• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MEKAN-NESNE-KORKU İLİŞKİSİ

2.4. Mekânı Tekinsizleştiren Nesne

Mekân deneyiminin olağandışı hali, insanı farklılaştıran ve değiştiren bir etkinin var oluşudur. Mekânın olağan halden çıkması durumu da insanın içsel süreçleriyle ilgilidir. İnsanın ruhsal olarak değişimini mekâna yansıtması mekânın düzenlenişine yol açar. Ev, “bedene dair algı, duygulanım, düşlem ve düşünceleri bir araya getiren ve kendilik düşüncesi, davranışlar ve çevre ile olan ilişkilerin alanıdır (Eıguer, 2013, s. 20). Freud'un "tekinsizinin insanın evinde kendisini huzursuz hissetmesi, "tekinsizin mekânla alakalı sarsılmaları olmasıyla da ilgilidir. Kişinin kaygılı halinin mekâna yansıması evin düzenini bozar. Sanatta da mekân deneyimi ve temsili yalnızca mekânın eserde bir yan etki olmasıyla açıklanamaz. Sanatta mekânın temsili aynı ev örneğinde ki gibi öznenin sahip olduğu izlerin yansımasıyla kaynağını bulur. Romantik mekân tasarımı, eski harabeler ve doğanın sırlarına kapılma arzusuna karşılık gelmektedir. Filozof Novalis'in "felsefe sıla hasreti" sözündeki gibi romantik sanatçı bir gezgindir. Nostaljicidir, arayış içinde olandır. Bu mümkün olmayan bir arayıştır. Mekân romantik bireyin kaybolacağı bir arayıştır. Öznenin sarsılma noktası ise kendini kaybetmedir. Bu yüzden harabeler, büyüye, hayaletlere, karanlığa, doğanın gizemine, açıklanamaz olanda, "miadı dolmuş denen boyutu" gösterme amacını gerçekleştirme görevindedir (Starobonski, 2012, s. 158). Geçmiş zamanlara ait harabeler göz alıcılıklarıyla geçmiş zamanın ötesindeki gezginin, modern melankolik insanın bu mesafeyi daraltabilmesini sağlayan seyirler sunmaktadırlar. "Razı olunan bir ölümün araya girmesi üzerine insan ve tabiat arasında bir uyum" kurmaktadırlar (Starobonski, 2012, s. 160). Bahsedilen uyum doğa ile kültür

32

arasındadır. Eski yapılar, kültürün kalıntıları olarak eski zamanlara ait tinselliğin ürünleridir. Doğa ise bu yapıları saran, sarmalayan onları içine alan kuvvettir. Melankolinin bir diğer yüzü de doğanın bu gücü, kültürünü yutan ölüm yazgısını andırmaktadır. Bir korku olmayan bu yazgı melankolinin geçmişe özlem, eski insanların bilgeliğine ve dünyasına dair beslenen inanç, doğaya ait büyüselliğin huzuru demektir. Harabelerin gizeminde kendini kaybetmek, "harabelerde hayale dalmak", varoluşun insana "ait olmaktan çıktığını ve şimdiden uçsuz bucaksız bir unutuluşa" kavuşulduğunu " hissetmektir" (Starobonski, 2012, s. 162).

Resim 1. Richard Wilson, Avernus Gölü, (1765)

https://artuk.org/discover/artworks/landscape-with-lake-avernus-104546

İngiliz ressam Richard Wilson'un "Avernus Gölü" (1765) adlı resmi ilk bakışta sade olmasından dolayı klasik bir manzara resmini anımsatmaktadır. Fakat manzaranın tarihsel ve özellikle mitsel önemi göz önünde bulundurulduğunda tipik bir romantik manzara resmi olduğu anlaşılmaktadır. Avernus, antik Roma zamanından beri bilinen volkanik bir göldür. Eski zamanlarda Romalılar Avernus çevresinde yerleşim kurmuşlardır. Göl diğer yandan Hades'in yer altı dünyasına açılan yolun başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Wilson'un resmi Roma'ya özgü yapılar barındırmaktadır. Wilson'un dikkat çekmek istediği şey doğanın bu sade güzelliği içerisindeki harabelerin ihtişamıdır. 19.YY da kentleşme beraberinde insanların birbirlerine yabancılaşması, birbirlerine karşı çekinceleri bulunması gibi huzursuz bir duygular bütününü meydana getirecekti. Walter

