M E S E D
Hür Yumer
Bırakılmanın hüznü, unutulmanın . çisentisiyle ıslaktır.
(Oktay Rifat, Dilsiz Ve Çıplak - Denize Bulanmış Atlar, 3)
Sana yazm aya başlarken adının anlam ını bile bilm ediğim i fark ettim . Sana başka bir ad verm eye dilim varm ıyor. S ana yazm aya başlam ak bile sana kıym ak aslın d a... Yazmak! B ellekte kalanların, ya da bellekten silinm eyen sabit im gelerin yanında ne k ad a r cılız kalıyor bu sözcük b ir bilsen! Yazı: K âğıda dökülen sözcükler sırlanı- şı. H ayat: Belleğe yer eden imgeler. E ğer amaç arad ak i fa rk ı yaz
maksa, ya da aradaki farksızlığı, yanılm ıyorum : Senin ölü halinle, benim le yaşadığını söyler ya da yazarken yanılm ıyorum .
Ama b ir yargıç olarak değil, sevgisinden kuşkulandığım bir sevgili olarak yaşıyorsun, ö lü le rin gözkapaklarım ız gerisindeki h a yatı akıldışıdır. Sevgi de akıldışıdır. Sevginden kuşkulanm am am için sana kıym am gerekiyor. H azır mısın? Eğer b ir ruh çağırm ay
sa bu, gelm eye hazır mısın?
Geçmiş hep aynı biçimde dolduruyor günlerim i. H alin k ırın tıla rına yapışıp kendi odasına, senin y anına g ötürüyor beni. Sana baş
ka b ir hikâye, başka b ir masal, başka b ir ad uydurm am m üm kün.
Ama eksiklik, içinde yaşadığım kocaman bir saray. Ve garip tir, ba
na anlattığın o m asal saraylarına, ya da insanın içinde kayboluver- diği o sık o rm anlara benziyor.
Sevgi tek ra rd ır. K ötü şiirlerdeki, tekerlem elerdeki, boş inanç
lardaki, saplantılardaki, büyülerdeki tek ra r. Beni büyülediğine gü
lebilirim , Ama gülm ekle kalm az mıyım? U yduruk b ir ad koyam a
dığım sen, gülm ekle kalm az m ısın?... Üstelik, onca yıl, ya da tam cn üç yıl. Olm am ış gibi geçmiş onca<?şey!
O rtak hikâyem izin radyodan dinlenen h ab erlere benzem esini is
terdim ; isteyen radyo hab er kay ıtların ı k arıştırıp seni ve beni eliyle
8 2 Defter
ezarlık-Mesed 8 3
8 4 Defter direnm ekten. K örlere arkadaşlık eden özel yetiştirilm iş köpekleri andırıyorum . Pencereden bakarken de ay m şey: Elin kazağım ın pencereden b akarken korkutm azlardı. Sadece sokakta, dışarıda korkutucu olurlardı. O böcekler gider, yerine devler gelirdi. Sokak ayrı b ir düzeydi, ev ayrı bir düzey. Eve gelindiği m erdivenlerden
Mesed 8 5
8 6 Defter
Mesed 8 7
— Siz hele b ir aşağı inin, o zam an görüşürüz.
— Şim di işim var. Hem siz eşitliği en kaba biçim iyle görüyor
sunuz. Çok farklı oysa. Dem inden beri b ir fark ı an latm ay a çalı
şıyorum .
— Neymiş o fa rk ? ...
— Hem bilm ek istiyorsunuz. Hem de bunu öğrenm ek hiç um u
runuzda değilm iş gibi davranıyorsunuz. Niçin?
— Hep öyle davranılm az mı?
— Evet çoğu zaman. M aalesef. Am a siz, başka tü rlü d a v ra n a maz mısınız? Yani daha n az ik ... S evgiyle...
— N edir o sevgi dediğiniz...
— Tanım istem eyin benden.
— Hayır ama, bir dakka, ne işe yarar?
— Böyle sorarsanız, hiçbir işe yaram az dem ek zorunda kalırım .
— Ben böyle soruyorum .
— O zaman size bir çay söyleyelim ...
— Siz içmeyecek misiniz?
A raya giren beyi savdım Mesed. Nasılsın şimdi. Daha iyi m i
sin? Yine evde kalm ak istiyorsun anladım . A llah kim seyi evsiz barksız etm esin ama, senin orda, pencerenin önünde öylece de
nize bak arak oturm an üzüyor beni. P encerenin önündeki y erin den kaldırıp götürm ek istiyorum seni. Nereye istersen ... Ama çok büyüdüm . Belki artık sevmezsin beni. Evlerim iz dağıldı. Evler dağıldı.
