• Sonuç bulunamadı

Mehmet Rauf’un Romanlarında Zaman Tasviri

BÖLÜM 2: SERVET-İ FÜNÛN ROMANININ GENEL ÖZELLİKLERİ VE

2.2. Mehmet Rauf’un Romanlarında Tasvir

2.2.3. Mehmet Rauf’un Romanlarında Zaman Tasviri

Yazarın ilk eseri Ferdâ-yı Garâm’da çok fazla sayıda zaman tasvirlerine rastlanmaz. Eserde“Köşke çıktıkları zaman saat üç buçuktu.” (s.34) ve “Saat beş vardı, güneş semt’ül arasta, bütün Boğaz’a bir ateş-i seyyâl döküyordu.” (s.102) gibi, romanın kurgusal zamanını ortaya koyan tasvirler bulunmakla birlikte; “İkisinin de dalgın ve melûl durduğı bir gündü.” (s.72) şeklinde zamanın psikolojik tasvirine de rastlanır. Yazarın Eylül adlı eserinde, zaman tasvirleri, eserin psikolojik roman olma özelliği ve kurgusu ile örtüşür bir nitelikte, roman kişilerinin psikolojilerine etkileri ile ortaya konulmuştur. Zaman, mutlu anlarında, bu mutluluğu ortaya koyar bir biçimde tasvir edilirken; elemli ve hüzünlü anlarında, bu duyguları yansıtır bir biçimde tasvir edilmiştir:

“Ve bu mayıs sabahı, bentler seferi üçüne de bir hayali seyahât-i şi'r ve mestîsi verdi.” (s.81)

“Bütün gece zevç ve zevce için bir leyl-i elem ve mâtem oldu.” (s.198)

“Bu bir elîm ve muzic hafta oldu, bir mücadele ve eza haftası, âteşli bir gün hummalı bir tereddüt ve şüphe haftası oldu.” (s.199)

“Bu mahûf bir rü'yâ, nâ-mütenâhî zulmetli bir gece idi.” (s.201)

“Artık bu kadar letâfet ve harâret verdikten sonra! Eylülden daha ne beklenir. Eylül ma'lûm a hüzün ve mâtem ayıdır.

O zaman Suad'a hayatının şu devresi kendi ömrünün, kendi kadınlık hayatının eylülü gibi geldi.

167

Eylül... Birkaç gün hava ne kadar güzel olsa bu kadarcık fanî bir güzellikle bile minnetdâr olmak lâzım gelen bir ay.

İçine birkaç günlük kış hücûmundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık nasıl geçmiş, sade bir mazi olmuş olduğunu hissettiren bir esef ve hasret ayı...

Onun hayatı da öyle değil miydi? Son günlerin letâfeti ile beraber, şimdi yine imkânsızlığa, yine hüzün ve kasvete düşmemiş miydi? Tabi ki şimdi düşündüğü gibi, yaz elindeki saâdetten bihaber geçip ılık kış hücûmuyla teessüf ederse, o da demin anlamamamı, tahassür etmemiş miydi? Tekrar hayatına başlamak arzusu, bugün tekrar yaz olmak emeli gibi değil miydi? Bir senedir onun harâb eden endişeler, melâllerin ne olduğunu artık iyice görüyor, "İşte benim eylülüm!" diyordu.

Eylül... henüz renk ve râyiha bitmemiş fakat baharın mebzuliyet-i elvânı o kadar gayr-ı mahsûs bir surette çekilmiş, o kadar tekrar avdet etmemek hırmânı ile, avdet eder gibi görünse bile hemen yine solup kararan hırçın, boş arzularla acı acı çekilmiş ki bir gün bir gün işte ruh-ı tabîat birden uyanıp görüyor; yapraklarının nasıl sararmış, birçoklarının düşüp çamurlar içinde çürümüş olduğunu görüyor; ve şimdi hava ne kadar güzel olsa, öbür iki günün verdiği acılıkla bu güzel havaların ne kadar fani, bu renk ve râyihanın ne vefâsız, ne artık ele geçmez, elde iken kıymeti bilinmemiş, öylece istihkâl edilmiş bir hazine olduğunu acı acı görüyor; işte artık ne bir çiçek, ne bir râyiha...

