• Sonuç bulunamadı

Mecmû‘u’l-Fetâvâ’nın Muhteva Analizi: Toplumsal Yapı

1. BÖLÜM: MECMÛ‘U’L- FETÂVÂ’NIN GENEL ÖZELLİKLERİ

1.4. Mecmû‘u’l-Fetâvâ’nın Muhteva Analizi: Toplumsal Yapı

Bu kısımda mecmuada gelen sorulara bakarak görebildiğimiz toplum kesimlerini ve bu farklı kesimler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışacağız. Sultanın, ehl-i örfün, ulemanın, reayanın ve zimmîlerin toplumsal yapıyı oluşturduğunu gördüğümüz mecmuada öncelikle sultanın fetvalara yansıyan etkilerini ele alacağız. Daha sonra ehl-i örfün halkla olan ilişkisini, ulemanın reaya ile olan ilişkisini ve son olarak zimmîlerle ilgili gelen sorulara bakarak toplum içerisindeki konumlarını açıklamaya çalışacağız. Reayayı ise özel bir başlık altında ele almayıp diğer kesimlerle karşılıklı ilişkisi içinde inceleyeceğiz.

1.4.1. Sultan

Sultanın iradesinin fetvaların kaynağı olabildiği38 durumlar olduğu gibi sultanın emrine aykırı davrananlara ne olması gerektiği ile ilgili açıklamalar da bulunmaktadır. Sultanın iradesinin bağlayıcılığı devlet erkini elinde bulundurmasından kaynaklanmaktadır ve fetvalarda da açıkça sultanın emrine uymanın gerekliliği “...fermân-ı vâcibu’l-ittibalarına....” şeklinde bir soruda ifade edilmiştir (225. mesele). Bir başka meselede de “hilâf-ı şer‘ ve hilâf-ı kanun” muamelede bulunan kadının azledilmesi gerekeceği geçmiştir (611. mesele).

Sultanın emirleri veya izinleri farklı konularda olabilmektedir. Daha çok fıkıh eserlerinde ele alınmayan idari tasarruflar, tazir suçları, örfî vergiler, toprak hukuku gibi konular yöneticilerin takdirine bırakılmıştır. Had cezalarının da devlet başkanı tarafından uygulanması gerektiği için39 mecmuada bu alanda da sultanın müdahalesine rastlamaktayız. Bunlara ek olarak vakıflarla ilgili meselelerde de sultanın iradesinin etkili olduğunu görmekteyiz.

Kadıların, yeniçerilerin, imam ve hatiplerin, vakıf mütevellilerinin tayininin sultan tarafından olduğunu bazı meselelerde görmekteyiz (6, 277, 409, 769. meseleler). Tazir

38 Süleyman Kaya v.dğr., “Şeyhülislam Sâdeddin Efendi’nin Fetvaları Çerçevesinde Kazaî Hükmün

Kaynakları”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 20/38 (Aralık 2018): 147-151.

cezaları daha çok hakimin yetkisine bırakılmış olsa da bir meselede vali ile kadı arasında meydana gelen bir olay sorulduğunda Sâdeddin Efendi verilecek cezanın tazir cezası olduğunu ve bunun miktarının emr-i veliyyü’l-emr tarafından belirlenmesi gerektiğini söylemiştir. Örfi vergilerde de daha çok mukataa ile ilgili meseleler yer almaktadır. Bu da arazi hukuku ile ilgili olduğu için doğrudan devlet başkanının müdahale ettiği alandır. Mesela 354. meselede mukataa ile tasarruf olunan arazi süre dolduğunda bir başkasına verilebilir mi sorusuna Sâdeddin Efendi “Memnu olan araziden değilse olur” cevabını vermiş bir sonraki soruda da memnu olan arazilerin ne olduğunu açıklamıştır. Buna göre memnu arazi “Beyülmaldan olup ‘Mukataa ile tasarruf edenlerin elinden alınmasın.’ denilen arazidir.” Bu meseleler de sultanın araziler üzerindeki yetkisini göstermektedir. Vakıflarda da asıl yetkili mütevelli olmakla beraber sultanın müdahalesine de şahit olmaktayız. Mesela sultan vâkıfın şartından farklı olarak belirlediği ücret ile bir görevi birisine verdiğinde mütevellinin “Bu ücret vâkıfın belirlediğinden fazladır.” diye vermek istememesi üzerine Sâdeddin Efendi, “Vakfın bu ücreti verme imkanı varsa vermelidir.” demiştir (269. mesele).

