• Sonuç bulunamadı

II Manevi Anlamdaki Yolu Gösteren Geyik

Belgede Anadolu folklorunda geyik (sayfa 116-121)

D. EFSANELERDEKİ FONKSİYONLARINA GÖRE GEYİK

D. 1. II Manevi Anlamdaki Yolu Gösteren Geyik

Bu bölümde daha önce ele aldığımız efsanelerden farklı olarak evliyalık ve menkıbe kavramlarıyla karşılaşmaktayız. Pertev Naili Boratav’ın efsane tasnifinde ‘Tarihlik efsaneler’ başlığı altında değerlendirilen ve yazılı edebiyatta efsaneden ayrılarak müstakil bir ada sahip olan menkıbeler özellikle şeyler ve müritler hakkında anlatılan efsaneleri kapsamaktadır. (Boratav 1992:101) Menkıbelerle ilgili çalışmalar yapan bilim adamlarından Ahmet Yaşar Ocak da menkıbeler için ‘Menkaba yahut menakıb, tasavvuf tarihinde, sûfilerin izhar ettikleri hârikulâde olaylar demek olan kerametleri nakleden küçük hikâyeler.’ demiştir. (Ocak 1992:27) Biz de çalışmamızda bu tespitleri dikkate alıp

Daha önce ele aldığımız halk anlatmalarında geyiğin yol göstericilik fonksiyonunun özelliklerine değinmiştik. Ele aldığımız önceki anlatmalarda yol göstericilik, maddî bir yolu göstermeyi içerirken menkıbelerde manevî bir yolu göstermeyi içermektedir. Burada kastettiğimiz manevî yol, imana götüren yoldur. Geyiğin dinî özellikler kazanmasında Şamanizm, Budizm ve İslâmiyet menşeli inançların etkisi görülmektedir. Anadolu sahsında tespit ettiğimiz menkıbelerde geyiğin yol göstericilik fonksiyonu, şekil değiştirme fonksiyonuyla iç içe girmiştir. Bu menkıbelerde, geyik şekline girmiş olan velayet sahibi şahıs, doğru yolu göstermek istediği kişinin karşısına çıkarak gösterdiği kerametle ona doğru yolu gösterir. Anadolu sahasında tespit ettiğimiz menkıbelerde yol göstericilik fonksiyonu şu şekillerde karşımıza çıkmaktadır:

“Kaygusuz Abdal Menâkıbnâmesi”nde, ahu şekline girmiş olan Abdal Musa’yı takib eden Alâeddin Gaybî (Kaygusuz Abdal), Abdal Musa’nın peşinden giderek tekkeye ulaşır ve Abdal Musa’ya mürit olur.

“Seyyid Sultân Abdal Mûsâ Hazretleri izzetle anun selâmın aldı.

- Hoş geldünüz olgum, safâ geldünüz, kadem getirdünüz gönlün dilegün nedür? Söyle işidelüm, bilelüm, didi. Gaybî Beg, keyfiyet-i hâli ifâde eyledi vâkiayı oldugı gibi şerh eyledi. Sultân eyitdi:

- Ol âhû senün neden şikârun oldu? Gaybî Beg eyitdi:

-Sultânum, ben ânı okıla urmışam dahı üzerine at sürüb hayli kovmışam, çok menzil aldı yoruldı güç ile bunda geldi Sultânum, didi. Sultân eyitdi:

- Ol okı görince bilür misin? didi, Gaybî Beg de, bilürem, didi. Abdal Mûsâ Sultân eyitdi:

- Bak imdi, gör okunı, didi. Kendü mübârek kolını yukaru kaldurdı, koltugundan gösterdi. Gaybî Beg bakub gördi ol atdugı ok, Sultân Abdal Mûsâ’nun koltugında sancamış turur. Ol âhû sûretinde gezerken (urdugı) ol imiş ki, Beg-zâde okıla urmış. Anı göricek, nâdim olub bir zamân kendünden gitdi, şöyle bî-hod oldı. Bir zamandan sonra kendüye geldi. Özr diledi. Tekrâr Sultânun elini öpüb ayagına baş kodı. Tazarrû vü niyâz eyledi.” (Güzel 1999:90–91)

“Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî”de Rasûl Baba geyik şekline girip keramet göstererek kâfir beyi ve arkadaşlarını imana getirir.

“O yerde bir kâfir beyi vardı, boyu beş karıştı. O yer, onun hükmü altındaydı. Oraya bir de kilise yaptırmıştı. Birgün, adamlariyle şehrin üsyanındaki dağa avlanmıya çıktılar. Bir de ne görsünler? Altın bir geyik yürüyüp otlamada. Şaşırıp kaldılar. Bey, dört yanını saldırdı, diri tutalım dedi. Geyik, bunlardan ürktü, o kilisenin dibine kaçtı, gözlerinin önünde silkindi, bir güvercin oldu, uçtu, kilisenin kubbesine kondu. Derken konduğu yerden indi, gene silkindi, bir insan oldu, kilisenin dibine oturdu.

Bu hali gördüler, hemen geldiler, ayağına yüzler sürdüler. Safa geldin, kadem getirdin, gelişin mübarek olsun dediler. Kimsin, nesin diye sordular. Adım Rasûl’dür, Hacı Bektaş Hünkâr’ın halifelerindenim, bu yeri bana yurt verdi, bu yaptırdığın kilise yeri, benim yatağım olsa gerek dedi, onları dine

“Vilâyetnâme-i Sultan Şucâuddîn”de, Sultan Şucâuddîn, geyik donuna girerek Baba Hâkî ve erenlerine, çölden kurtulmanın yolunu gösterir.