Artık tahammül bile kalmamış, hepsi çürümüş; evvelden yağmur yağsa lâkayt kalırlardı, belki daha tarâvet, daha hayat gelirdi, şimdi... şimdi işte yağmur, işte kış hepsini çürütüyor; her şey çürüyor, her şey...

Evet, her şey çürüyor, her şey... İnsanlar da çürümeyecek mi?

Eylül'de sanki bahara tehessür eden melûl bir tarâvet sanki üzerine çöken kışın, kendini mafvetmek isteyen hazânın ramına payidâr kalmak, tekrar bahar olmak mücadelesi vardı; fakat bunun için muhtaç olduğu şeylerden mahrûm olduktan başka kendisinde de mukavemet kalmamış ve tabîat bunu anlamış gibi acı bir melûl ve tefekkürle, üzerine çöken tenhalığın, mâtemin, hatim merâreti ile düşünüyor; sanki ne kadar uğraşırsa

168

uğraşsın, ne kadar mukavemet ederse etsin, kışın galebe edeceğini, artık her şeyin, her ümidin bittiğini buna tahammül lâzım geldiğini anlamaktan mütevellid bir fütûr ile giryândır.

Ne renk, ne râyiha... İşte yapraklar ölüyor...

Rüzgâr insafsız, yağmur muannid, her şey çürüyor, ah, her şey çürüyor...” (s.263-265) “Böyle, ufak, ma'sûm sözler, ma'sûm olsun diye söylendiği hâlde de pür-ma'nâ küçük muhaverelerle sesin titrediğini hissettirmemek için titreyerek, bir ihtiyatsızlıkla bütün bu şi'ri tarumar etmekten korkarak geçen bu birkaç saat şimdiye kadar geçen en mesut günlerine galebe etti.” (s.271-272)

“Ve gözlerinden bu iki yana katre ağır ağır sükût ederken ikisine de aşklarının en mesut ve cansız dakikasını yaşıyoruz gibi geldi.” (s.299)

“Böylece teşrîn-i evvel kendisi için hayatında bilmediği, tanımadığı bir devre-i saadet oldu. Bu ay sabahları sisler, sisleri yırtan canavar iniltileri vapurlar, baharı andırır gibi iken birden bütün mevsimlerin elvânıyla ihtizâr edip nihayet siyah bir kış akşamıyla bulanan günler ile kendisi için müebbeden hâtırasında menkûş kalacak bir sonbahar ayı oldu.” (s.300)

“Ve gecesi elîm ve âteşnâk bir gece oldu.” (s.310)

“Ve bu uzun bir temin-i aşk, ahlarla, göz yaşlarıyla, çırpıntılarıyla, ikisinin de ruhunu mecz ve tehhîd eden, sözlerin bütün ruh ile içildiği, hüviyetlerin birbirinde hâl ve medhûş olduğu bir an-ı aşk oldu.” (s.420)

Yazarın, daha çok fiziksel ve ruhsal tasvir ile tablolarına tanıklık ettiğimiz eseri Genç Kız Kalbi’nde zaman tasviri örneği, “Saat bir buçuk olduğu halde, ayın on dokuzu olduğundan, kamer daha ufukta yükselmemişti.” (s.125) romanın gerçek zamanıyla kozmik zamanın iç içe geçtiği bir zaman tasviridir.