1.4.2. Ehl-i Örf

Osmanlı klasik döneminde toplum askerî (yöneten) ve reâyâ (yönetilen) şeklinde iki gruptan oluşmaktadır. Askerî zümre ise ehl-i şer‘ ve ehl-i örf olarak adlandırılmaktadır. Ehl-i şer‘ medreselerde okuduktan sonra kadılık ve müderrislik yapan ulema zümresidir. Ehl-i örf ise sipahilikten sadrazamlığa kadar yükselebilen yöneticiler zümresidir.40

Soruların büyük kısmı reayadan geldiği için halkın kendi arasındaki sorunlarla beraber umera ile olan problemleri de fetvalarda görebilmekteyiz. Daha çok ehl-i örfün haksız tavırlarının şikayet konusu olduğu meselelerde bir kimsenin ehl-i örf zoruyla bir konuda talaka şart vermesi (78. mesele), ehl-i örfün reayanın mallarını gasp etmeleri (676. mesele) şeklinde kendilerinin doğrudan haksızlık yapmaları söz konusu olduğu gibi halktan bir kimsenin onlara yardımcı olduğu da olmuştur. Mesela bir kimsenin haber vermesi ile ehl-i örfün ahalinin mallarını haksız yere alması (574. mesele) yine bir kimsenin talebiyle bir başkasının ehl-i örf gücüyle hapse atılıp bazı konularda ikrah altında kalması (1089. mesele) ehl-i örf ile halktan bazı kesimlerin ortak haksızlığına örnek olarak mecmuaya yansımıştır.

40 Mehmet İpşirli, “Ehl-i örf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,

Askeri görevlilerden sipahilerin ve yeniçerilerin de savaşa giderken yol üzerinde uğradıkları kasabaların ahalisine zulmettikleri şikayet konusu olmuştur (1260. mesele). Ancak bu her durumda ehl-i örf ve askerî zümre ile reaya arasında sorun yaşandığı anlamına gelmemektedir. Fetva istenirken genellikle kişisel ya da toplumda yaşanan sorunların sorulduğunu göz önüne alırsak sorunsuz bir ilişkinin fetvaya konu olmayacağı açıktır. Bu nedenle var olan sorunsuz ilişkiler mecmuada yer almadığı için yalnızca şikayet konusu olan ilişkilere yer verdik ve bu da toplumda her daim bu şekilde sorunların yaşandığını düşündürmemelidir.

1.4.3. Ulema

Ulema ile ilgili olarak daha çok müftîlerin yanlış uygulamaları neticesinde görevden alınmasının gerekli olup olmadığı veya ne yapılması gerektiği sorulmuştur. Mesela müftînin celâlîlere halkın mallarını haber verip gasp etmelerine sebep olması (573. mesele) durumunda azli hakedip etmediği, ehl-i örfe haber verip haksız yerlere mallarının alınmasına sebep olması (574. mesele) durumunda ise müftîye ne gerekeceği sorulmuştur.

Ehl-i örften bahsederken halktan bazı kimselerle iş birliği yaptığını belirtmiştik. Aynı şekilde ulemadan da ehl-i örfle ortak hareket edenler çıkmıştır. Mesela vadeli olarak satın alınmış bir mal için müftî gaib olan bir kimsenin malıdır diye ehl-i örfe fetva verip taraflara zarar gelmesine sebep olduğunda müftîye ne gerekeceği sorulmuştur (575. mesele). Bu durum işin ehline verilmemesi, ulemanın da zulme ortak olması gibi günümüz problemlerinin o dönemde de var olduğunu göstermektedir.

Sâdeddin Efendi, bir açıdan ulema sınıfına dahil ancak idari görevleri olması hasebiyle de diğer açıdan ehl-i örften sayılan kadılara da bazı eleştiriler yöneltmiştir. Mesela fetvayla amel etmemesiyle ilgili olarak; davaya ve şeriata uygun bir fetvâ-yı şerîfle amel etmeyen kadıya ne gerekeceği sorulmuştur (169. mesele). Kadının uygunsuz davranması ile ilgili olarak namaz ömürde bir defa farzdır bir kere kılınca yeter diyen, neden evlenmediğini soranlara düşmanlık besleyen ve daha pek çok kötü özellikleri bulunan bir kenar kadısına ne gerekeceği sorulmuş (195. mesele) ya da bir kadının kadılık makamına rüşvet ile geldiği (576. mesele), kadı iken bazı işlerde rüşvet aldığı ispatlandığında (584. mesele) görevden alınması ile ilgili sorular sorulmuştur. Bu şekilde olumsuz davranışları olan bir kadı için ilk örnekte olduğu gibi şeriat-ı şerîfeyi

tahkir kastıyla fetvadan yüz çevirmişse imanını ve nikahını tazelemesi gerekeceği, ikinci meselede zındık olup katledilmesi gerekeceği ile ilgili ağır fetvalar vermiştir. Nispeten daha hafif bir suç niteliğinde olan üçüncü örnek türündeki meselelere ise azledilmesi gerekeceği şeklinde cevaplar vermiştir.

