• Sonuç bulunamadı

2. MAKDİSÎ’NİN SİYASİ DURUŞU VE DİĞER COĞRAFYACILAR

2.3. MAKDİSÎ VE MEZHEPLER

Makdisî kitabında şairlerden, sıradan insanlardan, filozoflardan pek bahsetmez. Bunun yanında anlattığı kayda değer herhangi bir kabile de yoktur.65

Bunun yerine kendi devrine yaşayan veya kendi selefi olan ve İslam dünyasının farklı coğrafyalarında yaşayan alimlerden bahseder. Irak bölgesini anlatırken şu satırlarla başlar:

“Fâkihlerin fâkihi Ebû Hanife’yi ve kurrânın efendisi Süfyan’ı bu topraklar çıkarmıştır. Ebû Ubeyde ve Ferrâ, kıraat alimlerinden Ebû Amr ve Hamza, nahiv alimi Kissâî’yi de bu topraklar yetiştirmiştir. Bunun yanı sıra bir çok fakih, kıraat alimi ve edebiyatçı, Sırrı es-Sekâtî, nice hikmet sahipleri, zâhidler ve devlet adamları burada yetişti.”66

Gittiği birçok bölgenin giriş kısımlarını o bölgede yer alan peygamber, evliya ve ulemaya ait olan birçok şeyi hatırlatma ile başlar kendisi bu yaptığından oldukça memnundur. Basra'da kaldığı zaman alimlere ve salih kimselere olan düşkünlüğünü şu sözleri ile ifade eder:

“Çünkü ben zâhid insanları kim olursa olsun seven ve onlara meyl eden birisiyim.”67

Şu şekilde devam eder:

“Sadece ilim ehlinden itimada şayan kimselerin sözlerini dinledim.”68

Kitabının hutbesinde bu dizelerle başlaması onun esasında bu kitabı dînî bir eserve alimlere benzeme anlayışı ile telif ettiğini gösterir:

65 Müslümanlar haricinde müslüman coğrafyasında bulunan ehl-i kitaba ait olan birtakım yerlerden de söz etmiştir. Ve burada anlatmaya değer gördüğü geçmişteki insanlardan kısada olsa bahsetmiştir. Örneğın: “Meyâfârikîn denilen yere bir fersah uzaklıkta Aziz Thomas Manastırı bulunur. Bu manastırın içinde kurumuş bir ceset bulunur. Hz İsâ’nın havarilerinden olan bir zâta ait olduğu rivayet edilir. Bkz. aş. s.154نيّيراوحلا نم هنا نومعزي مئاق دسج هيف اموت ريد نيقرافاّيم نم خسرف ىلع

66El-Makdisî, a.g.e., s.113 بحاص ورمع وباو ،ا ّرفلاوةديبع وبا ناك هنمو ،،ءا ّرقلا دّيس نايفسو ،ءاهقفلا هيقف ةفينح ابا جرخا هب بيبلو فيرظو ،بيجنو دهازو هادو ميكحو ّيرسو ،بيداو ئرقمو هيقف ّلكو ّيئاسكلاو ةزمحو ارقملا

67 El-Makdisî, a.g.e., s.136. دهزلا لهأ ىلا ليمأو كسنلا لهأ ّبحأ لجر يّنلأهب 68 El-Makdisî, a.g.e., s.3. لاجرلا نم تاقثلا لوق ّلاا تعمس لاوهب

24 “Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed el-Makdisî der ki: Şüphesiz ki âlimler haberlerinin kesintiye uğramaması ve eserlerinin yok olmaması için devamlı olarak kitap tasnifine rağbet etmişlerdir. Ben de onların yoluna uydum. Sürekli hatırlanıp insanlara faydalı olacak ve Rabbimi razı edecek bir ilme yönelmeyi murat ettim.”69

Esasen onun alimlere olan düşkünlüğü kitabı yazmasındaki ikinci bir ideal olarak düşünülebilir. Alimlere benzeyip onlar gibi olma isteğini belirtmiştir.

Görüldüğü gibi Makdisî, ilim adamlarına olan muhabbetini her an dile getirmitir. Onun diğer bir özelliği de Hanefî mezhebi’ne olan düşkünlüğüdür. Kendisi Kudüslü olmasına rağmen Hanefî Mezhebini benimsemiştir. Basra’da başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır.