MÜNİR NURETTİN SELÇUK : «Tereddüt.» A ğlıyorsun. Sonra:
«Kederden mi neden bilmem sararm ış reng-i ruhsarım ?» Ağlıyo
ruz. Y ağm ur yağıyor. Işıkları yakıyoruz. B irazdan akşam ezanı okunacak, ö n ü m üzde bir tab ak ta 2, 3 karadut. «Anne, çocuğun karşısında ağlama!» Ağla Mesed, ağla; iyi geliyor ağlam ak, b ili
yorum . M asum ların karşısında ağlam ak y a tış tırır insanı. Ağla. Ağ
lam ayanlardan olma. B ana da öğret.
Hadi O skar’a gidip bana oyuncak bakalım . Hadi ark a odanın penceresinden güvercinlere d a n atalım . Oyala beni Mesed. O ya
lan. Sen kıpırdam a ölüm. V aktin geldi. E ller yukarı.
B ana oyalanacak m alzemeyi ver. F ak at bu m alzemeyle yapı
lacak yapıların k ırılab ilir olduğunu her halinle belli et. İskambil kâğıdından yapılan şatolar gibi; üfleyince yerle b ir olsunlar. Ya da yüzüm ü okuyup üfle. Aynı şey. D ualarınla sil beni, yık. Yık.
O kad ar kırılganım k i... B ana verdiğin o ölüm lü güç. O bir men
dile sarılm ış sedef rengi akide şekeri. M uska g ib i...
8 8 Defter
BÎR EKSİKLİK VAR: Bir boy dolaşalım geçer. Yani insanın eli
ni uzatm ası, bir yere çarpm am ak için. U zatırken öne doğru eğil
mesi biraz. Ve başka b ir elin ansızın yakalam ası uzattığınız eli Ne tuhaf: Yine sahanlıkta, iki m erdiven arasm dayız Mesed. «Biz şöyle b ir dolaşm aya iniyoruz!...» «Kime söylüyorsun bunu? Evde kimse yok ki!» «Olsun!»
SAAT KAÇ?: «Bilmem...» deme keyfi. Aç mısın? «Değilim» de
me hüznü. Ya da : «Biz buralı değiliz, geçerken uğram ıştık, n a
sılsınız?» C evapları önceden bilm ek... Sevgili olmak.: S ürekli m i
safirlik. «Sen benim küçük m isafirim m işsin : B en sana y e r y a ta ğı yapm ışım ... Çok yorgunm uşsun... Y atıp uykuya d a lm ış s ın ../
Ben sana m asal söylemişim; üstünü örtm üşüm senin...» Yeniden karşılaşm ak.
M ESED... CANIM ?!... Sen bana b ir soru sorm uştun, ben de bil
mem diye cevap verm iştim ; h atırlıy o r m usun? Ç ocuklar sorulara hep bilm em diye cevap v e rirle r zaten. Cevabı sonradan uyd u ru rla r. H atırlıyorum . Z ifiri k aran lık b u ra sı... Sıkı tu t elim i...
Son basam ağa geldik galiba...
MESED (1897 - 1968) YALIKÖY.
P A R Ç A L A N M I Ş Z A M A N I N A K I Ş I N D A
Nurdan Giirbilek
I.