“Bir gün Acem erenlerinden Baba Hâkî adıyla meşhur biri abdallarıyla

Şeyhe mürid olmak üzere Rum’a doğru yola koyulur. Yolları bir çöle düşer.

Tam çölün ortasında ilerlerken âni bir fırtına çıkar, yönlerini şaşırırlar. Yorgunluktan ve ümitsizlikten tükenmiş bir haldeyken, birden yanlarında yorgun tavırlı bir geyik peyda olur. Dervişler onu yakalayıp etini yemek amacıyla boğazına bir kuşak bağlarlar. Ama geyik silkinip az öteye kaçar. Tekrar yakalarlar, yine kurtulur. Bu şekilde uğraşırken bir köyün yanına kadar geldiklerinin farkına varırlar. O sırada kovaladıkları geyik kayboluverir. Bunu gören müridler ve Baba Hâkî, erenlerden birinin kendilerini kurtarmak için geyik donuna girerek böyle yaptığını anlarlar. Nice zaman sonra Rum’a gelip Sultan Şucâuddîn’e misafir olurlar. Yemekten sonra Sultan, Baba’ya başlarına geleni o söylemeden bir bir anlatır ve geyiği yakalamak için kullandıkları kuşağı çıkarıp önlerine atar. O zaman Baba Hâkî ve abdalları, kendilerini çölde fırtınadan kurtaran ve köyün yolunu gösteren geyiğin Sultan Şucâuddîn olduğunu anlarlar ve toptan müridi olurlar.” (Ocak 2003:208)

“Hakim Ata Menkıbesi”nde, Hoca Celalettin, Hakim Ata’nın mezarını geyiklerin yol göstericiliği sayesinde bulur.

“Ahmet Yesevi’nin halifelerinden olan Hakim Ata, Hoca Celâleddin’in rüyasına girdi; “Beni arayıp bul, üstüme imâret yap!” dedi. Bu mânevî işaret üzerine Hoca Celâl, birçok mal ile Türkistan’a gitti ve oradan Bakırgan’a döndü; lâkin bu aralık hava birdenbire fenâlaştı, karardı, müthiş rüzgarlar esti.

Gün açıldığı zaman bâzirgânların malları, davarları dağılmış, hepsi bir tarafa gitmişti. Hoca Celâl, bir tepe üstüne çıkarak etrafına bakındı; karşıda bir dağ ve dağın üstünde bir kadın gördü. Yanına gidip selam verdi ve Hâkim Ata türbesini sordu. Kadın, bilmedi; Hoca ile beraber ihtiyar anasına gidip sormayı teklif etti. ihtiyar kadın, oraların su altında kaldığını ve türbenin kaybolduğunu söyledi ve dedi ki, “Şu yakınlarda bir süs ağacı vardır, gece etrafına geyikler toplanır, tan vaktine kadar durup ziyaret ederler; etraftan geçenler zikr sadâsı duyarlar, belki burasıdır.” Celâl Hoca, o gece doğru oraya vardı. Geyikleri gördü, zikr seslerini işitti ve uykuya daldı. Hakim Ata, tekrar rüyasına girdi; “Yattığın yerden yedi ayak ileri gel, o yeri kaz, orada bûriyâ (hasır) çıkar, onun altından da bir deste gül çıkar, türbem orasıdır. Giden malına gam yeme; çünkü hepsi menzil hanındadır. Onları al gel; üstümüze imâret yap ve bize mücâvir ol!” dedi.” (Köprülü 2003:111)

“Hz. Muhammet ve Geyik” menkıbesinde, geyiğin gösterdiği vefa sonucunda kafirler Müslüman olurlar.

“Peygamberimiz günlerinde bir geyik varmış. Erkek kardeşini kaybetmiş de Mekke dağlarında arıyormuş. Onu ararken, gavurlar bu geyiği tutmuşlar. Taze kuzuları varmış, otlar içinde kalmış. Gavurlar bunu almış gitmişler. Orada peygamberimiz peydah olmuş. Geyicek kuzularına ağlarmış. Peygambere:

-Mekke dağında kardeşini yavı kıldım da (yitirdim de) ararken iki kuzu kuzuladım, ya Muhammed! Bana kefil oluver de kuzularımı bir daha emzireyim,

Peygamberimiz kefil olmuş. Geyiği salıvermişler. Ağlayarak sızlayarak gitmiş, kuzularını bulmuş orada. Varmış kuzularını emzirmiş, helalaşmış, gerisin geri dönmüş: “Kuzularım, ben alnımın yazısına kayılım. Siz başınızın çaresine bakın. Ben Muhammed Mustafa’yı kefil bıraktım” demiş.

Gelirken, başka birisi yola tuzak kurmuş, tuzak içinde kalmış. Üç gün aç susuz tuzak içinde kalmış. Boyuna ağlarmış: “Ben yazıma kayılım; ama Muhammed Mustafa’ya yanarım” dermiş. Sonra Cebrail erişmiş. Salıvermiş tuzaktan. Üç günden sonra aç susuz varmış oraya. Sonra gavurlar: “Biz bunu böyle ummadık” diye yetmiş bin gavur imana gelmiş. Geyiği salıvermişler. Sonra geyik kuzularını bulamamış.” (Tuğrul 1969:187-188)

Belgede Anadolu folklorunda geyik (sayfa 116-121)

Benzer Belgeler