“Bu bölgedeki fakihlerin çoğu İmâm-ı A’zâm mezhebine bağlıdır. Bir gün Muhammed es-Sîrâfî’nin meclisinde oturuyordum. Bana dedi, ki “Ey Makdisî sen Kudüslü bir adamsın senin memleketinde insanlar Şâfiî fıkhı üzere yetişir. Peki neden sen Hânefî fıkhı üzere amel ediyorsun ? Bende dedim ki “Allah seni korusun ey fakih bunun üç sebebi vardır.” Bu sebebler nedir? diye sordu. Ben de bunları şöyle izah ettim:

Ebû Hanîfe’nin fıkıhta Hz. Âli’nin görüşlerini kabul ettiğini gördüm. Rasûlullah Hz Ali için “Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır.”Fıkhı en iyi bileniniz Ali’dir.” Buyurdular. Sonra Abdullah bin Mesûd için “Ümmü Abd’in oğlunun razı olduğu şeyden razıyım” ve “İçi ilim dolu küçük adam, dininizin üçte ikisini ibn-i Mesûd’dan öğreniniz” İşte Kûfe halkının ilmi şüphesiz bu iki zâtdan gelmektedir. İkinci sebeb: Mezhep imamlarının en önce olanının, sahabelere en yakın olanının, şüpheli şeylerden en çok kaçınan imamın, en âbid olanının İmâm-ı Azâm olduğunu gördüm. Çünkü Hadis-i Şeri’te “ Eski olanlara sarılın” ve “ En hayırlı asır benim yaşadığım asırdır. Sonra benden sonrakilerin sonra onlardan sonrakilerin yaşadığı

69 El-Makdisî, a.g.e., s.1 ّلائل بتكلا فينصت يف بغرت ءاملعلا تلاز ام هنإف دعب اما ّيسدقملا دمحا نب دّمحم الله دبع وبا لاق ب ىيحأ املع ميقأو ،مهننس وفقأو ، مهننس عبتا نا تببحأف ، مهرابخأ عطقنت لاو ،مهراثآ سردت

25 asırdır, ardından yalan yayılmaya başlar.” Buyurulmuştur. İşte bu zikredilen zaman sıdıkların ve Salih zatların yaşadığı zamandır.”70

Makdisî en azından görünüşte Sünnî bir zâttı. Kitabında buna kanıt gösterebilen birçok yer var. Ancak bazı akademisyenler onun bir Şiî olduğunu, hatta gizlice Fatimî devleti adına çalışan bir Şiî dâîsi olduğunu belirtmişlerdir. Bunların başında André Miquel (1963) ve Basil Collins (1973) gelmektedir. Ancak kitaptan vermiş oldukları delillerin zayıf olduğu kanısındayım. Basil Collins yazmış olduğu doktora tezinde şu satırları kullanmaktadır:

“Makdisî’nin eğitim ve eğilimi, kendisinin verdiği bilgilere göre bir dai ya da propagandandı. Onun kitabı, İslam'ın bölünmüş olduğu çeşitli okul ve mezheplere karşı geniş bir yelpazede sempatiler sergilediğini doğrular. Onun bu eserinde Şii sempatisi seyahatinin birçok yerinde ortaya çıkmaktadır. Hilafetin peygamber torunlarına özel olduğunu savunan islam mezhebini seçmişti. İşte bu onun Şii ve Fâtımî sempatisinin bir kombinasyonudur.”71

Collins tezinde Makdisî’nin Ebû Hanife hayranı olduğunu belirtmektedir.72 Aynı zamanda sufî eğilimi de olduğunu belirtmektedir. Şii eğilimi konusunda delil olarak getirdiği yerlerden bir tanesi Makdisî’nin Vâsıt’da başından geçen bir hadisedir. Makdisî hadiseyi şu şekilde anlatır:

“Bir gün Vâsıt’da bir camideydim. Bir adam etrafına insanları topladı. Ona doğru yaklaştım ve şöyle dediğini duydum. Râsulullah şöyle rivayet etti: Allahü Teala kıyamet günü Muâviyeyi yanına yaklaştırır. Ve onu yanına oturtur. Kendi elleri ile takdîs eder ve bütün insanlara bir gelin gibi gösterir. Bu rivayetin üzerine ben de ona “Peki niçin o zaman Hazret-i Ali ile savaştı” diye sordum. O da bana yönelerek “ Ey dalalet ehli adam sen Râfizîsin yakalayın şu adamı!” diye bağırmaya

70 El-Makdisî, a.g.e., s.127 ثيدح باحصأ كتيحان لهأو ّىماش لجر تنأ لاقف ّيفاريسلا دّمحم ىبا سلجم يف اموي تنكو تيأر ىّناف ةدحاو اما تلق ّنه امو لاق هيقفلا الله دّيأ ثلاث للاخل تلق ةفينح يبلأ تهّقفت ملف ّىعفاشلل نوهّقفتي ّيلع لوق ىلع هدامتعا تيضر مع لاقو دوعسم نب الله دبع لوق ىلعو مكهقفأ ىنعي ّيلع مكاضقأ لاقو اهباب ّيلعو ملعلا ةنيدم نا ّيبنلا لاقو هنع الله يضر جرلا نيذه نع ةفوكلا لهأ ملعو دبع ّما نبا نع مكنيد يثلث اوذخ لاقو املع ءيلم فينك لاقو دبع ّما نبا اهل ىضر ام ىتّملا لا نيل رقلا مكرايخ و ّيبنلا لاقو قيتعلاب مكيلعلاق دقو مهدبعأو مهعروأو ةباحصلا ىلا مهبرقأو ةّمئلاا مدقأ هتيار ةيناثلا ةّلخلاو ، ةلاحم يذّلا ن نيقداصلاو قدصلا نمز يف ناكو بذكلا اوشفي مث مهنولي نيذلا مث مهنولي نيذلا مث هيف انا 71Basil Anthony Colins, a.g.e, s.17