Bazen k av ram lar hay atların ı kaybedebilir; b ir zam anlar dile ge
tird ik leri y aşan tıların uzağına düşüp onları yargılay an kav ram lara dönüşebilir. B ütünlük kavram ının da M arksist düşünce ta rihinde —ve M arksist k ü ltü r eleştirisine kavram ı sokan L ukacs’- ın düşüncesinde— böyle b ir serüveni olm uştur. L ukacs’m 1930’- larda yazdığı, bu ülkede en çok benim senen yazılarındaki «bütün
lük» kavram ı, b ir zam anlar açıklam aya çalıştığı parçalanm ış d ü n yayla bağlarını bütü n ü y le koparm ış bir kavram dır. L ukacs’m ta rihin bütün olduğunu, sağlıklı bilginin b ü tü n ü n bilgisi olduğunu, gerçekçi sanatın bütünü yansıtm ası gerektiğini savunan yazıları, ne tek tek insanların bölünm üşlüğünü ne de bunun üzerinde y ü k selen m odern k ü ltü rü açıklayabildi. Böyle b ir bü tü n lü k kavram ı, nesnesine b ir yabancının gözünden, u zaktan ve dışardan baktığı için ancak onu yargılam akla yetindi. Yine de ısrarlı bir göz, b a
zen ölü kavram ların ardında k ıpırdayan bir yaşantıyı farkedebi- lir. «Bir zam anlar bir insanda, b ir dönemde ya da b ir biçim de v a r
olmuş b ir h ay a t...» Lukacs’m b ü tü n lü k kavram ı da başlangıçta, bir yandan bize yeni u fu k lar ve yeni özgürlükler sunarken bir yandan da bizden birşeyler çalan m odern dünyayla ilişkim izi so r
gulayan bir kavram dı. însan ile doğanın, bilim ile sanatın, d üşün
ce ile eylemin, felsefe ile politikanın ve tek tek y aşa n tılar ile Ha- y a t’m birbirine bugünkü k ad a r yabancı olm adığı b ü tü n lü k lü bir k ü ltü rü n anısını dile getiriyordu. B ugünün dünyasında bu anı, a r
tık parçanın hak ların ı gözetm eyi öğrenen bizler için hiçbir anlam taşım ıyor olabilir mi?
II.
Lukacs Ruh ve Biçimler’de edebi biçim leri, b ir prizm adan k ırılarak yansıyan güneş ışığına benzetir.1 B aşlangıçta te k ve b ü tü n olan, biçim lerde bölünerek dile g etirileb ilir ancak. Biçim ler, b ir zam an
la r tam olarak yaşanm ış b ir h a y a tın bize ulaşan kırılm ış p arçala
rıdır. B enjam in’in dil hakkın d ak i yazısı da benzer b ir im geyi çağ
9 0 Defter
rıştırır.2 B ir zam anlar dil bütündü : T an rı’nın dili, nesneyi ad lan dıran arı ve dolayımsız b ir dildi. Nesneyi bilm e tutkusuyla so
yutlam a ve dolayım ın dünyasında gezinen bizler içinse dil, bir «ge
v e z e lik tir aslında. B ir kez üzerine konuşulan nesneden kopuklu
ğunda, nesnenin kendisi dilsizleştiğinde, dil de bütünlüğünü kaybe
der.
Dil ve biçim ler üzerine bu eskatolojik yorum lar, b ir bütünlüğün parçalanm asıyla b irlikte y arım kalm ış b ir hayata işaret eder hep.
«Bir zamanlar» der Lukacs, «bugün biçim adını verdiğim iz, tu t
kuyla aradığım ız ve sanatsal y aratın ın soğuk heyecanlarıyla h a y a tın akışından çekip çıkartm aya çalıştığımız şey, insanların içine doğan şeylerin doğallıkla dile getirilişinden ibaretti; boğulm am ış bir çığlık, b ir çırpınış ânının doğrudan dile getirilişi. İşte o zam an
lar biçimin doğası hakkında so ru lar sorulm azdı. Biçim, m addeden ya da h ay a tta n ayrı tutulm az, biçimin farklı bir hayatı olduğu d ü şünülm ezdi. Biçim, birbirine yabancı olm ayan iki ru h u b ir araya getiren, şa ir ile okuru b irbirine u laştıran en kısa, en dolaysız yol
du».3
K uşkusuz bizim için bu dünyada gerçek olan k ırılm a lar ve dola- yım lar. Biçimler üzerine soruların bir kez sorulduğu, o rtak bir maddi hayata gönderm elerini kaybetm iş, dilin insanları birleştir- meyip böldüğünü farkeden b ir dünyada bu sözlerin ne anlam ı ola
bilir? Bizler biraz da, içinde h ay at bulduğum uz biçim leri bizden önce yaşanm ış bir h ay atın kırılm ış p arç a la n olarak değil, bu dün
yanın m alı olarak görm eye yatkın olduğum uz için moderniz. Ama aynı zam anda bu m odernliğin sınırlarını keşfeden b ir dünyada y a
şadığım ız için Lukacs’m sözleri üzerinde düşünüyoruz : «Her im ge, bu dünyanın m alıdır ve yüzünde bu dünyaya ait olm anın se
vinci parıldar. Ama o bize aynı zam anda, bir zam anlar varolan b ir şeyi, b ir yeri —bir zam anlar ait olduğu evi— h a tırla tır; sonuçta bu, ruh için anlam ve önemi olan tek şeydir».4
III.
