncesinin öne çıkarılışıydı. Kuşkusuz bu düşüncelerin A lm an aydınlarına

—kapitalizm i geç ve geriden izlemiş, dışsal ve yabancı b ir olgu olarak bir tü r tedhiş gibi algılam ış bir ülkenin aydınlarına özgü yanları vardır. Lukacs’ın organik b ir k ü ltü rü n anısını öne çıkarı­

şında ve kapitalizm eleştirisinde yabancılaşm a kuram ına tem el b ir yer verm esinde de M acar oluşunun etkileri a r a n a b ilir : Lukacs, yüzyıl başında kü ltü rel yapısı büyük ölçüde sarsılan am a b ü tü n ­ lük duygusunun henüz param parça olmadığı bir toplum un aydını­

dır. K apitalizm i geriden izleyen birçok başka ülkede olduğu gibi M acaristan’da da k u rtu lu şu n B atılılaşm aktan geçtiğini düşünen, burju v a liberalizm inde tarihsel b ir gecikm eyi gideren, arayı ka­

patm aya yönelik bir kalkınm a im kânı gören ayd ın lar vardı. L u ­ kacs, ülkesinin yakın geçmişinin k ü ltü rel d arlığına ve politik des­

potluğuna karşı olm akla birlikte, m odernleşm eci kalkınm a p ro je­

lerinde m eşrulaşan yabancı bir uygarlığın etkilerine karşı, tanıdık t i r k ü ltü rü n im kânlarını ifade edebilm ek için bü tü n lü k kavram ı­

na sarılır. Bu kavram a ilk kez tem el b ir y er verdiği Rom an K

ura-Parçalanm ış Zam anın A k ışın d a 9 3

9 4 Defter

haline getiren yabancılaştırıcı k arak terin i ortaya koyarken, öte yanda geleneksel ilişkileri parçalayan bu yıkım da bir özgürleşm e im kânı görür. M odern toplum un insanı kısm ileştiren niteliği ka­

d ar yaşanan krizin yıktığı sın ırları ve y arattığ ı dünya-tarihsel im ­ k ânları v u rg u lar : «Tüm sabit ve donm uş ilişkiler, berab erlerin d e­

ki eski önyargı ve fik irlerle birlik te sürüklenip g id er... Sonunda insanlar, kendi hay atların ı ve diğer insanlarla ilişkilerini belirle­

yen gerçek koşullarla yüz yüze kalırlar».15 B urjuva toplum u, b a­

ğım lılık ilişkilerini saran ideolojik haleyi dağıtarak ardındaki çıp­

lak çıkar ilişkilerini görü n ü r kılm ıştır. K apitalizm in rom antik eleş­

tirm enlerinin b ir yıkım gördüğü yerde, M arx bir yanılsam anın kı­

rılm asını görür. M odern toplum un «demir kafes»ine karşı b ir b ü ­ tü n olarak k ü ltü rü sav u nanlardan farklı olarak, «herşeyin k arşı­

tına gebe olduğu b ir çağda» m odern toplum un iç çatışm alarını öne çıkarır.

Berger, birçok A vrupa dilinde başlangıçta «köy» anlam ına gelen

«ev» kavram ının, zam anla aile içindeki m ülkiyetin—kad ın ların da m ülkiyetinin— bekçiliğini yapan bir aile ideolojisinin tem eline dö­

nüştüğünü, b ir yandan da insanları, onları yönetenlerin çıkarları uğruna ölüm e yollayan b ir «yurt» ideolojisine tem el o luşturduğu­

nu, böylece başlangıçtaki anlam ından çok uzağa düştüğünü söy­

ler.10 K apitalizm in parçalayıcı etkilerin e karşı kendi «ev»lerini sa­

vunan birçok aydının k ü ltü r savunusunun da zam anla bir «milli kültür» savunusuna varm ası tesadüf olmasa gerek. 20. yüzyıl b a­

şında A lm an aydınları arasında bunun birçok örneğine ra stla n a ­ bilir. Thomas Mann, uygarlığa karşı k ü ltü rü savunm ak adına I.

Dünya Savaşı’nı desteklem işti. B uraya bir de kayıtsızlık eklenebi­

lir : Esas olarak ruh ve san a tta ifadesini bulan «bir ve bütün» k ü l­

tü r savunusunun, kapitalizm in b ir önceki yüzyılda yol açtığı k ay­

bı dile getirdiği, m odem toplum un kelim enin başlangıçtaki an la­

m ıyla ev-sizleştirdiği insanların kültürlerini, toplu b ir yıkım so­

nucu kendi dünyalarından, tecrübe ve bilgilerinden kopartılarak zorla özgürleştirilen insanların tarihini, zorunlu b ir göçle dağılan evlerin hikâyesini kaydettiğini söylemek m üm kün mü? Nasıl ay ­ dınların yasını tu ttu ğ u b ü tü n lü k te çalışarak kurulm uş ve korun­

m uş evlere y er yoktuysa, bu bütünlüğün parçalanm asının hikâyesi de som ut ta rih içinde tek er te k e r dağılm ış evleri içermedi.

VII.

Roman K uram ı’nda bü tü n lü k kavram ı, varolan b ir bütünlüğü dile getirm ekten çok m odem toplum da ancak b ir geçmiş imgesi olarak

Parçalanm ış Zam anın A kışın da y er yoktur; Lukacs’ın uzlaşmazlığı, ancak radikal olarak aşılabile­

cek b ir yabancılığı bu dünyada kısm i olarak çözme çabalarını k a r­

9 6 Defter

olarak yazılabileceğini söyler. Don Kişot nesnelliğini ironide b u l­

m uştur; ironi, öznenin kendi sınırlarım farketm esi, gerçekliğin n i­

hai zaferini teslim etmesi, «öznenin b ir daha kurulam ayacak b ir cennet fikriyle dönüp kendisine bakm asıdır».20 Roman, biçim inde yeniden kurduğu b ü tünlükle a rtık varolm ayanın bu dünyadaki iz­

lerini a ra r am a Lukacs, bu arayışın eşyadan kopuk b ir ideale, n es­

neden uzaklaşm ış b ir arzuya dönüşm esine, a y n düşm üş dün y ala­

rın öznenin niyetleri doğrultusunda birleştirilm esine karşı çıkar.

Bu yüzden negatif b ir bü tü n lü k savunusudur bu: ö zlem b irb iri­

ne yabancı insan lar arasındaki köprü d ü r am a aynı zam anda onla­

rın birleşm e um u tların ı da b ütünüyle o rtadan kaldırır; birleşm ek, tek olmak, eve dönm ektir oysa gerçek özlemin hiçbir zam an b ir evi olm am ıştır, özlem , kaybedilen evi m utlak sürgünün h a y a t dolu düş­

lerinde yeniden k u ra r; özlem kaybedilen eve giden yolların aran ı - şıdır. G erçek özlem, dış dünyaya açılan tüm p atik aların a rağm en aslında hep içe dön ü k tü r am a yalnızca dönük, çünkü h içbir za­

m an içerde h u zu r bulamaz, çünkü en d erin benliğini dahi ancak

m an içerde h u zu r bulamaz, çünkü en d erin benliğini dahi ancak

Belgede Sayı 1, Ekim-Kasım 1987 (sayfa 72-139)

Benzer Belgeler