33

Benjamin "XIX. Yüzyıl'ın Başkenti Paris" adlı yazısında mimaride demirin kullanımının tarihin ilk yapay malzeme kullanımı olduğunu yazar (Benjamin, 2001, s. 89).

Romantik doğanın gökyüzüne, kayalıklara, ormanlara duyduğu heyecanın, doğayla bir olmuş harabelerin uyandırdığı melankolinin yanı sıra demirin sanayi devrimiyle beraber kullanılması kültürün ikinci bir doğa haline gelmesi ya da doğanın yerini almasına sebep olmuştur. Metropoller, on dokuzuncu yüzyıl Avrupa'sında yeni bir toplum ve toplumsal ilişkilerin oluşmasında, Fransız ve Sanayi Devrimi sonrasında devrim etkileri barındıran aynı zamanda da ortaya çıkardıkları yeni yaşamın şekillenmesine imkan veren mekanlar olacaktı. Bu yeni deneyimler ve duygular insan ruhuna ve varoluşuna zararı dokunacak bir noktaya ulaşacak ve insan sürekli bir huzursuzluk, yorgunluk ve tükenmişlik yaşayacaktı. Romantik mekânların içe dalmaya neden olan büyüsü metropollerde caddelerde, dükkânlarda, sokaklarda, eğlence yerlerinde insanın kendine ve diğerlerine yabancılaşmasına yol açacaktı. Bunun yanında da metropollerin sahip olduğu uyarıcı güç ve yeni deneyimler coşkuyla karşılanacaktı. Fransız düşünür ve yazar Jean Jacques Rousseau "Yeni Heloise" (1761) isimli eserinde tipik modern insanın günlük yaşantısı içinde nasıl merkeziyetini kaybettiğini anlatır. "Yeni Heloise"nin başkarakteri olan Saint-Preux kırdan kentte, Paris'e gelmiş ve burada insanı tanımayı amaçlamıştır (Berman, Özgünlüğün Politikası, 2011, s. 120). Saint-Preux, sevgilisi Julie'ye yazdığı mektuplarda yaşadığı değişimi anlatırken moderniteyle birlikte gelen değişimlerinde etkisini göstermektedir. Saint-Preux, karşısında gördüğü "çarpışan gruplar"la değişen politik çevrenin nasıl bir kaosla devam ettiğini, her an değişen fikirlerin sürekli birbirleriyle çelişik olarak sürdüklerini, artık "iyi, kötü, güzel, çirkin, hakikat, erdem"in "sadece yerel ve sınırlı" olduğunu yazar (Berman, 2003, s. 31). Sanat bu değişim sürecinde başka dünyalar önermeye çalışırken gerçekte devamlı olarak bireyin kendini kurtaracağı heyhulalar arayışında olacaktır. Mekanik olmak ile Heyhulalar arasında Hoffmann'ın öyküsü "Kum Adam"daki temalarla karşılaşılmaktadır. Modern kent insanları, mekanik varlıklar olarak devamlı yaşadığı mayhoşlukla ve sarsılmayla kendilerine yabancılardır. Modern mekânlar, modernitenin akılcı ve teknik ilerlemeci anlayışıyla efsundan arındırılmıştır.

