• Sonuç bulunamadı

Teorik olarak müzik konusuna gelirsek, kadrda kayde­

dilen ve işitsel gerçekliğin bir parçası olmadığı sürece film­

de hiçbir müziğin olması gerekmez. Fakat buna rağmen filmlerin çoğunda müzik kullanılmaktadır. Prensip olarak bir filmde müziğin kullanılabileceğini, fakat kullanılması­

nın şart olmadığını düşünüyorum. Daha doğrusu, burada asıl önemli olan o müziğin filmde nasıl kullanıldığıdır.

Filmde müzik kullanımının en banal, en basmakalıp yönte­

mi, ne yazık ki tipik, kötü bir materyalin müzikle düzeltil­

mesi veya iyileştirilmesidir. Yani sinematografik anlamda başarılı olmayan bir sahne veya epizodu müzikle süslenme­

ye çalışmaktır. Film sinematografik anlamda dökülmeye 125

başladığı zaman müzik kullanımının devreye girdiğini sü­

rekli olarak görmekteyiz. Ne var ki, bu yöntem filmi kurta­

ramaz, bu bir illüzyondan başka bir şey değildir. Fakat, ar­

tık bu öyle bir 'yönetmenlik' düzeyidir ki, çok şükür biz bu derslerimizde o düzeye hiç inmedik.

Müzik, ruh halinin ifade edilmesinin bir yöntemidir.

Manevi kültürün boyutlarından birisidir. Açıkça görülüyor ki, müzik işte bu anlamda kendine özgü bir alıntı halinde, tıpkı kadra görüntülenen bir resim tablosu gibi, sanat eseri yaratıcısının [yönetmenin -ç.n. ] manevi dünyasının bir bi­

leşeni olarak kullanılmış olabilir. lngmar Bergman'ın Çığlık­

lar ve Fısıltılar filminde müziğin nasıl kullanıldığını hatırla­

maya çalışın. Daha önce bu epizoddan söz etmiştik. Orada kelimenin artık bir anlamı yoktur ve sırf bu yüzden müzik o denli doğru ve yerinde kullanılmıştır. Ben bu sahnenin felsefi öneminden söz etmiyorum, kaldı ki bizler daha önce bu sahneyi irdelemiştik. Fakat buna rağmen bu yönetmenin bir yöntemi, bir yaklaşımıdır. Ve eğer bu düzeyde yapılma­

mış olsaydı, o zaman büyük bir ihtimalle pek iyi olmaya­

caktı. Çünkü yöntemin kendisi çoktan bilinmekte ve çok sık kullanılmaktadır.

Bana sorarsanız, filmde doğru ve yerinde kullanılan bir sesin müzikten daha etkili olacağını ve filmi daha da zen­

ginleştirebileceğini zaman geçtikçe daha iyi anlıyorum.

Dünyanın tasviri (imajı, betimlemesi) bilindiği gibi, yal­

nızca görme duyusu sayesinde değil, aynı zamanda işitsel duyu sayesinde ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden, bir sürü kavram oluşturduğumuz yerde, tıpkı görsel gerçekliği

kul-126

landığımız gibi muhtemelen işitsel gerçekliği de kullanma­

mız gerekmektedir. Genel olarak hiç kimse, sinemasal gör­

sellikle eşit düzeyde filmih bir bileşeni olacak şekilde sesi kullanmasını, yahut sese öyle yaklaşmasını bilmiyor. Günü­

müzde, sinema öyle bir gelişme düzeyindedir ki, uyumlu­

luk bakımından henüz hiçbir şeyin sinemaya tekabül etme­

diği bir aşamada bulunuyor. Eğer bizler sinemada ses olgu­

suna farklı yaklaşabilseydik, o zaman belki de sinema hak­

kındaki tasavvurlarımızı harekete geçirebilirdi. Sinemada sesle ilgili ciddi bir çalışmanın görsel metodlarla işitsel me­

todları dengelemesi icap eder. Bu durumda görselliğin ken­

di sınırlan dışına taşacağını ve düzeltilmeyi zorunlu kılaca­

ğını düşünmek gerekir. Biz yönetmenler görselliği çoğu za­

man bir dil gibi kullanıyoruz fakat sesi bu anlamda önem­

semiyoruz. Oysa aynı zamanda sesi de bu anlamda kullan­

mamız mümkündür.

Gelin, lngmar Bergman'ın The Touch * (Dokunuş) adlı filmini hatırlayalım: Hızarın sesi pencerenin dışında çok uzakta. Hangi sahneyi kastettiğimi hatırlayabildiniz mi?

Öyle ki, bu sahne artık klasik sahnelerden birisidir. İşte sesin imaja dönüştüğü biricik olay bu sahnede cereyan et­

miştir. Yahut da Ingmar Bergman'ın Aynadaki Gibi filmin­

de, kadın kahramanın delirdiği sahnede uzaktan işitilen 'lokomotifin* * düdüğü gibi. Bu düdük inanılmaz derece­

de şaşırtıcı, açıklanması mümkün olmayan ve deşifre

edi-*) The Touch, orijinal adı "Beröringen", Ingmar Bergman'm 1971 yılında çektiği ve başrollerde Elliott Gould, Bibi Andersson ve Max Von Sydow'un oynadığı fil­

mi. (ç.n.)

**) Burada Tarkovski Rusça'da 'böğüren'in düdüğü demiş. Lokomotifi kastetti­

ğini düşünüyorum. (ç.n.)