Ancak kadılara sadece eleştirel olarak yaklaşılmamış hükmünün önemine de fetvalarda işaret edilmiştir. Alternatif hükümlerin bulunması durumunda bir görüşün tercih edilmesi veya bazı hükümlerin uygulanmasının kadının izni ya da kararına bağlı olması, hakim kararının ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Bir meselede biri vakıf diğeri mülk olan iki yerde su kuyusu bulunacaksa aradaki mesafenin ne kadar olması gerektiği sorulduğunda Sâdeddin Efendi cevap verirken mezhep imamlarının görüşlerini açıklamış ve hakimin tercihine göre hükmün değişeceğini ifade etmiştir (2. mesele). Hakim kararı ile ilgili olarak bir vakıf görevlisinin marifet-i hakim ile vakıf için kendi malından bir miktar harcama yaptığında bunu geri alma hakkı vardır (264. mesele). Ancak hakimin izni ya da kararı yokken böyle bir harcama yaptığında geri alamayacağına dair bazı işaretler bulunmaktadır. Mesela “Bir mütevelli vakıf için kendi malından harcama yapıp sonrasında azledilmiş olsa bu masrafı vakıftan alabilir mi?” diye sorulduğunda Sâdeddin Efendi hakimin izni ile harcadıysa alabileceği cevabını vermiştir (425. mesele). Buradan vakıf adına yapılan şahsi harcamaların hakim kararı olmadan gerçekleştiğinde karşılanmayacağı sonucuna ulaşmaktayız ki bu da hakim kararının önemini göstermektedir.

1.4.4. Zimmîler

Son olarak reayayı oluşturan zimmilerle ilgili de bir hayli soru gelmiştir. Müslümanlarla olan ilişkilerinden yansıyan sorular olduğu gibi kendi içlerindeki muamelelerle ilgili sorularını da şeyhülislama arz etmişlerdir. Ayrıca zimmilerin yanlış tutumlarıyla ilgili sorular da sorulmuştur.

Mesela bir müslümanın zimmiye karz olarak verdiği bir miktar akçe ile alakalı soru sorulmuş (213. mesele), bir başka müslümanın zimmi olan annesine emanet bıraktığı (949. mesele) ifade edilmiş ve hatta bir müslümanın mülk evini bir zimmiye satması (612. mesele) ile ilgili soru sorulmuştur. Bu da zimmilerin her ne kadar farklı bir statüde olsalar da toplum hayatından uzak olmadıklarını, müslümanlarla muamelat türü ilişkiler kurabildiklerini göstermektedir.

Kendi aralarındaki işlemlerle ilgili olarak bir yahudi ile zimmî arasında gerçekleşen satım akdinde (443. mesele) meydana gelen bazı durumlar neticesinde akdin sonucu sorulmuştur. Sulh yapılarak fethedilmiş bir yerde kilisenin büyüklüğünde herhangi bir değişiklik yapılmadan tamir edilmesi ile ilgili bir soru gelmiştir (232. mesele) ve cevap olarak kilise büyütülmemek kaydıyla izin verildiği belirtilmiştir. Müslüman olmadıkları için Osmanlı toplumunda daha aşağı bir konumda sayılmalarına rağmen ibadetlerini yapabilecekleri dini bir mekana sahip olma hakları ellerinden alınmamıştır. Bu da İslam’ın hoşgörü ilkesinin incelediğimiz dönem içerisinde uygulanabildiğini göstermektedir.

Osmanlı toplumu içerisinde mutlak olarak zimmî denildiği zaman kastedilen yahudi ve hristiyan topluluklarıdır. Ancak mecmuada yahudi ve hristiyanlar arasında gerçekleşen bir durum söz konusu olduğunda bu farklılığı belirtmek için “yahudi ve zimmî” şeklinde ifade edilmiştir. Burada aslında kastedilen “zimmî yahudi ve zimmî hristiyan” olmasıdır. Yahudilerin kendilerini daha özel bir topluluk olarak görmeleri nedeniyle toplum içerisinde bu ayrıma dikkat edildiği, onların özel olarak belirtildiğini düşünebiliriz.

Zimmilerle ilgili müslümanlar tarafından şikayetler de olmuştur. Mesela bir zimminin müslümana tecavüz etmesi (184. mesele) durumunda ne ceza gerekeceği sorulmuştur. Bir başka örnekte bir zimminin mahalledeki tüm kadınlara tecavüz ettiğini ikrar etmesi (202. mesele) veya yol kesmeleri (243. mesele) durumunda ne yapılması gerektiği şeklinde sorular sorulmuştur.

Bu sorular müslüman-gayrimüslim ilişkisinin canlı olduğunu, müslüman olmayanların da sosyal hayatta aktif rolü olduğunu göstermektedir. İbadetleri konusunda herhangi bir engelleme ile karşılaşmadıkları ortada olduğu gibi kendi içlerindeki sorunlara şeyhülislamdan cevap almak istemeleri İslam’ın adaletine güvendiklerini de göstermektedir.

2. BÖLÜM: ŞEYHÜLİSLAM SÂDEDDİN EFENDİ’NİN USULÜ

Benzer Belgeler