Poe'nun betimlediği kalabalık, toplumu oluşturan sınıfların geçidine benzer. Bulunduğu yerden onları izleyen öykü anlatıcısı bütün sınıfları jestlerinden ve giyimlerinden tanıyarak onları ayırt eder. "Masa başı zarafete sahip iyi giyimli kâtipler, "aşırı samimi"

34

olmalarıyla ve "yenlerinin genişliği ile kendilerini ele veren yan kesiciler, "donuk gözleri" ve "solgun dudaklarını kısmaları ile kim oldukları anlaşılan her türlü özenli giysiler giyen kumarbazlar, "atmacayı andıran" gözleriyle Yahudi seyyar satıcıları, sokak dilencileri, "ölüme iyice yaklaşmış" sakatlar, işlerinden "neşesiz evlerine dönen" "gösterişsiz genç kızlar", daha küçük yaşta fahişe olan "bedenleri olgunlaşmamış" çocuklar, "sayısız ve tarifsiz sarhoşlar", "börekçiler, hamallar, kömürcüler, temizlikçiler, laternacılar, maymun sergileyenler, sokak sanatçıları, bunlara para toplayan pejmürde zanaatkârlar ve yorgunluktan bitkin işçiler (Poe, 2007, s. 300)" . Bu tablo bambaşka insanların içinde bulunduğu bir karmaşa, insanların diğerlerinin tanımadığı ama ne yaptıklarını bilerek hayatlarına devam ettiği bir kargaşanın temsilidir. Bu tablo sürekli devinimlere sahiptir ve tüm duyumları yorar. Gün içerisinde değişen farklı meslek gruplarından insanlar durmaksızın devam eden bir tiyatro gibi mekanik ve yıpratıcıdır. Anlatıcının bu durumdaki yorumu şudur: "Her şey karanlık ama görkemliydi tıpkı ustaca şekillendirilmiş bir

Tertullian abanozu gibi (Poe, 2007, s. 302)". Poe'nun kalabalıklar gözlemi ve yorumunun çelişkisi bir taraftan korkutucu bir dünyanın içinde olunduğu izlenimi verir. İnsani değerlerin büyük ölçüde yok olduğu, insanın da kalabalık içinde mekanik bir figür ve diğerleri arasında toplumsal konumlarıyla farkını belli ettiği metropol kalabalığın etkileyici bir yanının olması modern kent yaşantısının tipikleşecek bir tanımlamasıdır. Kalabalıklar arasındaki bireyin bu noktada sahip olduğu endişe, kendiliğinden oluşan bir sarsıntı olarak özgürlüğü doğurur. Bu özgürlük metropolün içinde her şeyin yok olabileceği, kaybolabileceğidir. Bunu takip eden bireyde kaygının ivmelendirici gücü sayesinde metropol de kendini kaybederek özgürleşebilir (Ahıska, 1992, s. 118).

Freud, “Tekinsiz” adlı yazısında kişinin yaşadığı hayatta bir gurbet özlemine sahip olduğunu yazar (Freud, Sanat ve Edebiyat, 1999, s. 351). Doğum bir dışarı aktarımdır. Bireyin ruhsal süreçlerinin yaşadığı deneyimlere ve öncelikle büyük acılarına dair kabulü olmasıdır. Yeniden sılaya yani ana rahmine dönüş temel bir arzu gibi Freudcu ifadeyle aktarılırsa içerisinde melankoliyi barındıran bir hasretti. Tzara’da Freudçu bir dille “insanın modern estetik denen iğdiş edilmişlikten tamamen azade olan rahim-içi hayat hayalinde mağaradan beşiğe ve mezara kadar anısını sakladığı dairesel, küresel ve düzensiz evleri yeniden inşa edeceğiz” diye yazar (Vidler, 2014). İnsanın doğal haline, yapısındaki “vahşi”ye dönmek, modernitenin deneyimleri hızlı ve belirlenmiş, karmaşık

35

ama akılcı düzenine – yani iğdiş etme haline- karşı çıkmaktı. Bu basit bir pastorallik, günümüz kırsal hayata bir özlem değil, ruhsal bir yenilenme, sürekli olarak hayatın düzeninin ardındaki yasadan kaçma Lacancı anlamda ayna evresi öncesi evredeki saf arzunun gerçekleşmesidir.

36

Benzer Belgeler