• Sonuç bulunamadı

1.3. ÜÇÜNCÜ BÜYÜK TARTIŞMA: POZİTİVİZM VE

3.2.1. Liberal Feminizm

Fransız İhtilali’nin getirdiği bütün insanların eşit olduğu ve hükümetlerin müdahale edemeyeceği doğal hakları olduğu fikrini temel alan liberal feminizm, bu haklara erkekler kadar kadınların da sahip olması gerektiğini savunmuştur. Liberal feminizm, Aydınlanma düşüncesinin merkezinde yer alan rasyonellik ve akla inanç kavramlarından beslenmiştir. Erkek bakış açısıyla kadın akıl dışı olarak görülüp ötekileştirilmiş, duygusal ilişkilerin ön planda olduğu özel alana hapsedilmiştir. Liberal feministler bu görüşe karşı çıkarak aklın cinsiyete bağlı bir değişken olmadığı ve her insanda aynı şekilde var olduğu düşüncesini benimsemişlerdir. Akılcılığın erkeklerle ve kamusal alanla, akıl dışılığın ise kadınlarla ve özel alanla bağdaştırılmasına karşı çıkmışlardır. Ayrıca toplumsal değişimi gerçekleştirecek en etkili yolun eğitimden geçtiğini vurgulamışlardır. Temel haklar doktrinini kadınlara uyarlayan en erken girişim Elizabeth Cady Staton tarafından New York’da 1848’de yayımlanan ve maddeleri Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile bire bir örtüşen

Declaration of Sentiments (Duygular Bildirgesi)’dir. Bu bildirgede kadın–erkek

eşitliğine, özgürlük ve yaşam hakkının her iki cinsiyet için de geçerli olduğuna, mutlak erkek despotizminin yıkılması gerektiğine, kadınların oy haklarını kullanmalarına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Kadınlar gerektiğinde yasalar tarafından cezalandırılabildiklerine göre oy haklarını kullanarak yasa yapımında da söz hakkına sahip olmalıydılar. Rosemarie Putnam Tong’a göre, kadınların hayat standartlarını

yükselten yasaların birçoğu liberal feminist düşünce sayesinde meydana gelmiştir. Birçok kadının yüksek politika alanlarında yer alması liberal feminist çabaların bir sonucudur.98

Liberal feminizm, kadınların erkeklerle aynı haklardan yararlanabilmeleri ve fırsat eşitliğinin sağlanabilmesi için mevcut yasal ve diğer engellerin ortadan kaldırılmasının zaruri olduğunun altını çizmektedir. Karar alma mekanizmalarında kadınların varlığının ya da yokluğunun küresel politikayı nasıl etkilediğini ve kadınların bundan nasıl etkilendiğini araştırmaktadır.99 Bunu yaparken Uluslararası

İlişkiler disiplininin geleneksel çerçevesi içerisinde kalmayı amaçlamıştır. Yani yüksek politika alanlarında ve karar verme mekanizmalarına katılımda kadınların sayısını artırmayı hedeflemiş; fakat bunu yaparken Uluslararası İlişkiler disiplininin mevcut çerçevesinden dışarı çıkmamıştır. Bu bakış açısı Oliver Daddow tarafından “Kadını ekle ve karıştır,” şeklinde özetlenmiştir.100 Fakat Tickner gibi kendilerini

postliberal olarak tanımlayan feministler bu perspektifi reddetmektedir. Çünkü kadınların yüksek politika alanlarında sayılarının artması ve bu şekilde mevcut sisteme entegre olmaları, feminizmin özündeki değişim anlayışıyla tezat oluşturmaktadır. Feminizm, kadınların erkeklere kıyasla ikincil konumlarını düzeltmeyi amaçlarken, hayatın her alanına nüfuz eden erkek egemenliğini sorgulayarak bunu tersyüz etme kaygısını taşımaktadır. Dolayısıyla erkek egemenliğini sorgulamadan maskülenliğin kabul edilen norm olarak görülmesiyle birlikte ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda kadın varlığının artırılması feminizmin esas amacı ile çelişmektedir. Kadınların varlığının bu şekilde artırılması hegemon maskülenliğin yeniden üretilmesine yardımcı olmaktadır. Tong’a göre kadınlar görünürlüklerini artırırken, zamanının az bir kısmını evde, çoğunu iş yerinde geçiren erkeklerin geleneksel tavrını taklit etmek yerine, erkeklerin zamanının çoğunu iş yerinde olduğu kadar aileleriyle geçirecekleri bir toplum yaratmak için çabalamalılardır. 101

98 Rosemarie Putnam Tong, a.g.e, 61. 99 Tickner ve Sjoberg, a.g.e, 223.

100 Oliver Daddow, International Relations Theory, Sage, Londra, 2010. 150 101 Tong, a.g.e, 55.

Uluslararası İlişkiler disiplini çerçevesi içerisinde hareket eden liberal feminizm, yöntem olarak pozitivizmi benimsemiştir. Bu açıdan da feminizmin genel metodolojisi olan postpozitivizm ile çelişmektedir. Liberal feministler, dış politika analizlerinde toplumsal cinsiyeti açıklayıcı bir değişken olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla devletlerin yurtiçinde sağladıkları cinsiyet eşitliği ile uluslararası alanda şiddet kullanımı arasında bir orantı kurmuşlardır. Buna göre cinsiyet eşitsizliğinin yüksek oranda yaşandığı ülkelerin uluslararası arenada yaşanan krizlerde ve çatışmalarda kullandıkları şiddetin dozunun da yüksek olduğu düşüncesi savunulmuştur. Aynı şekilde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıyla devletlerin güç kullanımının azalacağı belirtilmiştir. Devletlerin kadın vatandaşlarına karşı davranış şekillerinin, komşularına karşı nasıl davrandıklarının bir göstergesi olduğu, içişlerinde toplumsal cinsiyet eşitlik seviyesi yüksek olan devletlerin, toplumsal cinsiyet eşitlik seviyesi düşük olan devletlere kıyasla barışa daha meyilli oldukları, fikri ileri sürülmüştür.102 Liberal feminizmin pozitivist çerçeveye bağlı kalarak, cinsiyet eşitliği

ve devletlerin şiddet kullanımı arasında kurduğu ilişki postpozitivist feministler tarafından eleştirilmiştir.

Postpozitivist feministler, cinsiyet eşitsizliğini istatistiki göstergeler kullanarak ölçmeyi sorunlu bulmaktadırlar. Ülkelerin parlamentolarındaki kadınların ya da iktidar pozisyonundaki kadın liderlerin sayısı, kadınların seçme ve seçilme haklarını elde ettikleri tarih gibi göstergeler, cinsiyet eşitsizliğini ölçmek için kullanılmaktadır. Post pozitivist feministler bu şekilde yapılan bir ölçümün, kadınların iktidar pozisyonlarından mahrum bırakılmasına yönelik cinsiyet rolü beklentileriyle ilişkilendirilen cinsiyet eşitsizliğini anlamak için uygun olmadığı savını ileri sürmüşlerdir. Bunun yanı sıra, cinsiyet eşitsizliklerinin biçimsel eşitliğe çok önceden ulaşmış ülkelerde de devam ettiğini ve bu sebeple cinsiyet eşitsizliklerinin sona erdirilmesinin ancak cinsiyet hiyerarşilerine yönelik derin bir sorgulama ile mümkün olabileceğinin altını çizmişlerdir.103

102 Laura Sjoberg, a.g.e, 158. 103 Tickner ve Sjoberg, a.g.e, 224.

Benzer Belgeler