K aybedilen ev. Lukacs’m Roman K uram ı’ndaki yaklaşım ının te
m elini de bu düşünce oluşturur. Çağdaş insanın evsizliğinin biçi
mi olan rom an, bütünlüklü bir dünyanın biçimi olan destanın uzak bir yankısıdır. Roman, doğayla toplum un, benlikle dünyanın, öz
neyle nesnenin b irbirine kalıcı olarak yabancı düştüğü bir dün y a
nın m alıdır ama o bize aynı zam anda kaybedilen evi —destanın parçalanm am ış dünyasını— h a tırla tır : «Yıldızlı gökyüzünün gidi
Parçalanm ış Zam anın A kışın da 9 1
lebilecek tüm yolların h aritası olduğu, yolların yıldızların ışığıy
la aydınlandığı o çağlar ne m utluydu. O zam an herşey hem yeni, hem de tanıdıktı. S erüven doluydu am a yabancı değildi insana.
Dünya çok büyüktü am a yine eviydi insanların. Ç ünkü insanın r u hunda y anan ateş, yıldızların ateşiyle aynı doğaya sahipti; dünya ve benlik, ışık ve ateş tam am en ay rı şeylerdi am a hiçbir zam an b ir
b irleri için sürekli b ire r yabancı değildir».5 O dünyada da uzak
lık la r v a rd ır am a bu n lar aşılm az u çu ru m lard an değil henüz eve varılm am ış oluşundandır. B erger’m tanım ıyla «ev başlangıçta y e r
yüzünün m erkezidir» : Hem gökyüzünü hem de ölüler dünyasını anlam landırm ayı m üm kün kılan b ir merkez.® B enjam in de, artık kaybolan öykü anlatıcılığıyla rom an arasındaki fa rk ta n söz eder
ken, tecrübe aktarım ını m üm kün kılan b ir k ü ltü rle m alu m at alış
verişine dayanan bir k ü ltü r, arasındaki k arşıtlığı vurgular. îlk öy
kü anlatıcıları, u z a k la n dolaşıp evlerine geri dönen denizciler ve o tu rd u k la n yerin bilgisine —gelenek ve efsanelerine— topluluğun diğer üyelerinden daha yakın olan usta zan aatk ârlard ır. Tüm bu tanım lar, b ir dağılm aya, çözülmeye, b ir kayba işare t e d e r : Bu dünyayı içine alan daire bizim için k ırılm ıştır. Lukacs’ın d ü şü n cesinin tem elini o luşturan bü tü n lü k kavram ı, başlangıçta p a rç a la n mış k ü ltü rü n bu kaybını kaydeden b ir kavram dır. R om an K u ra m ı’- nda Lukacs, Novalis’in sözlerinin izinde, o rtak b ir hafızayı m üm kün kılan tanıdık b ir bütünlüğe du y u lan ihtiyacı dile g etirir : «Fel
sefe aslında sıla hasretidir, insanın heryerde kendini evinde his
setm e çabasıdır».7 IV.
İnsanları sayılara v uran kap italist dünyaya ideal b ir geçmiş top
lum düşüncesinden —özellikle de ideal b ir Y unan toplum u imge
sinden— yola çıkarak yöneltilen eleştiri, esas olarak 18. yüzyıldan itibaren rom antik karşı çıkışta dile getirilen b ir eleştiriydi. «Yıl
dızlı gökyüzünün gidilebilecek tüm yolların h arita sı olduğu çağ
lar» birçok şairin düşsel yurd u olm uştu. L ukacs’m, değişik dönem lerinde farklı yorum larla yeniden okuduğu H ölderlin üzerinde dü
şünülebilir. H ölderlin’in H yperion’u da doğayla bozuşm uş ıssız bir dünyada, kırık bir kabın dağınık p arçaları gibi b ir yana savrulm uş insanlar arasında sahipsiz kaldığında, geçm işin suçsuz kollarına atı
lır. Geçmişin yıkın tıları arasında b ir zam anlar varolan, doğanın insanla söyleştiği m utlu birliği a rar. H yperion’un yenilgisi, tu tk u ları k ad a r m u tlaktır. «Doğduğu adada, babasım n kapılarını kendi
sine kapadığı gençlik bahçelerinde» de olsa bu dünyanın yabancısı
9 2 Defter
olarak k a la c a k tır : «Ben aslında yurtsuz, duraksız yaşam ak için bu dünyaya gelmişim. Ey toprak! Siz ey yıldızlar! Sonunda y erle
şecek hiçbir y er bulam ayacak mıyım?»8 Benlik ve dünya bitmez b ir çatışm a içinde olduğunda göçebelik kaçınılm azdır : tnsan «ba- baevinden kovulm uş bir çocuk gibi» ortada kalm ıştır. Rom an Ku- ram ı’na dönersek, ideal bir Y unan toplum u düşüncesi Lukacs için de, insanın artık bir ev değil, b ir hapishane olan m odern toplum içindeki yabancılığını dile getirm enin aracı olur, özne, doğayı k en
dine tabi kılm ıştır sonunda am a y aratıla n toplum , insam n bakışı
na cevap verm eyen bu ikinci doğa «çoktan ölmüş içselliklerin m e
zarıdır artık».