Karanfil ve Yasemin adlı eserde ise;

“İyice akşam olmuştu. Yağmur hâlâ hızlı hızlı yağıyordu. Salon şimdi adeta karanlıktı.” (s.110)

169

“Yalnız kaldığı vakit saatine baktı, saat dokuzdu.” (s.177)

“Köye çıktığı vakit, hava alacakaranlıktı. Saat dokuz buçuğa geliyordu.” (s.232)

“Odanın kesif karanlığında birkaç ziya tabakası dalgalandı, nim lerzan aydınlığında uzanıp masadaki saate baktı, dörtbuçuk idi.” (s.253)

gibi yazarın akşam vaktini sevdiği örneklere rastlanırken; eserde zamanın psikolojik tasviri de yapılmıştır:

“Samim’in o güne kadar yaşadığı hayatın en mesut günü bu gündü.” (s.276) “Çarşamba günü renksiz, perişan ve gamgîn bir eylül günüydü.” (s.318)

“Ve vaktin mürurundan bihaber kaldılar. Öyle ki, biraz sonra saate baktığı vakit Samim saatin yedi olduğunu gördü.” (s.320)

Yazarın, içinde hareketin, olayların, heyecanın bulunduğu polisiye bir roman olma özelliği taşıyan Define adlı eserinde, eserin kurgusuna paralel olarak, zaman tasvirleri çoğu zaman aksiyon ile iç içe bir biçimde ortaya konulmuştur:

“Koşa koşa kendimi Kadıköy vapurunda bulduğum vakit, saat dokuz buçuktu.” (s.34) “Saate baktım, üçtü. Haziran gününün bu vaktinde akşama daha bir yıl vardı.” (s.54) “Bunun için saat daha dokuz buçuk olup yaz gecesi daha erken olduğundan, tekrar dolaşmaya başladım. Nihayet ona geldi.” (s.57)

“Saat on ikiyi geçiyordu.” (s.69)

“Bunun doğru olduğunu pek yakinen bilemiyorsam da herhalde takribi dört, beş arasında olmalıydı.” (s.95)

“Saat on ikiyi geçmiş, mum bitmiş, ben artık kâmilen me’yûs bir halde kalmıştım.” (s.125)

“İstanbul’a vardığımız zaman saat dördü geçiyordu.” (s.138)

Kan Damlası adlı eserdeki zaman tasvirleri, “Akşam yaklaşmıştı.” (s.54), “Saat on ikiyi geçmişti.” (s.65), “Saate baktı, saat dörde geliyordu.” (s.67), “Saat dörde geliyordu.”

170

(s.77), “Gece yarısını iki saat kadar geçmiş, geçmemişti.” (s.97) gibi romanın gerçek zamanı çerçevesinde ortaya konulmuştur.

Yazarın Halâs adlı eserinde de, zaman tasvirlerinin romanın gerçek zamanı ekseninde ortaya konduğu görülür:

“Başucunda komidinin üzerinde işleyen saate bakarak daha dokuz olduğunu gördü.” (s.9)

“Hava kararmış, saat beşe gelmişti.” (s.59) “Sokağa çıktığı vakit saat iki vardı.” (s.154)

“Üsküdara çıktığı vakit saat bir buçuğa geliyordu.” (s.285)

“Nihat kolundaki saatte gece yansından sonra bir olduğunu gördü. Saat ağır ağır yürüyor, bir buçuğu sonra, ikiyi gösteriyor, ondan sonra üçe geliyordu.” (s.305)

“Mîralayın baş ucunda bîr takvim asılı idi. Bunda o gün 1921 kânunusanisinin 17 inci pazartesi günü olduğu gözüne ilişiyordu. Demek hapse gireli aşağı yukarı sekiz ay geçmişti.” (s.324)

“Saat üç buçuğa geliyordu.” (s.396)

Yazarın eserlerinde zamanın genellikle romanın gerçek zamanı olduğu görülmektedir. Bazen kozmik zaman tasvirlerine ve şahıs - zaman bütünlüğü çerçevesinde zamanın psikolojik tasvirlerine de rastlanır. Görülmektedir ki, onun eserlerinde zaman tasvirleri de, diğer tasvir türleri gibi önemli bir yer işgâl etmektedir.