1 27

lemeyen işitsel (sese dayalı) bir betimselliği temsil eder.

Belki de hiçbir şey ifade etmez, hiçbir şeyi sembolize et­

mez veya bir şeyin illüstrasyonunu yapmaz. Dikkat eder­

seniz, derslerimize başladığımız sinemasal imaj (veya si­

nemasal tasvir) konusuna tekrar dönmüş bulunuyoruz.

Çünkü tıpkı görüntü gibi sesin de edebi anlamda, sembo­

lik olarak veya herhangi bir şeyi belirtmek iddiasıyla kul­

lanılması mümkündür. Sinemanın işitsel yönünde de ay­

nı şekilde her türlü 'çok anlamlı ayrıntılar', 'yönetmen bu­

luşları' olabilir. Kısacası, izleyici için daha önce söz konu­

su ettiğimiz her türlü 'dolap çevirmeler' ve 'ipuçlan'nı sesle de verebiliriz.

Sinemada sesle ilgili çalışmalarda uygulama sorunlarına gelince, her şeyden önce teknik olarak kaydedilmeleri mümkün olmayan bir sürü sesin mevcudiyetini bilmemiz gerekir. (Bizde sesle ilgili özel bir kurs yürütüldüğü için, ben bilinçli olarak, yönetmenin ses operatörüyle çalışmala­

rında uygulama sorunlarına değinmek istemiyorum.) Örneğin, rüzgar. Rüzgarı hiçbir şekilde doğal olarak kay­

detmek mümkün değildir. Rüzgarı her zaman ses stüdyola­

rında icat etmek gerekir.

Sesin filme, onunla bir şeyler ifade etmeye çalıştığımız sanatsal bir anlatım aracı yahut bir yaklaşım veya üslup gi­

bi girmesi gerekir. Bizim sinemamızda, genellikle kadrda bcrşluk olmaması için her yerden bir ses çıkması geleneği var, başka bir şey değil. Kısaca belirmek gerekirse, bizim tarlalarımız henüz sürülmüş değildir ...

Genel olarak senaryoların hemen hemen hepsinde metin gereğinden fazladır. Fakat benim görüşüme göre, metnin

1 28

ortadan kaldırılması materyalin bir çeşit yapaylığına ve üs­

luba bağlılığa yol açacaktır. Fakat bu, çekimler esnasında hiçbir şekilde metin değişikliğinin yapılmayacağı anlamına gelmez. Tam tersine, kaçınılmaz olarak metinde değişiklik­

ler olacaktır. Belirli bir oyuncunun özellikle bir şeyler söy­

lemesi için film çekim setinde bütün bir monologu baştan başa yazmak zorunda kaldığımı hatırlarım. Oyuncunun sa­

dece konuşması için. Demek ki, böyle şeyler de olabiliyor ve sizler ileride bunun gibi şeylerle karşılaşacaksınız. Buna karşılık sizi bir konuda uyarmak istiyorum: Hiçbir zaman oyuncunun metni redakte etmesine izin vermeyiniz. Bu yol, sizin sanatsal düşüncenizin tedrici biçimde erozyona uğraması yoludur.

Metinle ilgili bir sonraki aşama, seslendirme aşamasıdır.

Ses stüdyosunda her zaman, çekim esnasında kaydedilen diyaloglardan çok daha iyi seslendirme yapılabileceğinden kuşku duymuyorum: Hiç olmazsa sanatsal düşünceye mümkün mertebe yakın seslendirme yapabilirsiniz. Seslen­

dirme süreci yaratıcı bir süreçtir. Yönetmenin bizzat kendi­

si seslendirme sürecini yürütmeli ve hiçbir şekilde bizde yapıldığı gibi başkasına havale etmemelidir. Ayrıca, rolleri seslendirecek oyuncuları yönetmen seçmelidir. Ciddi bir yönetmen adına bu değişmez bir prensip olmalıdır. Film çe­

kimine nasıl ilgi gösteriyorsak, aynı ilgiyi seslendirmeye de göstermeliyiz. Tabii ki, seslendirme esnasında işe yarama­

yacağı anlaşılan bazı repliklerin, vs. atılabileceği gibi, bazı yeni cümlelerin yerleştirilebileceğini de hesaba katmak ge­

rekir. Kısacası, bütün bu saydıklarımız sizleri mümkün ola­

bildiği kadar sanatsal düşüncenize yaklaştırır.

Oyuncunun temize alınmış ses kayıtlarının canlı duygula­

n koruması bakımından çok önemli oluşu iddialan derin bir yanılgıdır ve önyargılı birçok yaklaşımdan sadece birisidir.

Sinemada dolaysız bir duygu nasıl olabilir? Bu gülünç bir şeydir sadece. Özellikle kısa kadrlarla bir sahne çekiliyorsa veya yakın planlarla ek çekimler yapılıyorsa, vs ... Genellikle bu şöyledir: Şu tarafa bak, şimdi de bu tarafa. O kadar. Eğer oyuncu böyle bir çekim esnasında belirli bir duyguyu hisse­

decekse ve bakması gereken tarafa bakmıyorsa, o zaman çe­

kilen bütün materyal çöp sepetine gidecek demektir.

Seslendirme tıpkı çekim gibi yine betimsel bir dünya oluşturmaktır. Diğer sesler ve müzikle ilgili yine aynı şeyle­

ri söylememiz mümkündür. Bütün bunlar eninde sonunda bir yaratıcılık işidir.

130

6

Benzer Belgeler