V.
B ugünün içselliği uyarm ayan taşlaşm ış biçim lerinin bir zam anlar yaşanm ış yekpare b ir hay atın parçaları olduğu düşüncesi, b ir ede
bi biçim ler kuram ı elm anın ötesinde, Lukacs’ın kapitalizm in k u r
duğu dünyaya ve m odern toplum un hay at ve ifade biçim lerine ba
kışını yansıtır. Lukacs, M arksist olm adan önce yazdığı bu dönem yazılarında öncelikle radikal b ir anti-kapitalisttir. A lm an aydın
larına k apitalist dünya karşısında tem el b ir ifade im kânı sağlayan, Lukacs’ın düşüncesinin de arkaplanım oluşturan rom antik anti-ka- pitalizm , öncelikle, b u rju v a toplum unun soyut m ülkiyet ve özgür
lük fikirleriyle insanın eşitlenebilir ve hesaplanabilir bir niceliğe dönüşm esine karşı çıktı. Sığ b ir m addiyat karşısında ru h u n savu
nusu, ilerlem e um udu karşısında organik b ir toplum düşüncesinin öne çıkarılışıydı. Kuşkusuz bu düşüncelerin A lm an aydınlarına
—kapitalizm i geç ve geriden izlemiş, dışsal ve yabancı b ir olgu olarak bir tü r tedhiş gibi algılam ış bir ülkenin aydınlarına özgü yanları vardır. Lukacs’ın organik b ir k ü ltü rü n anısını öne çıkarı
şında ve kapitalizm eleştirisinde yabancılaşm a kuram ına tem el b ir yer verm esinde de M acar oluşunun etkileri a r a n a b ilir : Lukacs, yüzyıl başında kü ltü rel yapısı büyük ölçüde sarsılan am a b ü tü n lük duygusunun henüz param parça olmadığı bir toplum un aydını
dır. K apitalizm i geriden izleyen birçok başka ülkede olduğu gibi M acaristan’da da k u rtu lu şu n B atılılaşm aktan geçtiğini düşünen, burju v a liberalizm inde tarihsel b ir gecikm eyi gideren, arayı ka
patm aya yönelik bir kalkınm a im kânı gören ayd ın lar vardı. L u kacs, ülkesinin yakın geçmişinin k ü ltü rel d arlığına ve politik des
potluğuna karşı olm akla birlikte, m odernleşm eci kalkınm a p ro je
lerinde m eşrulaşan yabancı bir uygarlığın etkilerine karşı, tanıdık t i r k ü ltü rü n im kânlarını ifade edebilm ek için bü tü n lü k kavram ı
na sarılır. Bu kavram a ilk kez tem el b ir y er verdiği Rom an K
ura-Parçalanm ış Zam anın A k ışın d a 9 3
9 4 Defter
haline getiren yabancılaştırıcı k arak terin i ortaya koyarken, öte yanda geleneksel ilişkileri parçalayan bu yıkım da bir özgürleşm e im kânı görür. M odern toplum un insanı kısm ileştiren niteliği ka
d ar yaşanan krizin yıktığı sın ırları ve y arattığ ı dünya-tarihsel im k ânları v u rg u lar : «Tüm sabit ve donm uş ilişkiler, berab erlerin d e
ki eski önyargı ve fik irlerle birlik te sürüklenip g id er... Sonunda insanlar, kendi hay atların ı ve diğer insanlarla ilişkilerini belirle
yen gerçek koşullarla yüz yüze kalırlar».15 B urjuva toplum u, b a
ğım lılık ilişkilerini saran ideolojik haleyi dağıtarak ardındaki çıp
lak çıkar ilişkilerini görü n ü r kılm ıştır. K apitalizm in rom antik eleş
tirm enlerinin b ir yıkım gördüğü yerde, M arx bir yanılsam anın kı
rılm asını görür. M odern toplum un «demir kafes»ine karşı b ir b ü tü n olarak k ü ltü rü sav u nanlardan farklı olarak, «herşeyin k arşı
tına gebe olduğu b ir çağda» m odern toplum un iç çatışm alarını öne çıkarır.