26 başladı. Bunun üzerine insanlar üzerime doğru gelmeye başladı. Neyse ki katiplerden bir grup benim kim olduğumu tanıdılar ve onlardan kurtardılar.”73

André Miquel’e göre de bu alıntı “çok net bir şekilde Sünni ve Şii dâîlerin arasındaki rekabeti gösteriyor ve hemen hemen Muqaddasî’nin Şiî’dâîsi olduğuna kesin bir kanıt sayılabilir.”74

André Miquel’in bu sözleri her ne kadar kendisi için güçlülük arzetse de bize bu teorisi inandırıcı olmayıp asılsızdır. Bize göre bu anekdot kendisininher zaman ifrat ve tefritten kaçınmağa çalıştığını göstermektedir. Daha önce Hz. Ali’ye karşı bir sevgisi olduğunu yukarıda belirttik. Bu Hanefîler için olağan bir şey çünkü Hanefîlerin mezhepleri silsile bakımından birkaç zincir sonra Hz Ali’ye dayanmaktadır. Ayrıca yazarın sûfî ve zâhid tarafına kitabında zaman zaman rastlamaktayız.75

Bilindiği gibi sûfîlerin çoğunda Hz Ali’ye bir yakınlık gösterilir.

İkinci bi delil olarak Andre Miquel kitaptaki başka bir paragrafa dikkatimizi çekmektedir. Makdisî yedi sayısının vurgularken yedi mescidden bahseder. Miquel’e göre “Mescidlerin yedi olması Laost’un işâret ettiği gibi Şiî’likte bulunmaktadır.” (s. 105, n. 80) Yalnız farklı sayıda mescidlerin olması yaygın bir şeydir. Yedi sayısının önemi sadece Şii’lerde uygulanan bir şeydir. Makdisî bu yedi sayısını kullansa bile bu onun Şiî olması için yeterli bir delil değildir. Andre Miquel kitabının 108. Sayfasında Hz Ali’ye isnâd edilen bir hadisin yine onun için bir“Şii karaktere” sahip olduğunu söylüyor. Halbuki kendi dediği gibibu hadisin Kuleynî, Kummî, Tûsî gibi önemli Şiî kaynaklarında bulunmayan bir hadis olduğunu belirtmetedir. Hz Ali’ye hadis isnad etmek müslümanlar için olağan bir şeydir.

Bütün bu argümaları göz önüne aldıktan sonra André Miquel’in Makdisî’nin Şiî olduğu tezi için yeterli olmadığını anlıyoruz. Tam aksine alternatif bir çıkarıma vardık ki kendisi konusundaki ifadeleri doğru ve gerçek buluyoruz. Hatta şunu anlıyoruz ki o tipik bir Sünnî ve Sûfîydi.

73 El-Makdisî, a.g.e., s.126: نع نلاف انثّدح لوقي وه اذإف هنم توندف سانلا هيلع عمتجا دق لجرب اذإو طساو عماجب اموي تنكو قلخلا ىلع هولجي مث هديب هفّلغيو هبنج ىلا هسلجيف ةميقلا موي ةيواعم ىندي الله نا ّيبنلا نع نلاف اّيلع هتبراحمب اذامب هل تلقف سورعلاك يّنع مهركركف ةبتكلا ضعب ينفرعف ّيلع سانلا لبقاف ّيضفارلا اذه اوذخ لاقف ّلاض اي تنأ تبذكو ةيواعم نع الله ىضر 74

André Miquel, Ahsan at-Taqâsîm fî Ma’rifat al-Akâlîm(La Meileure Répartition Pour La Connaissance des Provinces), Dımeşk, 1963, s.154

27 Sonuç itibariyle kitapta bu görüşü destekleyen birçok pasaj bulunmaktadır. Örneğin, Makdisî, Muhammed es-Sîrâfî ile bir mecliste oturduklarında Hanefi mezhebinin delillerini zikrettikten sonra şu satırlar ile konuşmasını bitirir. Bu kendisinin mensubiyetinin cevabı niteliğindedir:

“Sen Haricîlerin ve Şiilerin cahillerinin sahabeler hakkında ne dediklerini iyi bilirsin. Eğer İmam-ı Azam hamakat ehlinden olsaydı onu zemmederlerdi. Ancak bunun aksine fazilet ehlinden olanlar ona dua ediyor ve onu övüyorlar.”76

76El-Makdisî, a.g.e.,s.128: قئلاخفهنوّمذي ىقمحلا نم ةفئاط ناك نا ةفينح وبأف ةعيشلا لاّهجو جراوخلا مهيف لوقي ام تملع دقو هل نوعدي لضفلا لهأ نم

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Benzer Belgeler