Berger, birçok A vrupa dilinde başlangıçta «köy» anlam ına gelen
«ev» kavram ının, zam anla aile içindeki m ülkiyetin—kad ın ların da m ülkiyetinin— bekçiliğini yapan bir aile ideolojisinin tem eline dö
nüştüğünü, b ir yandan da insanları, onları yönetenlerin çıkarları uğruna ölüm e yollayan b ir «yurt» ideolojisine tem el o luşturduğu
nu, böylece başlangıçtaki anlam ından çok uzağa düştüğünü söy
ler.10 K apitalizm in parçalayıcı etkilerin e karşı kendi «ev»lerini sa
vunan birçok aydının k ü ltü r savunusunun da zam anla bir «milli kültür» savunusuna varm ası tesadüf olmasa gerek. 20. yüzyıl b a
şında A lm an aydınları arasında bunun birçok örneğine ra stla n a bilir. Thomas Mann, uygarlığa karşı k ü ltü rü savunm ak adına I.
Dünya Savaşı’nı desteklem işti. B uraya bir de kayıtsızlık eklenebi
lir : Esas olarak ruh ve san a tta ifadesini bulan «bir ve bütün» k ü l
tü r savunusunun, kapitalizm in b ir önceki yüzyılda yol açtığı k ay
bı dile getirdiği, m odem toplum un kelim enin başlangıçtaki an la
m ıyla ev-sizleştirdiği insanların kültürlerini, toplu b ir yıkım so
nucu kendi dünyalarından, tecrübe ve bilgilerinden kopartılarak zorla özgürleştirilen insanların tarihini, zorunlu b ir göçle dağılan evlerin hikâyesini kaydettiğini söylemek m üm kün mü? Nasıl ay dınların yasını tu ttu ğ u b ü tü n lü k te çalışarak kurulm uş ve korun
m uş evlere y er yoktuysa, bu bütünlüğün parçalanm asının hikâyesi de som ut ta rih içinde tek er te k e r dağılm ış evleri içermedi.
VII.
Roman K uram ı’nda bü tü n lü k kavram ı, varolan b ir bütünlüğü dile getirm ekten çok m odem toplum da ancak b ir geçmiş imgesi olarak
Parçalanm ış Zam anın A kışın da y er yoktur; Lukacs’ın uzlaşmazlığı, ancak radikal olarak aşılabile
cek b ir yabancılığı bu dünyada kısm i olarak çözme çabalarını k a r
9 6 Defter
olarak yazılabileceğini söyler. Don Kişot nesnelliğini ironide b u l
m uştur; ironi, öznenin kendi sınırlarım farketm esi, gerçekliğin n i
hai zaferini teslim etmesi, «öznenin b ir daha kurulam ayacak b ir cennet fikriyle dönüp kendisine bakm asıdır».20 Roman, biçim inde yeniden kurduğu b ü tünlükle a rtık varolm ayanın bu dünyadaki iz
lerini a ra r am a Lukacs, bu arayışın eşyadan kopuk b ir ideale, n es
neden uzaklaşm ış b ir arzuya dönüşm esine, a y n düşm üş dün y ala
rın öznenin niyetleri doğrultusunda birleştirilm esine karşı çıkar.
Bu yüzden negatif b ir bü tü n lü k savunusudur bu: ö zlem b irb iri
ne yabancı insan lar arasındaki köprü d ü r am a aynı zam anda onla
rın birleşm e um u tların ı da b ütünüyle o rtadan kaldırır; birleşm ek, tek olmak, eve dönm ektir oysa gerçek özlemin hiçbir zam an b ir evi olm am ıştır, özlem , kaybedilen evi m utlak sürgünün h a y a t dolu düş
lerinde yeniden k u ra r; özlem kaybedilen eve giden yolların aran ı - şıdır. G erçek özlem, dış dünyaya açılan tüm p atik aların a rağm en aslında hep içe dön ü k tü r am a yalnızca dönük, çünkü h içbir za
m an içerde h u zu r bulamaz, çünkü en d erin benliğini dahi ancak
m an içerde h u zu r bulamaz, çünkü en d erin benliğini dahi ancak